Bozkurt NET{ Bozkurt NET
  Tıklayın kayıtlı kullanıcı olun
Ana sayfa ::Hasabınız :: Forumlar :: Makaleler :: İndir :: İletişim :: KURALLAR
alt1 alt1 alt1
alt1 alt1
alt1
Atatürk
Başbug
Atsız´ın Mektupları
Bozkurt
Tarihte Türkler
Osmanlı Sultanları
3 Mayis
Türk İslam Ülküsü
Ülkücü Hareket
İslam
Türk Büyükleri
12 Eylül
Dokuz Işık
Kızıl Elma
Doğu Türkistan
Türk Dünyası
Şiirler ve Marşlar
Ülkücü Şehitler
Ülkücüye Mektuplar
Sorular ve Cevaplar
Komünizm
Videolar
Müzikler
Postakartı

alt1 alt1
alt1
 Haber :
 Haber Ekle
 Haber Arşivi
 Arama
 Konular
 Baskıya hazırla
 Üyeler :
 Hesabınız
 Günlük
 Üye Listesi
 Özel İletiler
 ICQ Servisi
 Servisler :
 Kur'an-ı Kerim Meali
 Resim Galerisi
 E-Kart
 Dosyalar
 Müzikli Postakartı
 Cep Melodileri
 İletişim :
 Forumlar
 Bozkurtlar 100
 Bize Ulaşın
 Bizi Önerin
 Dökümantasyon :
 Makaleler
 Fikir ve Tarih Dünyası
 Kısa Nükteler
 Şairler ve Şiirler
 İzlenimler
 Ansiklopedi
 Dosyalar
 Dosya Ekle
 Popüler
 İlk 10
 Bağlantılar
 

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1
AB'YE HAYIR

alt1 alt1
alt1
Makaleler
·Meluncanlar ve Biz
·Türk Tarihi ve Türk Adı
·Amerikan Genç Hristiyanlar Cemiyeti (Y.M.C.A.) ve Amerikan Kolejleri
·SEVR YASALARI MECLİS’TEN GEÇİRİLEREK TÜRKİYE YENİ BİR KURTULUŞ SAVAŞINA BAŞLAMAK MECBURİYETİNDE BIRAKILDI!
·ABD, Alenî Bir Düşman Haline Gelmiştir!
·Dedelerimiz Oğuzlar Çıkmış Yola Aral Kıyısından
·Avrupa Birliğine neden hayır.. Jeopolitik Yaklaşım
·Noel Üzerine
·Gümrük Birliği Anlaşmasının Anayasanın Başlangıç Kısmına Aykırılığı -1-
·Siyasi Konjonktürde Irak Türkmenleri
·Gümrük Birliği Anlaşmasının Anayasanın Başlangıç Kısmına Aykırılığı -2-
·Kıbrıs'ın Türkiyesiz AB üyeliği mümkün mü?
·Avrupa Birliği ve Kıbrıs Konusu
·Internet mi, İnternet mi?
·DİLDE, FİKİRDE, İŞTE BİRLİK (Gaspıralı ve Türkistan)
·İSMAİL GASPIRALI'NIN FİKİRLERİ
·Türkler ve İslamiyet
·Alparslan Türkeş'in Din Anlayışı ve İslama Bakışı
·Gök Tanrı
·Şamanizm Meselesi
·Ruhban Okulu neden açılmamalı?
·Ruhban Okulu
·Çanakkale Savaşları
·Türk Kültüründe Nevruz ve Milli Birlik-Beraberlik
· Sovyetler Birliği’nin Çöküşü ve Yeni Rusya Çeçen Mücadelesi
·Türkçenin Anadil Olarak Dünyadaki Yeri
·Masonların Kirli İşleri
·Gümrük birliği mi; sömürge antlaşması mı?
·17 Ağustos 1999 Depremi ve gizlenen gerçekler

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1

alt1
Bozkurt NET :: Başlığı Görüntüle - “Dinlerarası diyalog” cemaat–memaat meselesi değil
  Link 1Ana sayfa | Link 2
Arama       


Bozkurt NET
Bozkurtların Yuvası
 

Forumlar Gruplar Gruplar Hesap Aç Oturum Aç  

Sayfa: « Önceki  1, 2, 3, 4, 5, 6, 7  Sonraki »  

Yeni Başlık Gönder   Bu başlık kilitlenmiştir; cevap yazamaz, iletileri değiştiremezsiniz 4. sayfa (Toplam 7 sayfa)
« Önceki başlık :: Sonraki başlık »  
Yazar İleti
yasin72
Yeni Üye
Yeni Üye



Kayıt: Jul 09, 2005
İletiler: 28

İletiTarih: Cmt Tem 09, 2005 9:56 pm    ileti konusu: .. Alıntıyla Cevap Gönder

1) Son peygamber, yani son nebi Peygamber Efendimiz SAV’dir. Peygamber Efendimiz SAV, Ahzab Suresi 40. ayete göre nebilerin sonuncusudur. Bunu bize ögreten Iskender Ali MIHR Hazretleridir.
Zaten sizin carpittiginz Bielefeld konferansinda bunlar söylendi. Bu nedenle siz yalan söylüyorsunuz ve iftira atıyorsunuz!

2) Peygamber Efendimiz SAV, Ahzab Suresi 40. ayete göre nebilerin sonuncusudur. Resul kavramını güvendiğiniz arapça bilen biriyle Kur'an-ı Kerim'den tetkik ediniz! Her resulun peygamber olmadığını öğreniniz ve bu konudaki yanlış bilgilerinizi düzeltiniz! Aksi taktirde yanlış yönlendirdiğiniz insanların vebalini de yüklenirsiniz!Ancak resullerin sonuncusu değildir. Bunu da izah ettiler konferansta ama siz isitmediniz!Idrak etmediniz! Hemde ayetler vererek!!! Sizin elinizde ise 1 tane iddialarinizi destekleyecek ayet yok.
Size tekrar yazili veriyorum ayetleri:

Kur’an tefsirlerinde bugüne kadar her resul kelimesi geçen yere parantez açılıp “peygamber” yazılmıştır. “Resul, eşittir peygamber” şeklini almıştır. Bu da hepimize öğretilen bir yanlıştır. Çünkü Kur’an-ı Kerim’deki resul kavramını yansıtmamaktadır. Her resul, peygamber değildir.


Kur’an-ı Kerim, peygamber olmayan, sıradan bir haberci için bile “resul” kelimesini kullanmaktadır. Yusuf Suresi 50. ayette, Firavun’un Yusuf AS’a gönderdiği haberci ve Neml Suresi 35. ayette henüz iman etmiş olmayan Sab’a Melikesinin Hz. Süleyman’a gönderdiği elçi, Kur’an’da resul adıyla yer almıştır. Bunlar, peygamberlikle ilgisi olmayan resullerdir.


Yine Kur’an-ı Kerim, Enam Suresi 130. ayette cin-resullerden, Hac Suresi. 75. ayette melek-resullerden söz etmektedir. Bunlar da peygamber olmayan resullerdir.


Kuşkusuz Allahu Teala, Kur’an’da peygamberler, yani nebiler için de “resul” kelimesini kullanmıştır. Ancak bugün insanlardan saklanan, örtbas edilmeye çalışılan gerçek şudur ki, Allah’ın peygamber olmayan, ama her devirde, her ülkede ve her zamanda, Allah’ın kendilerine görev verdiği evliya resulleri vardır. Peygamber resullerle evliya resuller, bir başka ifade ile “nebi-resullerle” “veli-resuller” arasındaki başlıca farklar şunlardır:


1- Peygamberler arasında yüzlerce yıllık zaman farkı vardır. Ancak evliya resuller, her ülkede ve birbiri arkasından vazifeli kılınır. Müminun Suresi 44. ayet ve Bakara Suresi 87. ayette Allahu Teala “resullerimizi ardarda göndeririz”, diyor.

2- Peygamberler, İsrailoğullarının ve Arap kavminin içinden seçilmiştir. Ama evliya resuller, Fatır Suresi 24. ve Nahl Suresi 36. ayete göre, her kavimde, her ümmette ve her zaman diliminde mevcutttur.

3- Her kavimdeki bu resuller, İbrahim Suresi 4. ayete göre o kavmin lisanı ile görev yapmaktadırlar.

4- Nübüvvet, yani peygamberlik Ahzab Suresi 40. ayete göre Peygamber Efendimiz SAV ile son bulmuştur. Ama risalet, yani evliya resuller, bugüne kadar varolduğu gibi, kıyamete kadar da varolmaya devam edecektir.(Bakara 87, Müminun 44, İsra 15)



Düne kadar biz de akaide göre “resuller, kendisine kitap verilen peygamberlerdir; nebiler, kitap verilmeyen peygamberlerdir” diye biliyorduk. Halbuki Allah, Alî İmran Suresi 81. ayette sadece “nebilere” kitap verdiğini söylüyor.


“Kendini peygamber ilan ediyor”diye iftira atmak; bir fitnedir. “Her resul peygamberdir” demek, Kur’an-ı bilmemektir. Bu, bir cehalet itirafıdır. İnsanların hidayetine engel olmak için bir tuzaktır. Allah’ın nurunu ağzı ile söndürmeye çalışmaktır!!!

3) "Kur'an da 3 bin ayet vardır'. Bunu da söylemedi!!! O konferansta dediler ki ayet sayısını toplamak lazım! Şu an bunu yapacak imkanım yok. 3 binden fazla ayet vardır dediler. 3 bin ayet değil. Bu konuyu da çarpıttınız! Bilerek iftira attınız! Bu konferansın kayıtları bilgisayarda mihr.com sayfasında mevcut. Sizin yalan söylediğiniz ortada.

4) 'Allah ile konuşuyor!' Evet doğru!
Kur'an-ı Kerime aykırı şekilde bizlere öğretilen bir kavram da vahiy konusu.
Allah peygambelerinin dışında pek çok evliyasıyla şeriat hükmü taşımıyan konuşma yapmıştır ve yapmaktadır.
Kur'an-ı Kerimde Allah'ın peygamberlerinden başkasına vahyetmediğine dair bir ayet gösterebilirmisiniz??? Gösteremezsiniz!Ama ben size bu konu ile ilgili Kur'an ayetleri vereceğim:
Allah Peygamberlerden Başkasına Da Vahyeder.



· Şura Suresi 51. ayete göre “Allah’ın hiçbir insanla konuşması olmamıştır ancak vahy ile.”



Vahiy, Allah’ın, kişinin kalp kulağını açarak o kişi ile konuşmasıdır. Kalp kulağı herkeste vardır. Ancak kalp kulağı, kişinin Ali İmran Suresi 190- 191. ve Nisa Suresi 103. ayetlere göre daimi zikre ulaşması ve nefsin kalbinin karanlıklardan, (cehalet, cimrilik, dedikodu, fitne ve fesat, haset, hırs, isyan, iptilalar, kin ve düşmanlık, kibir, küfür, mürayilik, nankörlük, öfke ve gayz, vefasızlık, sabırsızlık, yalan, zan ve zulüm) tamamen temizlenmesi ile çalışır duruma gelir. Allah dilerse, daha önce de kişinin kalp kulağını hediye olarak açabilir.



· Nahl Suresi 68. ayete göre Allah bal arısına vahyediyor.

· Zilzal Suresi 5. ayete göre Allah yere vahyediyor.

· Maide Suresi 111. ayete göre Allah havarilere vahyetmiştir.

· Tahâ Suresi 38. ayete göre Hz. Musa’nın annesine vahyetmiştir.

· Araf Suresi 175. âyette Allahû Tealâ, peygamberlerden başkasına, bırakınız Allah’ın bir evliyasına, sonradan şeytana uyacak olan bir takım insanlara bile ayet verdiğini söylüyor. „Habibim sen o kişiden bahset ki onlara, biz ona ayetler vermiştik de, sonra o şeytana uymuş ve sapıklardan olmuştu“



Vahiy denince biz sadece Allah’ın peygamberlerine verdiği kitapları ve sayfaları anlıyoruz. Bunlar vahyin bir bölümünü, tilavet edilen vahyi, yani “vahy-i metlû”yu oluşturur. Herkesi ilgilendiren Allah’ın emir ve yasaklarını içerir.



Bir de Allah’ın kalp kulağını açtığı kişi ile olan konuşması vardır. Şura Suresi 51. ayete göre bu da vahiydir. Ancak tilavet edilmeyen vahiy, yani “vahy-i gayrimetlû”dur. Başka insanları bağlayan hükümler içermez. Allah’ın, sadece o kişi ile yaptığı konuşmadır. Allah’ın pekçok evliyası ise bu vahiyden kitaplarında şöyle bahsediyorlar:



· Abdülkadir Geylâni Hazretleri’nin “sohbetler” kitabı 578. sayfa: “Allah’ın verdiği şeylerden kopup O’na yönelen ve meleklerle ünsiyeti neticesi onların sözlerini işitmeye ve muhtelif suretlerde kendilerini görmeye başlayan kişi meleklerin sözlerine iyice alıştığı ve yüzlerini görmeye iştiyak duyduğu anda kendisi ile onlar arasında perde kaldırılır. Kalp bu safhaya geldikten sonra tekrar Allahû Tealâ onu perdeler. Kendi yakınlarının durumuna getirir. Burada ise suhuttan sonra olanlar olur. Allah onun kalbine vahyedeceğini vahyeder. Tıpkı Musa (A.S)’ın annesine vahyettiği gibi.”



Demek ki Abdülkadir Geylani Hazretleri’ne göre de Allah’ın sözlerini işitmek, emir almak sadece peygamberlere has bir olgu değildir.



· Eşref Rumi Hazretleri:

“Ol dost sultandır, ben ona kul/ Her dem yeni yeni nüzul”

(Her an Allahû Tealâ’dan inen, nüzul eden yeni şeyler)

“Andandır bu cümle usul” / “Ondandır her bahsimiz”



Görülüyor ki, Allahû Tealâ her an söylediklerini bu büyük veliye işittiriyor ve ondan inen, Allah’tan inen, nüzul eden bu sözler bir esas, usul oluşturuyor. Ve bu usul ile Eşref Rumi Hazretleri, “Divan”ını vücuda getiriyor. Yani Divan’ın esası, hep Allah’tan nüzul eden, indirilen sözler.



· Yunus Emre:

“Çalaptır (yani Allah’tır) söylettirir /Yunus bilmez kendi hal

Düşmüş idik Hak kaldırdı, birliğini bize bildirdi.”

Allah bize söylettiriyor, “Allah bize birliğini bildirdi.” Diyor.



· Ahmet Yesevi Hazretleri:

“Garip, fakir, yetimleri kıl sen şamdan / Parçalayıp aziz canın eyle kurban

Yiyecek bulsan cemil ile kıl sen ihsan / Hak’tan işitip bu sözleri dedim işte.”

Bunların hepsini Allah’tan işittiğini söylüyor Ahmet Yesevi Hazretleri.



Demek ki Allah’ın sözlerini işitmek, Allah’tan emir almak sadece peygamberlere has bir olgu değildir. Allah’ın velileri de böyle söylüyor. Kur’ân-ı Kerim de böyle söylüyor. Secde Suresi 24. ayette Allahû Tealâ, Allah’tan emir alan ve bu emirle insanları hidayete erdiren imamlardan söz ediyor.



“Onlardan, insanlardan imamlar kıldık, emrimizle (yani Allah’tan alacağı emirlerle) insanları hidayete erdirsinler diye, sabrın sahibi olmalarından ve ayetlerimize yakin hasıl etmelerinden dolayı.”



Yunus Suresi 2. ayete göre insanlara, kendi yaşadıkları zaman diliminde Allah’ın bir başkasını, kalp kulağını açarak, ona vahyederek görevlendirdiğini kabullenmek, her devirde zor gelmiştir.



“Onlardan bir adama insanları uyarması, âmenû olanları (ölmeden önce Allah’a ulaşmayı dileyenleri), müjdelemesi için vahyetmemiz insanlara acaip (garip) mi geldi?”



“Resul” kavramı gibi “vahiy” kavramı da bugün, Kur’an’daki muhtevasını kaybetmiş kavramlardan bir tanesidir. “Allah peygamberlerden başkasına vahyetmez” demek, Allah’ın her devirde vazifeli kıldığı evliya resullerinin Allah’tan aldığı emir ve yetkiyi ortadan kaldırmak ve insanları hidayetten alıkoymak demektir!

Ahmet VeliTurk
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
yasin72
Yeni Üye
Yeni Üye



Kayıt: Jul 09, 2005
İletiler: 28

İletiTarih: Cmt Tem 09, 2005 9:57 pm    ileti konusu: .. Alıntıyla Cevap Gönder

RESÛLLER

Nebî ve resûl kavramlarının üzerinde pekçok ihtilâflar vardır. Allahû Tealâ’ya hamdeder şükrederiz ki; bir tek Kur'ân-ı Kerim var. Eğer insanlar biraraya gelseler, Kur'ân-ı Kerim’i açsalar ve onun üzerinde anlaşmaya varmaya çalışsalar birbirlerinden ayrı hiçbir fikirleri olmayacak. Çünkü bir tane Kur'ân-ı Kerim var.
Allahû Tealâ Kur'ân-ı Kerim’de “nebî” kelimesini sadece peygamberler için kullanmıştır. Resûl kelimesini ise hem peygamber resûller için hem de peygamber olmayan velî resûller için kullanmıştır.
Ne var ki; Kur'ân-ı Kerim’de Allah’ın anlattığı kavramlarla insanların insanlara öğrettiği kavramlar birbirinden farklı. Bu ilim sahipleri Kur'ân-ı Kerim’deki kavramların gerçek manalarını Kur'ân-ı Kerim’e dayalı olarak değil, emaniyye kitaplarının kendilerine öğrettiği şekliyle insanlara öğretiyorlar.

Resûller ve nebîler için akaidin dört temel kaidesi vardır:
1. Bütün nebîler resûldür.
2. Bütün resûller nebîdir.
3. Resûller kendilerine kitap verilen peygamberlerdir.
4. Nebîler kendilerine kitap verilmeyen peygamberlerdir.
Bu kaidelerden sadece birincisi Kur'ân-ı Kerim’e göre doğrudur. Geri kalan 3’ünün Kur'ân-ı Kerim’e göre ne kadar hatalı olduğunu ve bu küçük gibi görünen hatanın ne kadar büyük yanlışlıklara sebebiyet verdiğini açıklamalarımızda siz de göreceksiniz.
Önce Kur'ân-ı Kerim’de sık sık geçen resûl konusunu aydınlığa kavuşturalım.
“Her resûl peygamber midir?” sorusuna Kur'ân-ı Kerim’le cevap verelim.
Kur'ân-ı Kerim’de resûl kelimesinin geçtiği âyetler incelendiğinde görüyoruz ki temelde resûller, görevleri itibariyle iki ana grupta toplanıyor.


3-1- RİSALETLE GÖREVLİ
OLMAYAN RESÛLLER

Allahû Tealâ’nın Kur'ân-ı Kerim’de sadece alelâde haber ulaştırmakla görevli olan kişilere resûl dediğini görüyoruz.
12/YUSUF-50: “Ve kâlel meliku’tûnî bih(î), fe lemmâ câehur resûlu kâlerci’ ilâ rabbike fes’elhu mâ bâlun nisvetilletî katta’ne eydiyehunn(e), inne rabbî bi keydihinne alîm(un).”
Ve melik (firavun) dedi ki: “Onu bana getirin.” Resûl (haberci, ulak) (Yusuf’a) geldiği zaman dedi ki; “Efendine dön, kadınlar niçin ellerini kestiler.” diye sor. Muhakkak ki Allah onların hilelerini bilir.
Buradaki resûl Allah tarafından görevlendirilen, Allah’ın bir evliyası değil, firavunun gönderdiği bir habercidir.
Peygamberlik şöyle dursun, Bu âyet-i kerimeye göre Allah’ın görevlendirmediği alelâde elçilere de Kur'ân-ı Kerim’de resûl denebîliyor.


3-2- RİSALETLE GÖREVLİ
OLAN RESÛLLER

Bu bölümde alelâde sadece elçilik görevini yapan resûlleri konumuzun dışında tutalım ve biz Allah’ın risaletle görevlendirdiği resûlleri inceleyelim.
Risaletle görevli olan, Allah’ın emirlerini tebliğ eden resûllerin en önemli özelliği; onların Allah tarafından görevlendirilmesidir. Onlar bu dünya üzerinde Allah’ın elçileridir.
Ancak Allah’ın risaletle görevli kıldığı Allah’ın resûllerinin hepsini aynı kategoriye koymak da çok yanlış olur. Resûllerin, risalet görevlerinin kapsamı ve sorumlulukları itibariyle aralarında farklılıklar vardır. Meselâ Allah’ın bütün peygamberleri en üst seviyede resûllerdir. Ama onların dışında onların zamanında da Allah başka ülkelerde daha birçok resûlleri görevli kılmıştır.
Bugün İslâm dünyasındaki yanlış bir anlayış; bütün resûllerin peygamber olduğudur. Bu, küçük gibi görünen saptırılmış gerçek, insanoğlunun hayatında hayal bile edemeyeceği büyüklükte tahribat yapmıştır. Her resûlün peygamber olarak değerlendirilmesi, meallerde her resûl için peygamber denmesi, Allah’ın âyet-i kerimelerde verdiği mesajı değiştirmiş, Allah’ın aramızda yaşamakta olan resûlleri gizlenmiştir. Birçok âyet-i kerime peygamber olmayan resûllerden, onların görevlerinden bahsederken bu, meallerde peygamberlere atanarak peygamber olmayan resûllerin insanlarla ilişkisi engellenmiştir.
Kur'ân-ı Kerim’deki risaletle görevli resûller başlıca ikiye ayrılır:
1. Nebî resûller.
2. Velî resûller.
Her iki grup resûl de Allah tarafından görevlendirilmiştir.
Belki de resûller bölümünde size verebileceğimiz en önemli bilgi insanın kurtuluşunu direkt olarak ilgilendiren “her resûlün peygamber olmadığı” gerçeğidir. Ehemmiyet derecesinin büyüklüğü göz önünde tutularak bu konuyu aydınlığa kavuşturacak Kur'ân-ı Kerim âyetlerini detaylarıyla sunmak, gerçeği yine Allah’ın gerçekleriyle (âyetleriyle) ispatlamak gereğini duyuyoruz.
Rabbimize bu istikamette gösterdiğimiz gayretlerimizde bizlere ve sizlere yardımcı olması için dua ederiz.
Bu konu yukarıda kısaca bahsetmiş olduğumuz gibi günümüzde çok yanlış değerlendirilen bir konudur. Kur'ân-ı Kerim’deki peygamber olmayan Allah’ın elçilerine ait âyetlerin değiştirilmesi insanların Allah’ın hidayetçilerine ulaşmalarına engel olmaktadır. Günümüzde hiç kimse Allah’ın bir resûlüne ihtiyacı olduğunu düşünmemektedir. Tam aksi insanlar artık aralarında Allah’ın evliyalarının dahi yaşamadıklarını düşünüyorlar, hatta bundan eminler. Yardıma muhtaç olan ve Allah’ın bir evliyasına ulaşmak isteyen, buna ihtiyaç duyan insanlar bugün aramızda yaşamayan, rahmetli olmuş evliyalardan meded ummaktadırlar. Çünkü okunmakta olan Kur'ân mealleri Allah’ın aramızda yaşayan evliyalarından, onların vazifelerinden bahsetmemektedir. Meallerde Allah’ın evliyaları gizlenmiş, örtülmüştür. Bütün resûl âyetleri onlara göre peygamberler devrine aittir. Bu kaide üzerine meal vermektedirler. Daha da acısı bugün Allah’ın aramızdaki sevgililerinin inkâr edildiği, onlarla alay edildiği bir dünyada yaşıyor olmamızdır.
İblis şu gerçek üzerine tuzağını kurmuştur: “Peygamber Efendimiz (S.A.V) Son Peygamber'dir.” Ve “O'ndan sonra Peygamber gelmeyecektir.” İnsanlar için başka bir peygamber beklentisi olmayacaktır. Kıyâmet kopana kadar, bu devre insanların peygamber beklemediği bir devredir. İblis burada devreye giriyor. Peygamberin gelmeyeceği gerçeğini tüm Allah’ın resûllerine mal ediyor. “Madem artık hiç peygamber gelmeyecek, onlar her resûl peygamberdir.” diye düşündükleri için: “Bu durumda dünyaya artık resûl de gelmeyecektir.” diyorlar.
Peki Allah’ın risaletini insanlara kim tebliğ edecek? Kim insanlara dîni öğretecek, Kur'ân-ı öğretecek, Kur'ân’ın 7 ruhunu öğretecek, onları hidayete erdirecek?
Rabbimizin Secde Suresi 24. âyet-i kerime ve Enbiya Suresi 23. âyet-i kerimede bahsettiği imam resûller olmadan insanlar nasıl hidayete erecekler?
32/SECDE-24: “Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû, ve kânû bi âyâtinâ yûkınûn(e).”
Onlardan (insanlardan) imamlar (mürşidler) kıldık, emrimizle insanları hidayete erdirsinler (Allah’a insanların ruhlarını ulaştırsınlar) diye, sabırlarından dolayı ve âyetlerimize (Allah’ın âyetlerine) yakîn hasıl ettikleri için.
21/ENBİYA-23: “Lâ yus’elu ammâ yef’alu ve hum yus’elûn(e).”
O, yaptığından sorumlu değildir. Onlar ise sorumludurlar.
İblis diyor ki: “Kur'ân, insanı hidayete erdiren imamdır. İnsan Kur'ân-ı açıp okuyarak anlayacak, hidayete erecek.” Bu yalana, zanna tâbî olanlar Al-i İmran Suresi 7. âyet-i kerimedeki Kur'ân-ı Kerim gerçeğine küfretmiş, onu yalanlamış oluyorlar.
Al-i İmran Suresi 7. âyet-i kerimede Rabbimiz: “İlimde kökleşmiş rasihun da Kur'ân-ı Kerim’in tevîlini yapamaz.” Diyorsa:
3/AL-İ İMRAN-7: “Huvellezî enzele aleykel kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul kitâbi ve uharu muteşâbihât(muteşâbihâtun), fe emmellezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ teşâbehe minhub tigâel fitneti vebtigâe te’vîlih(te’vîlihi), ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh(illâllâhu), ver râsihûne fîl ılmi yekûlune âmennâ bihî, kullun min ındi rabbinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi).”
O (Allah) ki; Kitab’ı sana O indirdi. O'ndan bir kısmı muhkem (mânâsı açık, yorum götürmez, şüphe kabul etmez) âyetlerdir ki; bunlar (Levhi Mahfuz’daki) ümmülkitapta (yer alan açık ve kesin âyetler)dir. Diğerleri ise müteşabih (mânâsı kapalı, açıklama isteyen) âyetlerdir. Kalplerinde eğrilik (ve döneklik) bulunanlar, fitne çıkarmak ve (kendi yararına uygun) tevîlde (yorumda) bulunmak istedikleri için o (Kitab’)ın müteşabih olan kısmına uyarlar. Halbuki onların tevîlini, kimse bilmez ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olan RASİHUN (rüsuh sahipleri) ise derler ki: “O’na îmân ettik, hepsi de Rabbimiz katından (indirilme) dir.” Bunu kimse tezekkür edemez ancak ulûl'elbab tezekkür edebilir.
Al-i İmran Suresi 7. âyet-i kerimede ilim sahibi kimselerin ilimlerinin, Allah’ın Kur'ân-ı Kerim’ini açıklamak için yeterli olmadığını söylüyorsa,
Hac Suresi 3. âyet-i kerimede Allah’ın dîni, Allah’ın ilmini bu dünya ilminden kesinlikle ayırıyorsa,
22/HAC-3: “Ve minen nâsi men yucâdilu fîllâhi bi gayri ılmin ve yettebiu kulle şeytânin merîd(merîdin).”
İnsanların kimi, ilmi olmadığı halde Allah konusunda mücâdele eder ve her azgın şeytana tâbî olur.
O zaman hâlâ bu konuda ısrarla konuşan: “Biz bu dînin ilmini aldık yıllarca okuduk, öğrendik.” diyen rasihun için Allahû Tealâ diyor ki: “Onların gönüllerinde ulaşamayacakları bir kibir vardır.”
40/MU'MİN-56: “İnnellezîne yucâdilûne fi âyâtillâhi bigayri sultânin etâhum in fî sudûrihim illâ kibrun mâ hum bi bâligîh(i), festeiz billâh(i), innehu huves semîul basîr(u).”
Muhakkak ki Allah’ın âyetleri üzerinde kendilerine gelen bir sultan olmadan tartışanların gönüllerinde (o sultana) ulaşamayacakları bir kibir vardır. Öyleyse Allah’a sığın. Şüphesiz Allah işitendir, görendir.
“Allah’ın âyetleri üzerine kendilerine Allah’ın ilmi Allah tarafından verilmediği halde tartışırlar.” Yüce Rabbimiz bu insanların zanna tâbî olduklarını söylüyor.
53/NECM-28: “Ve mâ lehum bihî min ilm(in), in yettebiûne illaz zann(e), ve innez zanne lâ yugnî minel hakkı şey’â(şey’en).”
Onların bu sözler hakkında hiçbir bilgileri yok. Onlar sadece zanna ittiba ederler. Muhakkak ki zan, hakkı bilmek mecburiyetinden hariç tutamaz (müstağni kılamaz).
Ve Allahû Tealâ zanna tâbî olan gurur ve kibirleriyle kendi ilimlerinin yeterli olmadığı sahada konuşan bu insanlara âyetlerini açıklamıyor.
7/A’RAF-146: “Seasrifu an âyâtiyellezîne yetekebberûne fîl ardı bi gayril hak(hakkı), ve in yerev kulle âyetin lâ yu'minu bihâ, ve in yerev sebîler ruşdi lâ yettehızûhu sebîlen ve in yerev sebilel gayyi yettehızûhu sebîl(sebîlen), zâlike bi ennehum kezzebû bi âyâtinâ ve kânû anhâ gâfilîn(gâfilîne).”
Yeryüzünde haksız yere kibirlenen kimseleri âyetlerimizden çevireceğim. Bütün âyetleri görseler ona inanmazlar. Eğer rüşd yolunu görseler onu yol edinmezler. Ve gayy yolunu görseler onu yol edinirler. Bu onların âyetlerimizi yalanlamaları ve ondan gâfil olmaları sebebiyledir.
Onlar yeryüzünde âyetleri bilmedikleri halde bildiklerini söyleyerek bu konuda kendilerini yetkili görerek (Allah’ın vermediği bir yetki) yeryüzünde haksız yere dolaşıyorlar.
Ve insanları sahip oldukları faydasız ilimle Allah’ın yolundan, Allah’ın âyetlerinin gerçek manalarını gizleyerek saptırıyorlar.
18/KEHF-103: “Kul hel nunebbiukum bil ahserîne a’mâlâ(n).”
De ki: “Sizlere amellerini hasara uğratanları haber vereyim mi?”
18/KEHF-104: “Ellezîne dalle sa’yuhum fîl hayâtid dunyâ ve hum yahsebûne ennehum yuhsinûne sun’â.”
Onların dünya hayatındaki amelleri sapmıştır ve onlar amellerin en iyisini yaptıklarını hesap ediyorlardı.
Bakınız değerli okuyucular Allahû Tealâ bu dînde ileri gelenler için, yaşadıkları devirlerde onları destekleyen devrin büyükleri için Ahzap Suresi 66, 67, 68. âyet-i kerimelerde ne buyuruyor:
33/AHZAB-66: “Yevme tukallebu vucûhuhum fîn nâri yekûlûne yâ leytenâ eta’nallâhe ve eta’ner resûlâ.”
O gün fizik vücutları ateş içinde çevrilirken: “Vah biz de, keşke Allah’a ve resûlüne itaat etseydik!” derler.
Dikkat ediniz; o gün fizik vücutları ateşte çevrilen insanlar sadece peygamberler devrinde yaşayan değildir. Onlar her devirde yaşayan insanlardır. Ve aralarında onlarla birlikte yaşamakta olan Allah’ın görevli resûlünü inkâr etmiş olmaları sebebiyle pişman olanlardır.
33/AHZAB-67: “Ve kâlû rabbenâ innâ eta’nâ sâdetenâ ve kuberâenâ fe edallûnes sebîl(sebîlâ).”
Cehennemde olanlar derler ki: “Yarabbi, muhakkak ki biz devrin sâdatlarına (dînde ileri gidenlerine) ve küberasına (büyüklerine) itaat ettik. Ve böylece Senin yolundan (Sıratı Mustakîm’inden) saptık.”
33/AHZAB-68: “Rabbenâ âtihim dı’feyni minel azâbi vel anhum la’nen kebîrâ(kebîren).”
Rabbimiz onlara iki kat azap ver. Onları büyük bir lânetle lânetle.”
Bu insanlar gurur ve kibirleri sebebiyle Al-i İmran Suresi 7. âyet-i kerimede Allah’ın Kur'ân-ı Kerim’i açıklama yetkisini verdiği ulûl’elbab kullarını, Allah’ın resûllerini (peygamber olmayan), Allah’ın imamlarını gizlemişler ve gizlemeye devam etmektedirler. O resûllerle alay etmişlerdir ve alay etmeye devam etmektedirler.
18/KEHF-106: “Zâlike cezâuhum cehennemu bimâ keferû vettehazû âyâtî ve rusulî huzuvâ(n).”
Onların cezaları cehennemdedir ki onlar Allah’ın âyetlerini küfretmişler (örtmüşler, bilerek gizlemişler) ve Allah’ın âyetleriyle ve resûlleriyle alay etmişlerdir.
4/NİSA-150: “İnnellezîne yekfurûne billâhi ve rusulihî ve yurîdûne en yuferrikû beynellâhi ve rusulihî ve yekûlûne nu’minu biba’dın ve nekfuru biba’din yurîdûne en yettehızû beyne zâlike sebilâ(sebîlen).”
Muhakkak ki; Allah’ı resûlünü inkâr eden kişiler, Allah ve O’nun resûlleri arasında ayırım yapmak isterler. Ve de: “Bir kısmına inanırız, bir kısmını inkâr ederiz.” derler. Ve bunların (küfürle îmânın) arasında bir yol ittihaz etmek isterler.
4/NİSA-151: “Ulâike humul kâfirûne hakkâ(hakkan), ve a‘tednâ lil kâfirîne azâben muhînâ(muhînen).”
İşte onlar gerçek kâfirlerdir. Ve Biz de kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırladık.
Allah’ın Yüce Kitabı Kur'ân, Allah’ın sırlarını muhafaza etmektedir. Allah, Kur'ân-ı Kerim’deki sırlarını insanların arasından seçtiği kişilere bırakıyor. Sırların sahibi anlamına gelen “lübb”lerin sahibi ulûl’elbaba bırakıyor.
35/FATIR-32: “Summe evresnel kitâbellezînastafeynâ min ıbâdinâ, fe minhum zâlimun li nefsih(i), ve minhum muktesıd(un), ve minhum sâbikun bil hayrâti bi iznillâh(i), zâlike huvel fadlul kebîr(u).”
Sonra kullarımızdan seçtiklerimize kitabı miras bıraktık. Onların bir kısmı nefslerine zulmeder, bir kısmı muktesittir (yemin sahibidir). Bir kısmı ise Allah’ın izniyle hayırlarda yarışanlardır. İşte büyük fazl budur.
Bunun manası; Kur'ân-ı anlama ve anlatma yetkisinin ancak Allah’tan alınması demektir. Eğer insan bu yetkiyi Allah’tan almamışsa isterse yüzlerce din üniversitesini bitirsin, binlerce emaniyye dîn kitabı okusun, hergün Kur'ân-ı Kerim’i hatim etsin, o kişinin ilminin ne kendisine, ne de bir başkasına hiçbir faydası yoktur. Bu ilim onları ancak cehenneme götürür.
Kur'ân-ı Kerim geçmişten geleceğe bütün devirlerden örneklere sahiptir. Bu örneklerin verilmesinin sebebi insanların düşünmelerini ve ders almalarını sağlamak içindir.
O halde anlatmaya çalıştığımız bu fevkalâde ehemmiyetli konunun Kur'ân-ı Kerim’de yaşanmış örneklerine bakalım:
16/NAHL-36: “Ve lekad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budullâhe vectenibût tâgût(e), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(tu), fesîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(e).”
Ve andolsun ki Biz bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûller beas ettik, (hayata getirdik, vazifeli kıldık) taguttan kurtulsunlar ve Allah’a kul olsunlar diye. Onlardan bir kısmı hidayete erdi ve bir kısmının üzerine dalâlet hak oldu. (Resûllere tâbî olanlar hidayete erdi, tâbî olmayanların ise üzerine dalâlet hak oldu). Yeryüzünde gezin, yalanlayanların akıbetinin nasıl olduğunu görün.
Allahû Tealâ bütün ümmetlerde (geçmiş, gelecek) onların içinden resûl beas ediyor. Risaletle yetkili kılıyor. Ama o resûlü inkâr edenlerin durumunu, yalanlayanların akıbetini gezin görün diyor.
57/HADİD-16: “Elem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fe tâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikûn(e).”
Âmenû olanların kalplerinde Allah’ın zikri ile (ve bu zikirle) Hakk’tan inen şeyle (nurla) huşûya ulaşmak (huşû sahibi olmak) zamanı gelmedi mi? Kendilerine kitap verilen ve sonra aradan uzun zaman geçen (ve bu zaman zarfında Allah’ı zikretmedikleri için) kalpleri kasiyet bağlayan (kalpleri zikirsizlikten kararan ve sertleşen ve hastalanan) kimseler gibi olmasınlar (zikretsinler ki kalpleri kararmasın). Onların çoğu fasıklardır (hidayete erdikten sonra yoldan çıkanlardır).
Birinci âyet-i kerime, insanları Allah’ın kulu yapmakla vazifeli resûllere tâbî olmayarak dalâlette kalanların akıbetlerini göstermektedir.
İkinci âyet-i kerimede de Allah’ın kutsal kitabı olduğu halde o kitaptan doğruları alamayan ve bu sebepten dolayı kalpleri kararanlar yer alıyor. Bütün kutsal kitaplar, Kur'ân-ı Kerim hariç, iblis tarafından değiştirilmiştir. Ve insanların artık o kitaplardan Allah’ın emirlerini öğrenmeleri mümkün değildir. Bugün İslâm dünyasında bizim durumumuz da onlara benzemektedir. Allah’ın korumasında olan Kur'ân’a iblis yaklaşamamıştır ama insanları kullanarak Kur'ân meallerinde Allah’ın birçok gerçeğini saklamayı başarmıştır. İşte saklanan gerçeklerden bir tanesi resûller konusudur. Allah her devirde, her kavmin içinde resûller vücuda getirirken o, resûllerin peygamber olduğu söylenerek insanların Allah’ın hidayetçilerine ulaşmaları engellenmektedir. Resûllerin görevlerini yapmalarına mâni olunmaktadır.
Bu dîn; son peygamber, Peygamber Efendimiz (S.A.V)'den sonra sahâbe tarafından, daha sonra sahâbeye tâbî olanlar tarafından ve herkesin bildiği Mevlâna Celâleddin Rumi, Emir Sultan, Akşemseddin, Yahya Efendi, Hacı Bektaş Velî, Yunus Emre ve daha binlercesi gibi Allah’ın resûllerince öğretildi.
Onlar insanları Hakk’a davet ettiler. Onlar insanları hidayete ulaştırdılar, irşad ettiler. Peygamber değillerdi. Ama Allah’ın tayin ettiği, yetki verdiği, risaletle görevli resûlleriydi. Bütün insanlar için mutlaka Allah’ın tayin ettiği bir hidayetçi vardır. Ve toplumlardaki adaleti yerine getiren, bütün resûllerin de tâbî olduğu her devrin imamı vardır. Dünya durdukça bu düzen bozulmayacaktır. Bu düzeni kuran Allah’tır. Bu düzeni bozmak isteyenler Allah’ı aciz bırakamazlar.
46/AHKÂF-32: “Ve men lâ yucib dâıyallahi feleyse bimu’cizin fîl ardı ve leyse lehu min dûnihî evliyâ’(u),ulâike fî dalâlin mubîn(in).”
Allah’a davet edene icabet etmeyen (tâbî olmayan) kişi dünya üzerinde Allah’ı aciz bırakacak değildir. Ve onun Allah’tan başka dostu da yoktur. Onlar (Allah’ın davetçisine tâbî olmayanlar) açık bir dalâlet içindedirler.
Bugün dünya yine Allah’ın başka isimlerdeki evliyalarıyla aydınlanmaktadır. Ancak insanlar dînlerini onlardan değil, bu dünya ilmiyle ilimlenmiş dîn öğreticilerinden öğreneceklerini zannetmektedirler. Allah’ın dostlarının unutulmuş olmasının sonucunu hepimiz görmekteyiz; adaletsizlik, zulüm, kin, nefret, huzursuzluk, mutsuzluk.
10/YUNUS-47: “Ve likulli ummetin resûl(resûlun), fe izâ câe resûluhum kudıye beynehum bil kıstı ve hum lâ yuzlamûn(yuzlamûne).”
Her ümmetin bir resûlü vardır. Onlara resûlleri geldiği zaman onların aralarında adaletle hükmolundu. Onlara zulmedilmez.
İnsanlar dînlerini Allah’ın evliyalarından, mürşidlerinden, resûllerinden, öğrenemedikleri için bugün dünya üzerinde İslâmiyet yaşanmaz olmuş. Kur'ân terkedilmiş.
25/FURKAN-30: “Ve kâler resûlu yâ rabbi inne kavmît tehazû hâzel kur’âne mehcûrâ(mehcûren).”
Resûl dedi ki: “Yarab, kavmim Kur’ân’ı terkettiler.”
Resûl kavramının neden bu kadar üstünde durduğumuz diğer kavramlar açıklandıkça, konular anlatıldıkça daha iyi anlaşılacak, yerli yerine oturacaktır.
Kur'ân-ı Kerim’deki her resûl peygamber kabul edilince, insanlar zannediyorlar ki: “Peygamber Efendimiz'den sonra artık resûl de gelmeyecek. O halde Kur'ân’daki resûllerle ilgili olan âyet-i kerimeler hep peygamberleri anlatıyor. Hepsi bundan 14 asır önce ve daha önceki devirlere ait bilgilerdir. Allah’ın insan ve resûl arasındaki ilişkileri anlattığı âyetler 14 asır öncesine ait, bizleri ilgilendirmiyor. Çünkü zamanımızda Allah’ın resûlleri olan hidayetçileri, elçileri yaşamıyor. O halde resûle tâbiiyet, itaat konuları bize bir sorumluluk getirmiyor.” diye düşünüyorlar. Allah’ın insanları kurtuluşa ulaştıracak âyetleri hiçe sayılıyor, yok farzediliyor.
Bu bilgiler bid’attir. Allah’ın bütün devirlerde tayin ettiği resûller saklanarak, gizlenerek insanların bu resûllere ulaşması engellenmektedir. Ve insanları yoldan saptıran bu kimseler küfürdedirler.
Kur'ân, bu insanları yalanlamaktadır.

4/NİSA-167: “İnnellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi kad dallû dalâlen baîdâ(baîden).”
Onlar ki kâfirlerdir ve Allah’ın yolundan saptırırlar (kendileri de Allah’ın yolunda değillerdir). Andolsun ki; onlar uzak bir dalâlet içindedirler (mürşidlerine ulaşmamış ve yola girmemiş oldukları için).
4/NİSA-168: “İnnellezîne keferû ve zalemû lem yekunillâhu li yagfire lehum ve lâ li yehdiyehum tarîkâ(tarîkan).”
Muhakkak ki; onlar küfür üzeredirler ve zalimdirler (başkalarını da mürşide ulaşmaktan men edip saptırdıkları için). Allah onlara asla mağfiret etmez (günahlarını sevaba çevirmez) ve yola (Allah’a ulaştıran yola, Sıratı Mustakîm’e) ulaştırmaz.
4/NİSA-169: “İllâ tarîka cehenneme hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), ve kâne zâlike alallâhi yesîrâ(yesîren).”
Sadece cehennem yoluna ulaştırır. Onlar orada ebediyyen kalacaklardır. Ve bu Allah için kolaydır.
Kur'ân-ı Kerim’de resûl sözü ne zaman geçse peygamber olarak açıklama getiriliyor. Kur'ân meallerinin hepsinde istisnasız “resûl ­= peygamber” olarak geçmiştir. İşte bu acımasızca ortaya konan büyük bir yalandır. Konular ilerledikçe ve âyet-i kerimeler açıklandıkça, âyetler diğer Kur'ân mealleriyle karşılaştırıldıkça mananın nasıl gizlendiğini ve farzların yerine getirilmesine nasıl engel olunduğunu göreceksiniz
Atılan ok büyük, çok büyük yaralar açmıştır.
Bu yanlışın zihinlerden silinmesi, Kur'ân-ı Kerim’in, bu yanlış düzeltildikten sonra tekrar gözden geçirilmesi neticesinde, İslâm’ın tatbikatında çok şeylerin değişmesi gerektiği gerçeği ile karşılaşacağız.
Allah’ın dîni tektir. Allah bütün insanlar için bu dîni seçmiştir. Bütün kitaplar, bütün resûller (peygamber olan ve peygamber olmayan) İslâm’ı anlatır, İslâm’a davet eder, İslâm’ı yaşatır. Bu din “hidayet”i, “takva”yı, “teslim”i, kul olmayı, âmenû olmayı, Allah’ın rızasını kazanmayı, felâha ulaşmayı, Allah’ın bize olan bu vasiyetlerini emreder. Öğrenebilmek, yaşayabilmek için kitaba sahip çıkmak gerekir. Kendimize mal etmek gerekir. Bunu başarmak mümkün müdür? Hem mümkündür, hem mümkün değildir. Allahû Tealâ: “Kâinatı emrinize musahhar kıldım.” diyor. Allah’ın bu sözüne göre kâinata ne kadar sahipsek, her yerde kolayca bulabildiğimiz Kur'ân-ı Kerim’e de o kadar sahibiz, malikiz. Ne dersiniz, kâinatı emrinizde hissediyor musunuz?
Sevgili okuyucular, “Her resûl peygamberdir” dediğimiz zaman insanın Kur'ân-ı Kerim ile bağlarını tamamen koparmış oluyoruz. Resûl olmadan Kur'ân-ı Kerim insanlar için nedir? Tıpkı malik olamadığımız emrimizdeki kâinat gibi, sırrını muhafaza eden, asla hayatımıza tatbik edemeyeceğimiz, ama kütüphanelerin en üst raflarını süsleyen bir kitaptır. Âlimler Kur'ân’ı değil, el yazması kitapları, emaniyyeyi anlatmaya devam etsinler .
Bakın, Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in bugünleri işaret ettiği hadîs-i şerifi acı gerçeği bir defa daha nasıl yüzümüze vuruyor!…
“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecektir ki; İslâm’ın yalnız ismi, Kur'ân’ın ise resmi kalacaktır. Mescidler dış görünüşleri ile mamur fakat hidayetten mahrum kalacaktır. Onların âlimleri, gök kubbe altındakilerin en şerrlileridir. Fitne onlardan çıktı ve yine onlara dönecektir.”
Bu şerrli insanlar, insanlara yaptıkları büyük kötülük sebebiyle lânetlenmişlerdir:
2/BAKARA-79: “Fe veylun lillezîne yektubûnel kitâbe bi eydîhim summe yekûlune hâzâ min ındillâhi li yeşterû bihî semenen kalîlâ(kalîlen). Fe veylun lehum mimmâ ketebet eydîhim ve veylun lehum mimmâ yeksibûn(yeksibûne).”
Yazıklar olsun onlara ki; elleriyle kitap yazıp, sonra da (emaniyye bilgiler içeren) bu yazdıklarını az bir bedel (para) karşılığında satmak için: “Bu Allah'ın indindendir.” derler. Yazıklar olsun onlara, elleriyle (böyle şeyler) yazdıklarından dolayı... Yazıklar olsun onlara, kazandıkları şeylerden dolayı…
2/BAKARA-159: “İnnellezîne yektumûne mâ enzelnâ minel beyyinâti vel hudâ min ba’di mâ beyyennâhu lin nâsi fil kitâbi ulâike yel’anuhumullâhu ve yel’anuhumul lâınûn(e).”
İndirdiğimiz o beyyinelerden olan şeyleri ve hidayeti (ölmeden evvel ruhun Allah’a ulaştırılmasını) kitapta Allah insanlara açıkladıktan sonra gizleyenler (var ya); onlara, hem Allah lânet eder, hem de lânet ediciler lânet eder.
2/BAKARA-161: “İnnellezîne keferû ve mâtû ve hum kuffârun ulâike aleyhim la’netullâhi vel melâiketi ven nâsi ecmaîn(e).” Muhakkak ki (Allah’a ruhun ölmeden ulaşmasını, yani hidayeti) küfredip de (örtüp de, gizleyip de) kâfir olarak ölenler var ya: İşte Allah’ın, meleklerin ve insanların hepsinin lâneti onların üstünedir.
2/BAKARA-175: “Ulâikellezîneşteravud dalâlete bil hudâ vel azâbe bil magfirati, femâ esberahum alen nâr(ı).”
İşte onlar; onlar ki, hidayet karşılığında dalâleti, mağfiret karşılığında da azabı satın almışlardır. Bunlar ateşe karşı ne kadar sabırlıdırlar!


3-2-1- NEBÎ RESÛLLERLE, VELÎ
RESÛLLER ARASINDAKİ
FARKLAR.

Allah’ın Kur'ân’daki dîn öğretimi, insanların bugünkü dîn öğretiminden çok farklı hatta bir kısmı taban tabana zıttır. Bugün insanlar başka insanların yazdığı kitaplardan dîni öğrenmeye başlamışlar. Bunu tabii neticesi olarak da Kur'ân’daki gerçeklerden uzaklaşmışlar.
Öyleyse emaniyye kitaplarının (insanların el yazması kitaplarının) yazdığı gibi iddia ettiği gibi bütün resûller peygamber midir?
Kur'ân-ı Kerim’e göre bir kısım resûller peygamber hüviyetindedir. Bir kısım resûller, peygamber hüviyetinde değillerdir. Hatta Allah’tan bir emir alacak durumda olmayan insanlara da bazen Kur'ân-ı Kerim “resûl” kelimesini kullanarak hitap etmiştir. (Konumuzun başında bu ayırım yapılmıştı.)
Bütün resûller peygamber değildir.
Bütün nebîler peygamber midir? Evet, bütün nebîler peygamberdir. Kur'ân-ı Kerim’de nerede “nebî” kelimesi geçiyorsa, “nebî” kelimesinin geçtiği her âyeti teker teker taradık. Gördük ki; kesinlikle nerede “nebî” kelimesi geçiyorsa onların hepsi mutlaka peygamberdir.
İşte Allahû Tealâ’nın Al-i İmran Suresi 81. âyet-i kerimedeki ifadesi nebîlerin peygamber olduğu konusunu, ama kendilerine kitap verilmeyen değil tam aksine kendilerine kitap verilen peygamberler olduğunu kesinleştiriyor.
3/AL-İ İMRAN-81: “Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tensurun neh(nehu), kâle e akrertum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû ekrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne).”
Hani o zaman ki; Allah Nebîlerin (Peygamberlerin) MİSAK’ini (yeminini) almıştı: “Andolsun ki; size kitap ve hikmet verdim, sizlerden sonra sizinle beraber bulunanı (Allah’ın sizlere verdiği kitapları) tasdik eden Resûl gelince, O'na mutlaka îmân edecek ve O'na mutlaka yardım edeceksiniz. Bunu ikrar ettiniz mi, bu ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?” “İkrar ettik.” dediler. “Öyle ise şahit olun. Ben de sizinle beraber şahitlerdenim.” buyurdu.
Akaidin: “Nebîler kendilerine kitap verilmeyen peygamberlerdir.” demesine rağmen, demek ki Allahû Tealâ bütün nebîlerine kitap vermiş.
Herşeyden önce risaletle görevlendirilmiş Allah’ın resûllerinin hepsine peygamber demekten vazgeçmeliyiz. Bu bir açıdan bütün resûlleri aynı seviyeye getirmek anlamına geliyor ki; Allah’ın hiyerarşi kanununa ve bu kanuna göre düzenlenmiş Kur'ân’daki âyetlere ters düşüyor. Bütün resûllere “peygamber” demek ikinci açıdan; peygamber olan resûlleri kabul edip, peygamber olmayan resûllere inanmamak ve onları yok saymak, reddetmek anlamına geliyor ki; bu da Nisa Suresi 150. ve 151. âyet-i kerimelere göre o kişileri kâfir durumuna sokuyor:
4/NİSA-150: “İnnellezîne yekfurûne billâhi ve rusulihî ve yurîdûne en yuferrikû beynellâhi ve rusulihî ve yekûlûne nu’minu biba’dın ve nekfuru biba’din yurîdûne en yettehızû beyne zâlike sebilâ(sebîlen).”
Muhakkak ki; Allah’ı resûlünü inkâr eden kişiler, Allah ve O’nun resûlleri arasında ayırım yapmak isterler. Ve de: “Bir kısmına inanırız, bir kısmını inkâr ederiz.” derler. Ve bunların (küfürle îmânın) arasında bir yol ittihaz etmek isterler.
4/NİSA-151: “Ulâike humul kâfirûne hakkâ(hakkan), ve a‘tednâ lil kâfirîne azâben muhînâ(muhînen).”
İşte onlar gerçek kâfirlerdir. Ve Biz de kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırladık.
Nebîler, peygamberler Allah’ın tayin ettiği en üst seviyedeki resûllerdir. Peygamber olmayan diğer bütün resûllerden farklılıkları vardır. Bu farklılıkları Kur'ân-ı Kerim âyetlerine göre 10 grupta toplayabiliriz.



3-2-1-1- PEYGAMBERLER BELİRLİ KAVİMLERDE YAŞAMIŞLARDIR. PEYGAMBER OLMAYAN RESÛLLER DÜNYADA BULUNAN BÜTÜN KAVİMLERDE YAŞAMIŞLARDIR.

3-2-1-2- PEYGAMBERLER BÜTÜN DÜNYA HATTA KÂİNAT İÇİN VAZİFELİDİRLER.
PEYGAMBER OLMAYAN RESÛLLER SADECE KENDİ KAVİMLERİ İÇİN VAZİFELİDİRLER.

Yukarıda belirttiğimiz 2 farkla ilgili Kur'ân-ı Kerim âyetlerini inceleyelim:
16/NAHL-36: “Ve lekad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budullâhe vectenibût tâgût(e), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(tu), fesîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(e).”
Ve andolsun ki Biz bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûller beas ettik, (hayata getirdik, vazifeli kıldık) taguttan kurtulsunlar ve Allah’a kul olsunlar diye. Onlardan bir kısmı hidayete erdi ve bir kısmının üzerine dalâlet hak oldu. (Resûllere tâbî olanlar hidayete erdi, tâbî olmayanların ise üzerine dalâlet hak oldu). Yeryüzünde gezin, yalanlayanların akıbetinin nasıl olduğunu görün.
Bahsedilen resûller, peygamberler olsaydı “bütün ümmetlerin içinden” ifadesi kullanılmazdı. Peygamberler zamanında da peygamberlerin olmadığı zamanlarda da her ümmette, her kavimde bir resûl o kavim içinde tebliğ ile görevlidir. Bu resûller peygamber olamaz. Çünkü peygamberler kavimlerin bir kısmından çıkmışlardır. Bütün dünyaya hatta kâinata dîni öğretmekle ve yaşatmakla görev almışlardır.
2/BAKARA-129: “Rabbenâ veb'as fîhim resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtike ve yuallimuhumul kitâbe vel hıkmete ve yuzekkîhim inneke entel azîzul hakîm(hakîmu).”
Rabbimiz, onların içinden (birini), onların içinde (arasında) onlara Senin âyetlerini tilâvet edecek (okuyup açıklayacak), onlara kitabı ve hikmeti öğretecek ve onların (nefslerini), tezkiye (ve tasfiye) edecek resûl (olarak) beas et (hayata getir). Muhakkak ki Sen (evet) Sen; AZÎZ’ul HAKİM’sin.
Bu âyet-i kerimede de her kavmin içinden onların aralarında görev yapacak ve sadece o kavimlere âyetleri öğretecek resûller deniliyor. Peygamberlerin görevi bütün kavimler için, dünya içindir. Hatta kâinat içindir. Bu sebeple bu resûller peygamber resûller olamazlar. Burada bahsi geçen resûller, peygamber olmayan, her kavimde görevli olan resûllerdir.
13/RAD-7: “Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(i), innemâ ente munzirun ve likulli kavmin hâd(in).”
Ve kâfirler derler ki: “O’nun üzerine Rabbinden bir mucize indirilmeli değil miydi?” Sen sadece bir uyarıcısın ve bütün kavimler için hidayetçi vardır (zamanın her parçasında ve bütün kavimlerde).
Yukarıdaki âyet-i kerimede Peygamber Efendimiz’e Allahû Tealâ bütün dünya için, daha doğru bir ifadeyle kâinat için görevli olduğunu söylüyor. Ama her kavmin içinde onların arasında görevli olan resûllerin de ayrıca bulunduğunu açıklıyor. Her kavmin içinde bulunan ve sadece içinde bulundukları kavme öğretmekle görevli olan bu resûller, peygamber resûller değildir.
39/ZUMER-71: “Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeren), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ elem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne).”
Kâfirler zümre zümre cehenneme sürülürler, kapılara geldikleri zaman kapılar açılır. Cehennem bekçileri onlara derler ki, “Size sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki size (üzerinize) Allah'ın âyetlerini okusun (anlatsın izah etsin) ve sizi bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın, ikaz etsin. (Cehenneme girenler) dediler ki; “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.
Cehenneme ºüphesiz her devirde yaºayan insanlar gidecektir. Hepsine “Rüsulan minküm”, “sizin içinizden resûller gelmedi mi?” diye soruldu?una göre bu resûllerin her devirde yaºad??? ve her kavimde yaşadığı muhakkaktır.
Oysa peygamberler, Lut, Semut, Ad, Arap, İsrail gibi belirli kavimlerden çıkmışlardır.
Her devirde peygamberler yaºamad???na göre ve buradaki resûllerin peygamberlerin yaºamad??? devirlerde de her kavimde yaşad?klar? muhakkak olduğuna göre, peygamber olmadıklar? kesinlik kazanmaktad?r.
10/YUNUS-47: “Ve likulli ummetin resûl(resûlun), fe izâ câe resûluhum kudıye beyne hum bil kıstı ve hum lâ yuzlamûn(yuzlamûne).”
Her ümmetin bir resûlü vardır. Onlara resûlleri geldiği zaman onların aralarında adaletle hükmolundu. Onlara zulmedilmez.
İşte Allahû Tealâ: “Her ümmetin resûlü vardır.” dediği halde insanlar kendi içlerinde yaşayan resûlü görmez, yalanlar, reddederse, o toplumda adaletsizlik hüküm sürer.
Bugün adaletsizlik ve zulüm varsa bu, Allah’ın resûllerinin gizli tutulmasındandır. Onların inkâr edilmesindendir. Öyleyse bütün kavimlere resûller gönderiliyor. Halbuki peygamberler bir tek kavmin içinden gelir. Tek bir kavimdendir. O, bütün dünyanın peygamberidir. Ama resûller ait oldukları kavmin resûlleridirler. Ve peygamber varken bütün diğer kavimlerde de resûller vardır. Peygamber Efendimiz (S.A.V) peygamberken gene aynı devirde başka kavimlerde de resûller vardı.
Allahû Tealâ’nın Kur'ân-ı Kerim’deki ifadesi budur.
Peygamberler bir tek kavimden çıkarlar veya herhangibir kavimden çıkarlar. Ama bütün kavimlerin peygamberidir.
Peygamber olmayan resûller, her kavme gönderilir. Sadece içinde bulunduğu kavim için resûldür.


3-2-1-3- NEBÎ OLAN RESÛLLER ARASINDA UZUN FETRET DEVRELERİ VARDIR. (PEYGAMBERLER ARDARDA GELMEZLER.)
NEBÎ OLMAYAN RESÛLLERDE İSE DEVAMLILIK SÖZ KONUSUDUR. BU VELÎ RESÛLLER ARDARDA GELİRLER.

57/HADİD-27: “Summe kaffeynâ alâ âsârihim bi rusulinâ ve kaffeynâ bi îsebni meryeme ve âteynâhul incîle ve cealnâ fî kulûbillezînettebeûhu re’feten ve rahmeh(rahmeten), ve rehbâniyyetenibtedeûhâ mâ ketebnâhâ aleyhim illebtigâe rıdvânillâhi femâ reavhâ hakka riâyetihâ, fe âteynellezîne âmenû minhum ecrehum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).”
Onların arkalarından da resûllerimizi ardarda gönderdik. Meryemoğlu İsa’yı da arkalarından gönderdik ve ona İncil’i verdik. Ona tâbî olanların kalplerine refet ve rahmet kıldık. Ve üzerlerine farz kıldığımız, fakat kendilerinin güya Allah’ın rızasını kazanmak için icat ettikleri ruhbanlığa bile hakkıyla riayet etmediler. Biz de içlerinden âmenû olanlara (yaptıklarına karşılık olarak) mükâfatlarını verdik. Çoğu ise fasıklardı.
Bu âyette resûllerin ardarda (arası kesilmeden, devamlı olarak birbirinin ardından) gönderildiği, resûller arasında fetret devri bulunmadığı anlatılıyor.
17/İSRA-15: “Menihtedâ fe innemâ yehtedî linefsih(i), ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziretun vizra uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ(n).”
Kim hidayete ererse kendi nefsi için hidayete erer, kim de dalâlette ise dalâlette olmak onun aleyhinedir. Nezirin (ikaz edenin) nezrettiğini (ikazını, uyarısını) yerine getirmeyenlerin (bu sebeple günah yüklenenlerin) günahlarını başkaları yüklenmez. Bir resûl göndermedikçe (hiçbir kavme, hiç kimseye) azap etmeyiz.
Allahû Tealâ: “Resûl göndermedikçe Allah’ın insanlara azap etmesi söz konusu değildir.” buyuruyor. Rabbimiz her toplumun içine, bütün zamanlarda yaşayan resûller göndererek onları ikaz ediyor, uyarıyor.
13/RAD-7: “Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(i), innemâ ente munzirun ve likulli kavmin hâd(in).”
Ve kâfirler derler ki: “O’nun üzerine Rabbinden bir mucize indirilmeli değil miydi?” Sen sadece bir uyarıcısın ve bütün kavimler için hidayetçi vardır (zamanın her parçasında ve bütün kavimlerde).

Her kavime gelen bu resûller, aralıksız olarak gelirler. Hiçbir kavim resûlsüz bir devre geçirmez. Çünkü Allah: “Resûl göndermedikçe azap etmeyiz.” diyor. İşte aşağıdaki âyetler de bu konuya tam bir açıklık getirmektedir:
2/ BAKARA-87: “Ve le kad âteynâ mûsal kitâbe ve kaffeynâ min ba'dihî bir rusuli ve âteynâ îsabne meryemel beyyinâti ve eyyednâhu bi ûhil kudus(kudusi). E fe kullemâ câekum rasûlun bimâ lâ tehvâ enfusukumus tekbertum, fe ferîkan kezzebtum ve ferikan taktulûn(taktulûne).”
Andolsun ki; Biz, Musa'ya kitap verdik ve ondan sonra da, birbiri ardından (araları kesilmeksizin, peşpeşe) resûller gönderdik. Ve Meryem'in oğlu İsa'ya beyyineler (açık kanıtlar) verdik ve onu RUH'ÛL KUDÜS ile destekledik. Her ne zaman size bir resûl, nefslerinizin hoşlanmadığı bir şeyle (emirle) geldiyse, hemen kibirlendiniz. Bir kısmını yalanladınız ve bir kısmını da öldürdünüz.
23/MU’MİNUN-44: “Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etba’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(e), febu’den likavmin lâ yu’minûn(e).”
Sonra Biz resûllerimizi ardarda (arası kesilmeden, peşpeşe) gönderdik. Hangi kavme resûlü gelse hepsi onu tekzip ettiler (yalanladılar, reddettiler). O zaman Biz birbiri ardından onları yok ettik ve onları efsane kıldık. Mü’min olmayan kavim artık uzak olsun.
Tıpkı bugün insanların içinde görevlerini yapmaya çalışan resûllerin yalanlandığı gibi, o zamanlardan ibret olaylar vererek Allahû Tealâ bizleri ikaz etmektedir.
O halde konumuzu tamamlayalım; peygamberler zamanın bütün parçalarında yokturlar. Peygamberlerin arasında fetret devreleri vardır. İşte Hz. Musa, ondan kimbilir kaç yüz sene sonra Hz. Davud, arkasından birçok asırlık bir zaman aralığı ve Hz. İsa, Hz. İsa’dan 600 sene sonra Peygamber Efendimiz (S.A.V). O'nun vefat etmesiyle beraber 1400 seneden beri dünyada peygamber yok. Olması da mümkün değildir. Demek ki peygamberler arasında fetret devirleri var. Ama Allah’ın âyet-i kerimelerde söylediği resûllerin birbiri ardından gönderildikleri, arada boşluk olmadığı, bu boşluk olmaması sebebiyle de fetret devirlerinin mevcut olmadığını görüyoruz. Öyleyse bunlar peygamberler gibi fetret devirleri olmayan resûllerdir. Bu sebeple peygamber olmaları mümkün değil.
Öyleyse bütün kavimlere resûller gönderiliyor. Halbuki peygamberler bir kavmin içinden gelir. Tek bir kavimdendir. O bütün dünyanın peygamberidir. Ama resûller ait oldukları kavmin resûlleridirler. Ve peygamber varken bütün diğer kavimlerde de resûller vardır.
Allahû Tealâ’nın Kur'ân-ı Kerim’deki ifadesi budur.
Peygamberler bir tek kavimden çıkarlar. Ama bütün kavimlerin peygamberidir.
Peygamber olmayan resûller her kavme gönderilir. Sadece içinde bulunduğu kavim için resûldür.


3-2-1-4- ALLAHÛ TEALÂ CİNLERE VE MELEKLERE, CİN PEYGAMBERLER MELEK PEYGAMBERLER GÖNDERMEMİŞTİR.
AMA KUR’ÂN-I KERİM’DE CİN VE MELEK RESÛLLERDEN BAHSEDİLMEKTEDİR.

CİN RESÛLLER:

6/EN’AM-130: “Yâ ma’şerel cinni vel insi e lem ye’tikum rusulun minkum yakussûne aleykum âyâtî ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû şehidnâ alâ enfusinâ ve garrethumul hayâtud dunyâ ve şehidû alâ enfusihim ennehum kânû kâfirîn(kâfirîne).”
Ey insan ve cin topluluğu! Size âyetlerimi anlatan ve bugününüze ulaşacağınız konusunda sizi uyaran içinizden resûller (elçiler) gelmedi mi? “Kendi nefslerimize şahit olduk” dediler. Dünya hayatı onları aldattı. Ve kendilerinin kâfir olduğuna, kendileri şahit oldular.
Bu âyet-i kerimede gene resûl kelimesi kullan?lmakta ve cinlere de “kendi içlerinden resûller (Rüsulun minküm) gelmedi mi?” diye sorulmaktad?r.
Cinler için peygamber olmayacağına göre, burada geçen resûl kelimesinin peygamber olmadı?? muhakkaktır. Cinlere tebliğ yapan resûllerdir. Öyleyse insanlardan resûller olduğu gibi cinlerden de resûller olduğunu görüyoruz. Bu cinlerden olan resûllerin elbette peygamber olması mümkün değildir. Bir cin peygamberin, Kur'ân-ı Kerim’e göre peygamber olarak görev yapması hiçbir zaman mümkün değildir. Öyleyse cinlerin arasında da resûller var. Kendi kavimlerine Allah’ın hakikatlerini tebliğ etmek için vazifelidirler. Ama hiçbirisi peygamber hüviyetinde değildir.

MELEK RESÛLLER:

22/HAC-75: “Allahu yastafî minel melâiketi rusulen ve minen nâs(nâsi), innallahe semîun basîr(basîrun).”
Allah meleklerden ve insanlardan resûller seçer. Şüphesiz Allah işitendir, görendir.
Görülüyor ki;; Allah meleklerden de, insanlardan da, cinlerden de resûller seçiyor. Ancak peygamberleri, yalnız insanlardan seçiyor. Bu yüzden de her resûlün peygamber olması mümkün değildir.

3-2-1-5- NEBÎ RESÛLLER HANGİ KAVMİN İÇİNDEN ÇIKMIŞSA SADECE O KAVMİN LİSANINI KONUŞARAK
BÜTÜN DÜNYAYA HİTAP EDERLER.
AMA NEBÎ OLMAYAN RESÛLLER
HER KAVMİN İÇİNDEN ÇIKTIĞI İÇİN
HER KAVİMDE O KAVMİN LİSANIYLA KONUŞAN RESÛLLER VARDIR.

Yüce Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim'inde her kavme kendi dilleri ile aç?klama yapacak resûller gönderdi?ini beyan ediyor.
İbrâhîm Suresi 4. âyet-i kerimede ºöyle buyrulmaktadır:
14/İBRAHİM-4: “Ve mâ erselnâ min resûlin illâ bilisâni kavmihî li yubeyyine lehum, fe yudillullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâ’(u), ve huvel azîzul hakîm(u).”
Hiçbir resûlümüz yoktur ki Biz onu kendi kavminin lisanıyla göndermiş olmayalım. Onlara (kendi lisanlarıyla) beyan etsin (açıklasın) diye. Öyleyse Allah dilediğini (resûllere tâbî olmayanları) dalâlette bırakır. Dilediğini (resûllere tâbî olanları) hidayete erdirir. Ve O Azîz’dir, hikmet sahibidir.
Peygamberler tarihi boyunca konuşulan lisan İbranice ve Arapça olmuştur. Her kavme peygamber gönderilmemiºtir. Meselâ Türk kavmi için Türkçe aç?klama yapacak peygamber gönderilmemiştir. Buradan kesin bir noktaya ulaº?yoruz. Allahû Tealâ, bu âyet-i kerimede resûl kelimesini kullanm?ştır ama bu resûl peygamber değildir.


3-2-1-6- KUR'ÂN-I KERİM; NEBÎ RESÛLLERİN GÖREVLERİNİ 5 GRUP OLARAK, NEBî OLMAYAN RESÛLLERİN GÖREVLERİNİ İSE 4 GRUP OLARAK AÇIKLAMIŞTIR.

Nebî Olan Resûllerin Görevleri
2/BAKARA-150: “Ve min haysu harecte fevelli vecheke şetral mescidil harâm(i), ve haysu mâ kuntum fevellû vucûhekum şetrahu liellâ yekûne lin nâsi aleykum huccetun, illellezîne zalemû minhum fe lâ tahşevhum vahşevnî ve li utimme nı’metî aleykum ve leallekum tehtedûn(e).”
Nereden (yola) çıkarsan çık yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. Nerede olursanız olun, yüzlerinizi o yöne çevirin ki; insanların sizin aleyhinizde (kullanabilecekleri) delil olmasın. Onlardan zulmedenler hariç. Öyleyse onlardan korkmayın, Benden (sizin üzerinizdeki sevgimin azalacağından) korkun ki; sizin üzerinizdeki ni’metimi tamamlayım da böylece hidayete eresiniz.
2/BAKARA-151: “Kemâ erselnâ fîkum resûlen minkum yetlû aleykum âyâtinâ ve yuzekkîkum ve yuallimukumul kitâbe vel hıkmete ve yuallimukum mâ lem tekûnû ta’lemûn(e).”
Nitekim size; içinizde (görev yapmak üzere) sizden bir resûl (peygamber) gönderdik ki, âyetlerimizi size tilâvet etsin (okuyup, açıklasın) ve sizi (nefslerinizi) tezkiye etsin, size kitap ve hikmet öğretsin ve (hikmetin de ötesinde) bilmediğiniz şeyleri öğretsin.

Bu resûl;
1- Onlar?n üzerine Allah’ın âyetlerini tilâvet eder.
2- Onlar?n nefslerini tezkiye eder.
3- Onlara kitap öğretir.
4- Onlara hikmet öğretir.
5- Hikmetin ötesini onlara öğretir.
Görülüyor ki; peygamber resûllerin 5 görevi vardır.
Nebî olmayan resûllerin görevleri ise:
62/CUMA-2: “Huvellezî bease fîl ummiyîne resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(te), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(in).”
Onlara onların içinde Allah’ın âyetlerini okusun, onları tezkiye etsin ve onlara kitap ve hikmeti öğretsin diye, ümmîler için onların aralarından resûl beas eden (vazifeli kılan, hayata getiren) O Allah’tır. Ondan evvel (bu Resûl’e tâbî olmadan evvel) onlar açık bir dalâlet içinde idiler.
Al-i ?mran Suresinin 164. âyet-i kerimesinde ise ºöyle buyrulmaktadır:
3/AL-İ İMRAN-164: “Lekad mennallâhu alel mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).”
Andolsun ki; mü’minlerin (başlarının) üzerine bir ni’met olmak üzere kendi zamanlarında, kendi içlerinden bir resûl beas ederiz. Onların aralarında (her kavmin içinde) onlara âyetleri tilâvet eder, onları tezkiye eder ve onlara kitap ve hikmeti öğretir. Ondan evvel (bu mürşid resûllere tâbî olmadan evvel) onlar açık bir dalâlet içinde idiler.
Görülüyor ki; peygamber olmayan resûllerin dört görevi vard?r. Bunlar peygamber olmadıklar? için, peygamberlere has olan hikmetin ötesini ö?retmeye ehil ve yetkili k?l?nmam?ºlard?r.
Bu resûllerin her devirdeki insanların içinde vazifeli olduklar? bellidir. Çünkü:
1- Bu resûller her devirde yaşayan insanların arasında yaşamakta olmal?d?r ki onlara fiilen âyetleri okuyabilsin.
2- Onun için Yüce Rabbimiz onlar?n arasında fiilen görev yap?ld???n? anlatmak üzere “Filümmiyyîne” kelimelerini Cuma Suresi 2. âyet-i kerimede “Fîhim” kelimesini de Al-i ?mran Suresi 164. âyet-i kerimede kullanm?ºt?r. Bu iki kelime ümmîlerin içinde, onlar?n içinde anlamlar?na gelmektedir.
3- Yüce Rabbimiz her iki âyet-i kerimede de “resûlen minhüm” kullanmaktad?r. Onlardan, o kavimden bir resûl demektir. Her devirde yaºayan insanların arasında bir resûl vardır.
4- Resûl olan peygamberin 5 görevi vard?r.
Buna karşılık peygamber olmayan resûllerin dört görevi vard?r:
1- Kur'ân-? Kerim'i tilâvet etmek.
2- Nefsleri tezkiye etmek.
3- Kitap öğretmek.
4- Hikmet ö?retmek.
Görülüyor ki; peygamberlerin,
5-Hikmetin ötesinde bilinmeyen şeyleri öğretmek görevi, peygamber olmayan resûllere verilmemiºtir. Çünkü onlar bu konuda yetkili değillerdir.
Bu resûllerin görevinin her devirde yaşayan insanlar? hidayete ulaºtırmak olduğu aç?ktır. Çünkü Allahû Tealâ buyuruyor:
“Ondan önce (resûle tâbî olmadan önce) onlar aç?k bir dalâlet içinde idiler.” Resûle (mürºide) tâbî olabilmeleri için resûlün mevcut olması, var olması gerekir.
Yüce Rabbimizin burada mürºidler için kulland??? “bease”, beas etmek hayata getirmek (hayy etmek) demektir. Onlar?n (her devirde yaşayan insanların) devrinde do?an resûller olduğu anlaº?lmaktad?r.
Allahû Tealâ, Peygamber Efendimiz (S.A.V). zaman?nda yaºayanlara hitap etti?i zaman “küm” (siz) kelimesini kullan?yor. Bu âyetlerde ise “hüm” (onlar) kelimesini kullan?yor. Âyet-i kerimelerin Peygamber Efendimiz (S.A.V) devrinden evvelki ve özellikle sonraki dönemleri kapsad??? aç?ktır. Öyleyse bu aç?dan da bunlar peygamber olamazlar.
Görülüyor ki; Yüce Rabbimiz Cuma Suresi 2. âyet-i kerimede ve Al-i İmran Suresi 164. âyet-i kerimede “resûl” adını kullanmakla peygamberleri değil, peygamber olmayan Allah’a ulaºt?r?c? resûlleri kastetmektedir. O halde görevleri itibariyle de resûller; peygamber resûller ve peygamber olmayan resûller olarak ayrılıyor.
Bakara Suresinin 151. âyet-i kerimesinde resûl olarak adı geçiyor ama Allahû Tealâ görevlerini sıraladığı zaman bu görevlerin 5 tane olduğunu görüyoruz.
Öyleyse 28 basamakta olayları yerli yerine koyarsak farklılığı hemen göreceğiz. Bütün resûllerin görevleri 28. basamağın 6'ncı mertebesine kadardır. Peygamber resûllerin görevi ise 7'nci mertebeyi “tasarruf mertebesini” ihata eder.
Bu açıdan meseleye bakalım:


1. görev : Allah’ın âyetlerinin tilâveti
Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in ve bütün peygamber olmayan resûllerin Allah’ın âyetlerini tilâvet etmesi tam 14 basamak sürüyor.
1. basamakta olaylar yaşanır.
2. basamakta Allah insanların arasında hayır gördüklerini seçer.
3. basamakta kişi, Allah’a ulaşmayı diler.
4. basamakta kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah da onu Kendisine ulaştırmayı diler ve 4. basmakta onun üzerine Rahîm esması ile tecelli eder.
5. basamakta Allah, o kişi ile irşad makamı arasındaki hicab-ı mestureyi alır.
6. basamakta Allah, o kişinin kulaklarındaki vakrayı alır.
7. basamakta nefsinin kalbindeki ekinneti alır. Kişi âmenû olur, ilk yedi basamağı aşar. Bütün bu safhalar Allah’ın âyetlerinin tilâvetidir. Allah’ın âyetlerinin okunması ve anlatılmasıdır.
8. basamakta Allah, o insanın kalbine hidayeti koyar.
9. basamakta Allah’ın bu hidayeti o kişinin kalbinin nur kapısını Allah’a çevirir.
10. basamakta Allah o kişinin göğsünden kalbine bir nur kapısı açar ( nur yolu, nur tüneli) .
11. basamakta bu kişi zikir yapar. Ve Allah’tan gelen rahmetle fazl isimli iki tane nur göğsüne, göğsünden kalbine ulaşır. Kalbinde mühür olduğu için o kalpten içeriye sadece rahmet sızabilir. Onuncu basamağa kadar hiç kimsenin kalbine bir damla bile nur giremiyor. Hâlâ tilâvet devam ediyor. Kur'ân-ı Kerim’in ruhuna geçmek, Allahû Tealâ’nın evliyası olmadan mümkün değildir. Kişinin kalbinde %2 nur birikiyor ve huşû sahibi oluyor.
12. basamakta tilâvet devam ediyor.
13. basamakta hacet namazı kılıp mürşidini Allah’tan soruyor. Mürşidini görüyor.
14. basamakta mürşidine ulaşıyor, önünde diz çöküp tövbe ediyor. Ve Allah’ın yoluna; Sıratı Mustakîm’e giriyor.
Başının üzerine ni’met veriliyor (devrin imam resûlünün ruhu). Ruhu vücudundan ayrılıyor. Kalbindeki mühür açılıyor, içindeki küfür alınıyor. Yerine îmân yazılıyor.

2. görev : Nefsleri tezkiye etmek
Bu kişi nefs tezkiyesine başlıyor. Dalâletten kurtulmuş, hidayete adım atmıştır. Nefsi tezkiye olmuş mudur? Hayır. Henüz sıfır tezkiye noktasındadır. Lâfz müessesesi itibariyle tilâvet, nefs tezkiyesiyle birlikte devam ediyor.
1. basamak Nefs-i Emmare
2. basamak Nefs-i Levvame
3. basamak Nefs-i Mülhime
4. basamak Nefs-i Mutmainne
5. basamak Nefs-i Radiye
6. basamak Nefs-i Mardiyye
7. basamak Nefs-i Tezkiye
Her kademe kalpte %7 nur birikimini sağlıyor. Nefsini tezkiye eden kişinin kalbinde başlangıçtaki %2 nurla birlikte %51 nurlanma gerçekleşiyor.
Resûller peygamber olsunlar veya olmasınlar, onların ikinci görevi nefsi tezkiye etmektir. Nefsin tezkiye olduğu basamağa kadar Kur'ân-ı Kerim’in lâfzı öğretilmeye devam eder. Ama nefs de yavaş yavaş afetlerden kurtulmaya başlar. 21. basamakta 2 görev tamamlanmış olur. Burada artık Allah’ın nurları hakim duruma geçmiştir. O kişinin ruhu Allah’a ulaştı, nefsi tezkiye oldu. Fizik vücudu Allah’a kul oldu. Ve kişi Allah’ın cennetine ehil oldu. Allah’ın evliyası oldu. Peki resûl ne yaptı? Peygamberse 5 görevden ikisini yaptı. Peygamber olmayan bir resûl ise 4 görevden ikisini yaptı.

3. görev : Kitap öğretmek
1. Fenâ Makamı: Kişi Allah’ın evliyası oldu. Fenâ makamının sahibi. Ruhu Allah’a teslim oldu. Kitap öğretiliyor. Kitabın öğretilmeye başlanması 21. basamaktan sonra gelen 7 velâyet makamının 1. (fenâ) makamındadır. Artık o kişi Allah’ın evliyası olmuştur. Kur'ân-ı Kerim’in ruhunu anlayabilecek boyuta ulaşmıştır. Velâyetle birlikte Kur'ân-ı Kerim’in ruhuna geçiş başlamıştır.
Bu, velâyetin tamamlanmasıyla beraber kitap öğretilmesi adı altında ruhun birinci basamağı tahakkuk eder. Fenâ makamı kitabın öğretilmesinin 1. makamıdır.
2. Beka Makamı : Sonra bu kişiye Allahû Tealâ taht ihsan eder. Ruhu sonsuza o kadar o tahtta olacağı için ikinci makamın sahibi olacaktır. Beka makamı, kitabın öğretilmesinin ikinci basamağı, ikinci makamıdır.
3. Zühd Makamı : Kitabın öğretilmesinin üçüncü makamı zühd makamıdır. Ne zaman o kişinin zikri günün yarısını aşarsa önemli bir yere gelmiştir. O kişi artık zahiddir. Zikirsizliğe karşı zahid olmuştur. Ve Allah’a zühd sahibi olduğunu ispat etmiştir.
4. Muhsinler Makamı : Daha sonra o kişi fizik vücudunu Allah’a teslim edip fizik vücudu Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir özellik kazanmıştır.
İşte burası kitabın öğretilmesinin sonudur. 4. ruha girilir. Hikmetten evvelki Kur'ân-ı Kerim’in ruhunun öğretildiği 4 tane makam; fenâ, beka, zühd ve teslim makamlarıdır.
Burası kitap öğretmek görevinin sonudur.

4. görev : Hikmet öğretmek
Bundan sonra o kişi artık hikmet sahibidir. Çünkü daimî zikre ulaşmıştır.
Ulûl’elbab makamı, velâyetin 5. makamıdır. Kişi burada daimî zikrin sahibidir. Allah derhal hediyelerini verir:
Kalp gözünüzü açar. Artık siz sadece baş gözünüzle şu fizik âlemi değil kalp gözünüzle, Allah’ın size gösterdiği fiziğin ötesini de görmeye başlarsınız. Ve bu görüntüler, zemin kattan 7. katın sonuna kadar devam edecektir.
1-Ulûl’elbab olduğunuz zaman kalp gözünüz açılır.
2-Hemen arkasından hikmet sahibi olursunuz.
İşte hikmetin birinci makamı burasıdır: Ulûl’elbab makamı, daimî zikre ulaştığınız makam.
3/AL-İ İMRAN-191: “Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılen), subhâneke fe kınâ azâben nâr(nârı).”
O (ulûl’elbab) ki; (lübblerin, Allah’ın sır hazinelerinin sahipleri), onlar ayakta iken, otururken ve yan üstü yatarken (hep) Allah’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki); “Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Seni tesbih (tenzih) ederiz. Bizi ateş azabından koru.”
Ve kalp gözü ve kalp kulağı açıldığı için, hayır sahibi olduğu için, hüküm sahibi olduğu için ve tezekkür sahibi olduğu için kişi hikmet sahibi oluyor. Allah’ın söylediklerini işitiyor. Ve gösterdiklerini de görüyor. Bu makamın ötesi “ihlâs”tır. İhlâs makamı, hikmetin üst tarafı, hikmetin ikinci bölümüdür. Ulûl’elbab da hikmet sahibidir, muhlis de hikmet sahibidir. Ama muhlisler hikmetin aslî unsurlarını görürler. Zemin kattan itibaren 7 kata kadar olan bütün katları görürler. Ulûl’elbab makamına geldiği anda kişi, sadece zemin katı görebilir. Ama ihlâs makamına geçen birisi artık ondan sonra 7 tane kat görecektir. Birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı ve yedinci gök katlarında Sıratı Mustakîm boyunca ruhlara hangi işlemlerin yaptırıldığını birer birer görecektir. Burada hikmet müessesesi devam ediyor. Sonra kişi bu ihlâsta yedi tane gök katının hepsini görecektir. Nereye kadar? Sidret-ül Münteha’ya kadar.
Bir insan daimî zikre ulaşmadığı sürece ilmin bütününe vakıf olsa bile o sadece ilm’el yakînin sahibi olabilir, hikmet sahibi olamaz.
Kim hikmet sahibidir?
Hayır, hüküm ve tezekkür sahibi olan kişi.
Kalp gözü açılan ve kalp kulağı açılan kişi. İşte onlar ilm’el yakîni aşmışlardır, ayn’el yakînin sahibi olmuşlardır. Ayn’el yakîn nereye kadar devam eder? 7. gök katının 7. âlemine, Sidret-ül Münteha’ya kadar bütün âlemlerin görülmesiyle kişi ayn’el yakîni tamamlar.
Dikkat edin! Ulûl’elbab makamı da hikmet makamıdır, ihlâs makamı da hikmet makamıdır. İkisi de hikmetin ötesi değildir. Hikmetin muhtevası içindedirler. Ve hikmetin öğretilmesi de burada bitiyor.
Demek ki fenâ makamı, beka makamı, zühd makamı, muhsinler makamı dört makamdır ki; bunlar “kitabın öğretilmesi”dir. Kur'ân-ı Kerim’in ruhunun öğretilmesidir. Beşinci ve altıncı makamlar, ulûl’elbab ve ihlâs makamı hikmet makamlarıdır. Kitabın öğretilmesini kişi geçti ve burada hikmete geldi. Ve burada hikmetin öğretilmesi ile peygamber olmayan resûllerin görevleri tamamlanıyor. Hikmet makamının sonu peygamber olmayan resûllerin görevlerinin tamamlandığı yerdir. Bundan hariç olan, peygamber olmayan resûller var mı? Sadece devrin imamları.
Öyleyse Kur'ân-ı Kerim’in muhtevası içinde sonuca gittiğimiz zaman ne görüyoruz? Allahû Tealâ’nın, öğretimine tâbî tuttuğu insanların irşad makamları tarafından irşadlarında hep bu basamaklar söz konusudur. Şu geldiğimiz son nokta, hikmetin öğretilmesi noktası, peygamber olmayan resûllerin görevlerini tamamladı.
Peygamber olmayan resûllerin görevleri burada tamamlanıyor. Geriye bir basamak kalıyor. İşte orası hikmetin de ötesidir. Peygamber resûllerin görevi oradadır.

5. görev : Hikmetin ötesinin öğretilmesi
O ilmi öğrenen ama öğretmek yetkisine sahip olmayan, peygamber olmayan resûller hikmetin ötesini öğretemezler. Ama kendileri hikmetin bittiği yerden öteye geçecektir. Kim Allah’ın tayin ettiği bir mürşid olacaksa, o mutlaka bu hikmetin ötesine geçecektir ki; başkalarına hikmeti öğretebilsin.
Bir seher vakti, Allahû Tealâ onları Tövbe-i Nasuh’a davet eder. Tahrim Suresi 8. âyet-i kerimede Allahû Tealâ’nın söylediklerini tek tek tekrar eden insan ihlâs makamını aşar.
Salâh makamına kadar Yunus Emre’nin ifadesi şöyle: “İim nurla doldu.” Salâh makamını yaşarken: “İçim dışım pür nur oldu.” diyor. Burada insan daire şeklinde bir nurun sahibi oluyor. Ne zaman Tövbe-i Nasuh’u gerçekleştirir de salihlerden olursanız, o zaman Allahû Tealâ başınızın üzerinde oluşturduğu o nurla dışınızı da nurlandırıyor. Bu nur salâh nurudur. Ulûl’elbab ve ihlâs makamlarında kişinin nefsinin kalbi; 1 kademe ulûl’elbab makamında, 7 kademe ihlâs makamında ve 4 mertebe salâh makamında olmak üzere müzeyyen olur. Allah’a köle olmaya kişi hazır olur. 5. mertebede Allah kişinin iradesini Kendi ilâhi iradesine bağlar. Burası hikmetin ötesidir.
Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve bütün peygamberler insanlara hikmetin de ötesini öğretmişlerdir. Peygamber olmayan devirlerde yalnız zamanın halifeleri gene hikmetin ötesini öğretmeye devam etmişlerdir ve 28. basamak burada tamamlanmaktadır.
Öyleyse Kur'ân-ı Kerim açıklamalarını Allah’ın öğrettiği Kur'ân-ı Kerim muhtevası içinde dizayn etmek lâzımdır.


3-2-1-7- KUR'ÂN-I KERİM’DE RIZAYA ULAŞMIŞ VE ULAŞMAMIŞ RESÛLLER VARDIR.

72/CİN-26: “Âlimul gaybi fe lâ yuzhiru alâ gaybihî ehadâ(ehaden).”
Gaybı bilen Allah, gaybı kimseye açıklamaz.
72/CİN-27: “İllâ menirtedâ min resûlin fe innehu yesluku min beyni yedeyhi ve min halfihî reşadâ(reşaden).”
Ancak resûllerden rızaya (Tasarruf rızası) ulaşanlar müstesna. Öyleyse muhakkak ki; O (Allah) onların önünden ve ardından muhafız gönderir.
Allah'?n gayb? bildirdi?i resûller, resûllerden sadece tasarruf r?zasına ulaºanlard?r. Öyleyse bu âyet-i kerime iki çeºit resûlden bahsediyor. Allahû Tealâ’nın gaybı bildirdiği en üst seviyedeki resûlleri var: Allah’ın en üst seviyedeki rızasını kazanmış olanlar; tasarruf rızasını kazanmış olanlar. Bir de aynı devirde yaşayan Allah’ın bihakkın rızasına ulaşmış ama tasarruf rızasına ulaşamamış resûlleri vardır. Her devirde sadece bir tek resûl, tasarruf rızasına ulaşabilir. Bütün peygamberler, Allah’ın tasarruf rızasına ulaşmışlardır. Ama aynı devirde bütün kavimlerde yaşayan diğer resûller, o rızaya ulaşamamış resûllerdir.
Allah’ın risaletle görevli kıldığı bütün resûller mutlaka Allah’ın rızasına (bihakkın) ulaşmıştır. Buradaki işaret edilen rıza, tasarruf rızasıdır.
Allah'?n tasarruf r?zas?na ulaºan ve ulaºamayan resûller. Bu sebeple Allah'?n tasarruf r?zas?na ulaºamayan resûllerin peygamber olması mümkün değildir.
Allah’ın bütün peygamberleri Allah’ın tasarruf rızasına ulaşmış olduğu halde Allah’ın tasarruf rızasına ulaşamamış resûlleri de vardır. Onlar peygamber olmayan resûllerdir.


3-2-1-8- ALLAH BÜTÜN NEBÎLERE ŞERİAT KİTAPLARI İNDİRMİŞTİR. OYSA NEBÎ OLMAYAN RESÛLLERİN SADECE BİR KISMINA SOHBET NİTELİĞİNDE KİTAPLAR GELMİŞTİR.

3/AL-İ İMRAN-81: “Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tensurun neh(nehu), kâle e akrertum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû ekrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne).”
Hani o zaman ki; Allah Nebîlerin (Peygamberlerin) MİSAK’ini (yeminini) almıştı: “Andolsun ki; size kitap ve hikmet verdim, sizlerden sonra sizinle beraber bulunanı (Allah’ın sizlere verdiği kitapları) tasdik eden Resûl gelince, O'na mutlaka îmân edecek ve O'na mutlaka yardım edeceksiniz. Bunu ikrar ettiniz mi, bu ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?” “İkrar ettik.” dediler. “Öyle ise şahit olun. Ben de sizinle berab
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
Vuslatim
Forum Yöneticisi
Forum Yöneticisi



Kayıt: Nov 02, 2004
İletiler: 3121
Şehir: Turan/Almanya

İletiTarih: Pzr Tem 10, 2005 1:38 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

reisim25 demiş ki:
taybru Aradaşım, şu ayetleri yazman hoşuma gitmiyor. Çünkü bu iş için ehil olmayan, ehli Sünnet olmayan ve bu konuda titri ve akademik kariyeri olmayan insanların yazdıklarını okuma ve okutmak yanlıştır.
kaldı ki senide tanımıyoruz ve sen de bir adamı bize kaç defadır "mehdi" diye yutturmağa çalışıyorsun.
Ayet-i Kelime ve mealleri yalnızca ustaları tarafından yazılmalı, ve tefsirleride onlar tarafından verilmelidir. sen zahmet etme, herkes bu konuya kalkarsa ortalık "fetva makamı" veya "fetva" dan geçilmez.



Reisim25 Agabeyim... Allah (c.c.) razi olsun.

Burda hepimizin bilgisi malesef ayni degil. Ilahiyat fakultesi mezunu degiliz. Dini vecibelerini yerine getirmeye calisan samimi müslümanlariz.

Önemli buldugum bir konuya temas etmissin. Burda kelime oyunlari ile insanlarin kalperini hastalandiracak sohbetleri tasvip etmiyorum. Burasi Ülkücü bir site. Ve BEN DINIMI ÜLKÜCÜ HOCALARIMIZDAN ÖGRENMEK ISTOYORUM.

Ülkücülügü süpheli kisilerin burdaki yazilarina itibar etmiyorum. Hele siteye yeni katilmislarsa.

Allah (c.c.) Türk´ü korusun ve yüceltsin....
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
dagdeviren
Amatör Üye
Amatör Üye



Kayıt: Apr 04, 2004
İletiler: 61

İletiTarih: Pzr Tem 10, 2005 1:40 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Copy paste yapmayı bırak soruya cevap ver sadece..

Birde şunu kafandan çıkarma sakın..

Allah’a karşı yalan uydurandan ve kendisine hiç bir şey vahyedilmediği halde ‘Bana da vahyolundu.’ diyenden de ‘Allah’ın indirdiği âyetler gibi ben de indireceğim.’ diyenden daha zâlim kim olabilir?

Bu zalimler ölüm dalgaları içinde can çekişirken, melekler de ellerini uzatmış ‘Haydi canlarınızı teslim edin, Allah’a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve Allah’ın âyetlerine karşı kibirlilik taslamanızdan ötürü, bugün siz horlayıcı alçaltıcı bir azabla cezalandırılacaksınız!’ derken bir görsen!” (En’am: 93)


Ümmetim için saptırıcı imamlardan korkarım. Ümmetim arasına kılıç bir kere girdi mi, artık kıyamet gününe kadar kaldırılmaz. Ümmetimden bir kısım kabileler müşriklere iltihak etmedikçe, ümmetimden bir kısım kabileler putlara tapmadıkça kıyamet kopmaz. Ümmetimde otuz tane yalancı çıkacak hepsi de kendisinin peygamber olduğunu iddia edecek. Halbuki ben peygamberlerin mührüyüm (sonuncusuyum) ve benden sonra peygamber de yoktur. Ümmetimden bir grup hak üzerinde olmaktan geri durmaz. Onlara muhalefet edenler onlara zarar veremezler. Allah’ın (kıyamet) emri, onlar bu halde iken gelir.” (Kütüb-i Sitte Muhtasarı c.13 sh. 425)




İşte sizin durumunuz :

Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: "Risalet ve Nübüvvet son bulmuştur. Benden sonra ne bir resul, ne de bir nebi gelmeyecektir." (Tirmizi, Müsned- i Ahmed.)
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
ozbeken
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye



Kayıt: Aug 24, 2004
İletiler: 566

İletiTarih: Pzr Tem 10, 2005 1:50 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Dağdeviren ;

Ayet ve hadis rivayet etme ehl-i sünnete göre senin benim yapacağım iş değil. O iş ehil kalemlerce yapılmalı. Ayet-i yazıp bak buna delalet ediyor diyemezsin.

Dinlerarası diyaloga biz de karşıyız ve bunu sitede onlarca yazıda belirttik. Ama bunu yaparken sizinki gibi ayet ve hadisi direkt rivayet etmedik.

Ayeti veya hadisi kendi kafana göre yorumlama. Siz bize ELmalı merhum rivayet ediyor ki veya Ruhul Beyan tefsirinde zikredilir ki deyin ki sizin EHl-i Sünnet olduğunuzu anlayalım.

Böyle ayet veya hadis yazıp, esbab-ı nuzulü yani ayetin iniş sebebini yazmayan, ayet-i kendi kafasına ve reyine ve aklına ve olmayan ilmine göre yorumlayanlar ancak ve ancak sapık fırka mensublarıdır. Kendinizi onların seviyesine indirmeyin.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
yasin72
Yeni Üye
Yeni Üye



Kayıt: Jul 09, 2005
İletiler: 28

İletiTarih: Pzr Tem 10, 2005 6:31 am    ileti konusu: .. Alıntıyla Cevap Gönder

bakınız ben birşey yutturmaya çalışmıyorum hidayet Allah dan herşeyin başı Halisane dilek ölmeden önce ruhunu Allaha ulaştırmayı dilemek bu birçok ayettte farz eskiden erenler evliya derlermiş bu Allah dostları hep küçük topluluklara olmuş kübera kuru ilim sahibi kibir ehli dindarlar hep karşı çıkmıştır bu ayetlerle sabittir istediğinize sorun ne diyor yunus emre medreseler müderrisi okutmadılar bu dersi nerden aldın bu ilmi deyu soralar şeytan 14 asırda kuranı değiştirememiş ama uygulamayı değiştirmiş yığınlar ayetlerden habersiz saf saf islamın 5 şartı ile kurtulacaklarını zannediyorlar Allah a ulaşmayı dilemedikçe kurtulmaları mümkün değil kurana göre

33/AHZAB-67: Ve kâlû rabbenâ innâ ata’nâ sâdetenâ ve kuberâenâ fe edallûnes sebîl(sebîlâ).
Cehennemde olanlar derler ki: “Yarabbi, muhakkak ki; biz, sâdatlarımıza (dînde ileri gidenlerimize) ve küberamıza (büyüklerimize) itaat ettik. Ve böylece Senin yolundan (Sıratı Mustakîm’inden) saptık.

sadece bir dilekle Allah kalp gözünüzü açacağını size hidayet vereceğini ayetlerle açıklıyor Ona güvenin hacet namazı kılın sorun kim sahtekar kim yalancı


Vahiy denince biz sadece Allah’ın peygamberlerine verdiği kitapları ve sayfaları anlıyoruz. Bunlar vahyin bir bölümünü, tilavet edilen vahyi, yani “vahy-i metlû”yu oluşturur. Herkesi ilgilendiren Allah’ın emir ve yasaklarını içerir.



Bir de Allah’ın kalp kulağını açtığı kişi ile olan konuşması vardır. Şura Suresi 51. ayete göre bu da vahiydir. Ancak tilavet edilmeyen vahiy, yani “vahy-i gayrimetlû”dur. Başka insanları bağlayan hükümler içermez. Allah’ın, sadece o kişi ile yaptığı konuşmadır. Allah’ın pekçok evliyası ise bu vahiyden kitaplarında şöyle bahsediyorlar:



· Abdülkadir Geylâni Hazretleri’nin “sohbetler” kitabı 578. sayfa: “Allah’ın verdiği şeylerden kopup O’na yönelen ve meleklerle ünsiyeti neticesi onların sözlerini işitmeye ve muhtelif suretlerde kendilerini görmeye başlayan kişi meleklerin sözlerine iyice alıştığı ve yüzlerini görmeye iştiyak duyduğu anda kendisi ile onlar arasında perde kaldırılır. Kalp bu safhaya geldikten sonra tekrar Allahû Tealâ onu perdeler. Kendi yakınlarının durumuna getirir. Burada ise suhuttan sonra olanlar olur. Allah onun kalbine vahyedeceğini vahyeder. Tıpkı Musa (A.S)’ın annesine vahyettiği gibi.”



Demek ki Abdülkadir Geylani Hazretleri’ne göre de Allah’ın sözlerini işitmek, emir almak sadece peygamberlere has bir olgu değildir.



· Eşref Rumi Hazretleri:

“Ol dost sultandır, ben ona kul/ Her dem yeni yeni nüzul”

(Her an Allahû Tealâ’dan inen, nüzul eden yeni şeyler)

“Andandır bu cümle usul” / “Ondandır her bahsimiz”



Görülüyor ki, Allahû Tealâ her an söylediklerini bu büyük veliye işittiriyor ve ondan inen, Allah’tan inen, nüzul eden bu sözler bir esas, usul oluşturuyor. Ve bu usul ile Eşref Rumi Hazretleri, “Divan”ını vücuda getiriyor. Yani Divan’ın esası, hep Allah’tan nüzul eden, indirilen sözler.



· Yunus Emre:

“Çalaptır (yani Allah’tır) söylettirir /Yunus bilmez kendi hal

Düşmüş idik Hak kaldırdı, birliğini bize bildirdi.”

Allah bize söylettiriyor, “Allah bize birliğini bildirdi.” Diyor.



· Ahmet Yesevi Hazretleri:

“Garip, fakir, yetimleri kıl sen şamdan / Parçalayıp aziz canın eyle kurban

Yiyecek bulsan cemil ile kıl sen ihsan / Hak’tan işitip bu sözleri dedim işte.”

Bunların hepsini Allah’tan işittiğini söylüyor Ahmet Yesevi Hazretleri.



Demek ki Allah’ın sözlerini işitmek, Allah’tan emir almak sadece peygamberlere has bir olgu değildir. Allah’ın velileri de böyle söylüyor. Kur’ân-ı Kerim de böyle söylüyor. Secde Suresi 24. ayette Allahû Tealâ, Allah’tan emir alan ve bu emirle insanları hidayete erdiren imamlardan söz ediyor.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
reisim25
Özel Üye
Özel Üye



Kayıt: Mar 25, 2005
İletiler: 779
Şehir: TR

İletiTarih: Pzr Tem 10, 2005 7:51 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

yasin72;
Şu sitedeye bir daha asla Ayet'i kelime yazma ve mealinide verme, gene belirttim, gene anlamadın, sana inanmıyor ve senin meal ve tefsirinle bu sitede kimse ilgilenmiyor. Boşuna zahmet çekme. Sen aklını başına topla, kendine yazık etme.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder
kadir45
Site Yöneticisi
Site Yöneticisi



Kayıt: Jun 03, 2004
İletiler: 3100

İletiTarih: Pzr Tem 10, 2005 8:03 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Yasin72;
oturup güzel güzel islam dinini anlatacaksan,sayfalar dolusu yaz.Kimse şikayet etmez bu sitede.Ama şeyhini uçuracaksan,şeyhinin reklamını yapacaksan buna izin verilmez.Benden günah gitti.Uyarımı yapıyorum.Devam edersen kendin bilirsin.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder
gazibaba
Amatör Üye
Amatör Üye



Kayıt: Sep 28, 2004
İletiler: 151
Şehir: türkiye

İletiTarih: Pzr Tem 10, 2005 8:44 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Arkadaşlar yasin72 ve bunun gibi düşünenler Nedense ayetlerin meallerini degisik yazmaktalar. Dikkat ettim bu yanllış yazılan (özellikle yanlış yazılmış) mealler ŞARLATANIN kitaplarında geçmektedir. Başka hiç biryerde bu ayet mealleri mevcut değildir. ŞARLATAN kendini Mehdi, Resul kabul eden kişinin değişik meal vermesi biraz tuhafıma gitti ve Kendim meallden bizzat baktım hatta şu anda tefsirdende inceleme yapmaktayım. Bu şahıslar kendilerini doğru çıkartmak için Kur'an-ı Kerimde Peygamber geçen yerleri Resul diye veya Nebi diye değiştirmektelelr ve Ayetlerin iniş ve neyi anlattığını bilmeden ve neyi anlatmak istediğini anlamadan sadece ve sadece kendi ŞARLATAN'larını doğuru çıkarmak için değiştirmekteler. Kaldı ki bu insanların ne arapça ne tefsir ne akaid ne fıkıh ne tasavvvuf ne de Hadis İlimleri mevcuttur. Onun için bunların göstermiş olduğu Ayet Mealleri dikkatlice incelenmelidir. Kaynak olarak gösterdikleri Ayetleri inceledim ve aşağıya aktardım.
Bu vermiş olduğun ayetlerin mealleri kaynak Elmalılı Hamdi Yazır Diyanet yayınları

Duhan Suresinin 10 11 12 13 14 ayetlerinde Cenab-ı Hak buyurmakta ki;
10 -11Ey Muhammed ! Göğün, insanları bürüyecek ve gözle görülecek bir duman çıkaracağı günü bekle; bu can yakan bir azabdır.
12 İnsanlar: “Rabbimiz! Bu azabı bizden kaldır, doğrusu artık bir inananlarız” derler. 13-14 Nerde onlarda öğüt almak? Kendilerine gerçeği açıklayan bir Peygamber gelmişti ve ondan yüz çevirmişler, “Belletilmiş bir deli” demişlerdi...
...

Al-i İmran 81 Ayetin Meali; Allah Peygamberlerden ahid amıştı: “And olsun ki size Kitap, hikmet verdim; sizde olanı tasdik eden bir Peygamber gelecek ona mutlaka inanacaksınız ve ona mutlaka yardım edeceksiniz, ikrar edip buahdi kabul ettiniz mi?” dimişti. “ikrar ettik” demişlerdi de: “Şahid olun, Ben de sizinle beraber şahidlerdenim” demişti.
Ahzab suresi ayet 7 Peygamberlerden söz almıştık. EY Muhammed! Senden, Nuh’dan, İbrahim’den,Musa’dan,Meryem oğlu İsa’dan sağlam bir söz almışızdır.
Hacc suresi 52 Ey Muhammed! Senden önce gönderdiğimiz hiçbir elçi ve peygamberyoktur ki; birşeyi arzuladığı zaman şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmamış olsun. Allah şeytanın karıştırdığını giderir, sonra Allah kendi ayetlerini tahkim eder. Allah bilendir Hakimdir.
Bu Ayette Allah Resuller ve Nebileri ayırt etmektedir diyorsun peki neden Ali İmran suresi 81 ayetteki aynı hassasiyeti göstermiyorsun. Bak orada Özellikle Peygamberler buyuruyor Allah cc.

Furkan suresi, 27-29 O gün zalim kimse ellerini ısırıp: “Keşki Peygamberle beraber bir yol tutsaydım, vay başıma gelene; keşki falancayı dost edinmeseydim. And olsun ki beni bana gelen Kur’an’dan o saptırdı. Şeytan insanı yalnız ve yardımcısız bırakıyor” der
Dikkat ederseniz bu Ayet’i kerimelerin mealleriyle sizinkisi arasında fark var siz yazmış olduğunuz mealler arasında kimi yerde Resul kimi yerde Nebi ifadeleri farklı olmaktadır. Genel anlamda ise temel temele anlam ve terim farklılığı mevcuttur. Yani siz bazı yerlerde işinize geldiği gibi terim değişikliğine gidiyorsunuz .Bu ifadeler Kur’an-ı Kerimin manasına telafuzuna ve Cenab-ı Hakkın muradını kavramaya ters düşerki Allah korusun dinden çıkmaya sebeb olur.

DİKKAT EDERSENİZ ARKADAŞLAR DİNİ BÜTÜNLÜĞÜMÜZÜ BOZMAK İÇİN UĞRAŞANLAR HER ZEMİN VE ZAMANDA BİR ARAYA GELMEKTELER. BAKINIZ RADİKALLER DEDİĞİMİZ İRANCILAR, MEALCİLER DEDİĞİMİZ VEHHABİ PİÇLERİ, KENDİNİ PEYGAMBER DİYE YUTTURMAYA ÇALIŞAN ŞARLATANLAR MiKROPLU SALYALARINI İNSANLARA BULASTIRANLAR, DİNLER ARASI DİYALOĞ UŞAKLIĞIYLA MİLLETİMİZİ ABD VE MİSYONERLERE SATMANIN HESABINI YAPAN CİNSİ YAPISI BELLİ OLMAYAN KOYNUNDA HAÇ TAŞIYAN SÖZDE MÜSLÜMAN KILIKLI KARDiNALLER.
BUNLARIN AĞABABALARI ŞU İYİ BİLİYOR BU MİLLETİN DİNİ BÜTÜNĞÜNÜ YIKTIĞI ZAMAN MİLLİ BÜTÜNLÜĞÜDE ORTADAN KALKACAKTIR. AMA NAFİLE BU MİLLET BÜYÜK BİR MİLLETTİR VE HİÇ BİR ZAMAN İÇİNDE MİKROPLAR YAŞAYAMAMIŞTIR. ÇÜNKÜ BU MİLLET PEYGAMBER SAV. EFENDİMİZİN SAHABESİNDEN SONRA İSLAMA EN ÇOKHİZMET ETMİŞ VE İSLAMI AŞK VE SEVGİ BOYUTUNDA YAŞAMIŞTIR. DÜN ORTADOĞUNUN (HİCAZ BÖLGESİNİN) ELİMİZDEN ÇIKMASINI SAĞLAYAN ABDULVEHABLAR, AFRİKANIN ELİMİZDEN ÇIKMASINI SAĞLAYAN ABDUH VE AFGANİLER, HİNDİSTAN VE PAKİSTANIN ELİMİZDEN ÇIKMASINI SAĞLAYAN REŞİT RIZALAR VARDI BUGÜNSE ELİMİZDE KALAN ANADOLUMUZU ELİMİZDEN ALMAK İÇİN ALTIN VURUŞU YAPMAYA HAZIRLANMAKTALAR VE BUNUN İÇİN FETULLAH GÜLENİ VE NURCULARI, ŞARLATANLARI, İSLAMOĞLU VE RADİKALLERİ, VS KULLANMAKTALAR AMA BOŞUNA BU MİLLETİ UYARAN BİR BERABER OLMAMIZI SAĞLAYAN EHL-İ SÜNNET ALİMLERİ MEVCUTTUR. VE BU İNSANLARIN SAYISI HİÇDE AZ DEĞİLDİR. VE BİZLER BU SAPIK FİKİRLER KARŞISINDA HERŞEYİMZLE MÜCADE ETMEKTEYİZ. DERGİLERİMİZ GAZETELERİMİZ TVLERİMİZ, PARTİMİZLE BU MÜCADELEYİ TOPYEKİN SÜRDÜRMEKTEYİZ.

GELİN GELİN GELİN KÖKÜNÜZ KAZININCAYA KADAR GELİN....
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
gazibaba
Amatör Üye
Amatör Üye



Kayıt: Sep 28, 2004
İletiler: 151
Şehir: türkiye

İletiTarih: Pzr Tem 10, 2005 11:54 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Peygamberin (as) ve O’na ümmet olanların görevi “diyalog” değil ‘hakkı tebliğ’dir

Sayılarını ancak Cenabı Hakkın bildiği bütün peygamberlerin görevi tebliğdir. Gelen yüz üç kitap da –bozulmadan önce– bu hakikatleri içerirdi.
Tek ve son hak kitap Kur’an–ı Kerim de baştan sona bu hakikatlerle doludur.
Kur’an–ı Kerim’de içinde “tebliğ” kavramının geçtiği onlarca ayet vardır. “Tebliğ” kelime olarak; Ulaşmasını sağlamak, götürmek, iletmek, bilgilendirmek gibi manalara gelir. Bir terim/deyim olarak “tebliğ”; İslam’ın insanlara ulaşması/ulaştırılması anlamına gelir.
Yeri gelmişken şunu da ifade edelim ki, Hıristiyanlık inancında “tebliğ”in karşılığı misyonerlik/diyalogdur. Müslüman “mübelliğ/tebliğci olduğu gibi her Hıristiyan da kendi inancı için misyoner/diyalogcudur.
Kuran ölçülerine göre son Peygamber Hz. Muhammed (as)’ın yegane görevi de işte bu “tebliğ”dir. Bir başka ifadeyle O bir “mübelliğ/tebliğcidir. Bu bizim şahsi kanaatimiz değil, Allah’ın beyanıdır.
Hz. Peygamber her insanı bu ilahi hakikatle muhatap almış ve her insana bu ilahi hakikati sunmuştur. Hangi dinden, hangi kabileden, hangi ırktan olursa olsun, O, bu “tebliğ/İslam’ı sunma görevini” bütün olumlu veya olumsuz şartlarda, her fırsatta yerine getirmiştir.
İste, sana Mekke’nin idaresini verelim, iste sana mal mülk verelim, iste seni Mekke’nin en güzel kadını ile evlendirelim “diyalog” teklifini reddetmiş, “Ayı sağ elime güneşi sol elime verseniz, ben bu davadan, rabbimin bir emri olmadıktan sonra asla dönmem” evrensel beyanı ile de asıl vazifesinin bir tebliğci olduğunu en açık bir şekilde ortaya koymuştur.
Hz. Muhammed (sav)’in asıl görevinin tebliğ olduğunu ifade eden onlarca ayetten işte bir kaçı.
“Ey Resûl! Rabb’inden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kafirler topluluğuna rehberlik etmez” (Maide, 5/67).
“...eğer (itaatten) yüz çevirirseniz bilin ki, Resulümüzün vazifesi apaçık tebliğdir” (Maide, 5/92).
“...Peygambere düşen, yalnız açık bir tebliğdir. (Ankebut, 29/18).
“Eğer yüz çevirilerse, bilesin ki biz seni onların üzerine bekçi göndermedik. Sana düşen sadece duyurmaktır...” (Şura, 42/48).
“Allah’a itaat edin, peygambere de itaat edin. Yüz çevirirseniz bilin ki, elçimize düşen apaçık bir tebliğ/duyurmadır” (Tağâbûn, 64/12).
(Bu konudaki diğer bazı ayetler: Ra’d, 13/30; Nahl, 16/35,82; Nur, 24/54)
Maide suresi 67. ayetten açıkça anlaşılan bir başka husus da, O’nun gönderilme sebebi olan tebliğ/duyurma görevini yerine getirmemesinin anlamı risaletin/elçiliğin yapılmaması demek olduğudur. “Eğer tebliğ görevini yapmazsan, O’nun elçiliğini yapmamış olursun.”
Şunu da ifade edelim ki, içinde “tebliğ” kelimesi geçmese de aynı manaya gelen başka ayetler de vardır:
“Şüphesiz biz seni, şahid, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Ta ki, (ey müminler) Allah’a ve resulüne iman edesiniz, Resulüne yardım edesiniz, O’na saygı gösteresiniz ve sabah akşam Allah’ı tespih edesiniz.” (Fetih, 48/8–9).
Bir çok Kuran ayetinde değişik kalıplarda geçen “davet/çağırma kelimeleri de aynı manaya yani tebliğ manasına gelir:
“(Ey Resulüm) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et...” (Nahl, 16/125).
“Biz her ümmete, uygulamakta oldukları bir ibadet tarzı gösterdik. Öyle ise onlar (ehl–i kitap) bu işte seninle çekişmesinler. Sen Rabbine davet et. Zira sen, hakikaten dosdoğru bir yoldasın. Eğer seninle münakaşa ve mücadeleye girişirlerse: “Allah yaptığınızı çok iyi bilmektedir” de” (Hac, 22/67–68).
“İşte onun için sen (tevhide) davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol...” (Şûra, 42/15). Bu ayetin öncesi ve sonra da aynı manaya gelmektedir.
Son peygamber Hz. Muhammed (as)’dan önce gelmiş bütün peygamberlerin de vazifesidir “tebliğ.”
Kısaca İslam’ın getirdiği “amentü”ye inanan herkesin vazifesidir İslam’ı tebliğ etmek. Yukarıda da ifade ettiğim gibi Hz. Peygamber bu tebliğ görevini ifa ederken Ehl–i Kitab’a (Yahudi ve Hıristiyan olanlara) bir ayrıcalık tanımamıştır. Bir çok misalin yanında bu kesimi İslam’a davet için gönderdiği mektupları misal vere biliriz.

Müslim KARABACAK
Yenimesaj Gazetesi
www.yenimesaj.com.tr
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
sonkurt45
Yeni Üye
Yeni Üye



Kayıt: Jul 10, 2005
İletiler: 33

İletiTarih: Pzr Tem 10, 2005 5:59 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Arkadaşlar sanki biz evliya oldukta cevap veriyoruz.İmamı Rabbani Hazretleri Diyaloga son noktayı koyuyor.

Okuyun şunu göreceksinizki Bu dinler arası diyalogu savunanların hepsinin kafir olduğunu kendi mektubundan öğrenin
Bu mektup 163.Mektup olup Mektubat-ı Rabbaniden alınmıştır.


Bu mektûb, esseyyid ve nakîb şeyh Ferîde “rahmetullahi teâlâ aleyh” yazılmışdır. İslâm ile küfrün birbirinin zıddı, tersi olduğunu, İslâm düşmânlarını sevmemeği bildirmekdedir:

Bize çeşidli ni’metleri veren ve müslimân yapmakla şereflendiren ve Muhammed aleyhisselâmın ümmetinden eylemekle kıymetlendiren Allahü teâlâya hamd olsun! Dünyâ ve âhıret se’âdetlerine, râhatlıklarına kavuşmak ancak ve yalnız, dünyâ ve âhıretin efendisi, mahlûkların en üstünü, en kıymetlisi olan Muhammed aleyhisselâma uymakla, onun izinden gitmekle ele geçebilir. O yüce Peygambere ve Onun temiz Ehl-i beytine ve Eshâbının hepsine en iyi düâlar ve en üstün selâmlar olsun! Muhammed aleyhisselâma uymak demek, ahkâm-ı islâmiyyeye ya’nî islâmiyyete uymak ve küfrü ve kâfirliği yok etmeğe çalışmakdır. Çünki islâm ile küfr birbirinin zıddıdır, tersidir. Birinin bulunduğu yerde, öteki bulunamaz, gider. Bu iki zıd şey bir arada bulunamaz. Birisine kıymet vermek, ötekini aşağılamak olur. Kur’ân-ı kerîmde, Tevbe sûresinin yetmişüçüncü âyetinde meâlen, (Ey yüce Peygamber! Kâfirlere ve münâfıklara karşı cihâd et! Onlara sert davran!) buyuruldu. Hulk-i azîm sâhibi olan, çok merhametli olan Peygamberine, [İslâm dînine ve müslimânlara saldıran] kâfirlerle cihâd etmeği, onlara karşı sert davranmağı emr ediyor. Bundan anlaşılıyor ki, islâma saldıranlara sert davranmak da, hulk-ı azîmdir. İslâma izzet vermek, kıymetini artdırmak için, küfrü ve kâfirleri ya’nî İslâm dînine ve müslimânlara saldıranları kötülemek, onları aşağı tutmak lâzımdır. Böyle kâfirlere kıymet vermek, onları yüksek tutmak, İslâmiyyeti ve müslimânları kötülemek, aşağılamak olur. Kâfirlere kıymet vermek demek, onları üstün tutmak, karşılarında eğilmek olmakla berâber, onlarla birlikde bulunmak, konuşmak, görüşmek de, onlara kıymet vermek olur. İslâm düşmanlarından, İslâmiyyete saldıranlardan, köpekden kaçar gibi kaçmak, onların pis ve alçak olduklarını bilmek lâzımdır. İslâm dînine saldıran, bir mevkı’, makâm sâhibi ise ve bir müslimânın bu kimseye bir işi düşerse ve bu işi muhakkak onun yapması îcâb ederse, abdesthâneye gider gibi, işi bitirinciye kadar yanına gidilir. Fekat, yine o alçağa kıymet verecek birşey söylenmez ve böyle bir hareket yapılmaz. Olgun bir müslimân, onun yüzünü görmemek için, o işinden bile vaz geçer. Onun zehrli, zararlı sözlerini işitmekden, Cehennemlik yüzünü görmekden kurtulur. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde böyle kâfirlerin kendisine ve sevgili Peygamberine düşmân olduklarını bildiriyor. Allahü teâlânın ve Onun Resûlünün düşmânları ile [Müslimânlara gerici diyenler ile] düşüp kalkmak, o alçaklarla arkadaşlık etmek büyük cinâyet, çok çirkin bir suç olur. Bu kimselerle görüşmek, arkadaşlık etmek, çeşidli zararlara sebeb olur. Bu zararların en küçüğü, insan onların arasında Allahın emrlerini yapamaz. Küfre sebeb olan şeylerden kaçınamaz. Bu vazîfeleri yapmağa sıkılır. Arkadaşlarından utanır, çok küçük görünen bu zarar, dikkat edilirse, pek büyükdür. Allahü teâlânın dînine saldıranlar ile arkadaşlık etmek, onlarla görüşmek, insanı Allahü teâlâya ve Onun Peygamberine “aleyhissalâtü vesselâm” düşman olmağa kadar sürükler. Bir kimse, kendini müslimân sanır. Kelime-i tevhîd okur. İnanıyorum der. Müslimân olduğunu söyler. Hâlbuki kâfirlerle, münâfıklarla görüşerek, konuşarak onun müslimânlığı, îmânı saf ve temiz kalmaz. Hattâ, büsbütün gider de, farkında bile olmaz. Allahü teâlâ, hepimizi, nefslerimizin kötülüğünden ve amellerimizin bozuk olmasından korusun!
Fârisî beyt tercemesi:

Zavallı câhil, sanır ki, din adamıdır;
din ile ilgisi, yalnız böyle sanmasıdır.

Hindistândaki islâm düşmânlarının azgınlarını görüyoruz. Müslimânlarla alay ediyorlar. Müslimânları kötülüyorlar. Ellerine fırsat geçerse, güçleri yeterse, müslimânlara her işkenceyi yaparlar. Hattâ hepsini öldürürler. Yâhud onları dinden, îmândan ayırırlar. İslâm terbiyesini, ahlâkını, hayâsını, şerefini yok ederler. O hâlde, müslimânların bu azgın kâfirlere uymamaları, bunlardan sakınmaları, bunlara aldanmamaları, bunun için Allahü teâlâdan hayâ etmeleri lâzımdır. (Hayâ îmândandır) buyuruldu. Müslimân olanın böyle çirkin işlerden sıkılması lâzımdır. İslâm düşmânlarını, Allahın emrleri ile alay edenleri, halâle, harâma aldırış etmiyenleri zararlı bilmelidir. Bunları aşağı tutmalıdır. Bunlara yardımı dokunan her hareketden sakınmalıdır. İslâmiyyet, gayr-i müslim vatandaşlardan cizye denilen verginin alınmasını emr etmekdedir. Şimdi Hindistânda kâfirlerden cizye alınmıyor. İslâmiyyetin bu emri unutulmuş oldu. Bunun da sebebi, Hindistândaki müslimânların islâm dînini ve müslimânları yok etmeğe çalışan kâfirlerle sevişmeleri olmuşdur. Kâfirlerden cizye alınmasını emr etmekden maksad, onları sıkışdırmak, aşağı tutmakdır. O kadar aşağı düşerler ki, cizye vermemek için, kıymetli elbise giyemezler. Süslü eşyâ kullanamazlar. Çok para vermemek için, korkarlar ve titrerler. Müslimânlara ne oldu ki, cizye almağı unutdular. Allahü teâlâ, kâfirlerin zelîl ve hakîr olmaları için, cizye vermelerini emr etdi. Böylece, onların aşağı, müslimânların da üstün, izzetli ve şerefli olmalarını sağladı. Fârisî mısra’ tercemesi:

Kâfirlerin azalması, İslâma kuvvet verir.

Bir kimsenin müslimân olmasına alâmet, İslâm düşmânlarını tanıması, onlara aldanmaması, sözlerini dinlememesidir. Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde, Tevbe sûresi yirmisekizinci [28] âyetinde kâfirlere (Neces) ya’nî pis dedi. Doksanbeşinci [95] âyetinde de (Rics) buyurdu. Rics de pis demekdir. Bunun için, müslimânların kendileri ile alay eden kâfirleri pis ve zararlı bilmeleri lâzımdır. Böyle bilince, onlarla arkadaşlık yapmazlar, sevişmezler, onlardan sakınırlar. Onlarla birlikde bulunmakdan nefret ederler. Böyle kâfirlerle meşveret etmek, işleri onlara danışıp onların sözü ile hareket etmek, bu din düşmânlarına kıymet vermek olur. Hem de, onları çok yükseltmek olur. Onlardan yardım, şifâ beklemek ve hele onlar vâsıtası ile düâ ve ibâdet etmek boşuna uğraşmakdır. Mü’min sûresinin ellinci âyetinde ve Ra’d sûresinin ondördüncü âyetinde meâlen, (Kâfirlerin düâları ancak dalâletdir) buyuruldu. Ya’nî, İslâm düşmânlarının düâları kabûl olmaz, hiç fâide vermez. Kâfirler, papazlar vâsıtası ile yapılan düâları Allahü teâlâ hiçbir zemân kabûl etmez. Böyle düâların müslimânlara fâidesi olmaz. Yalnız bu sûretle o dinsizlere bir kıymet verilmiş olur. Onlar, düâ ederken, putlarını, Allahın düşmânlarını araya korlar. Onlardan düâ beklemenin kötülüğünün çirkinliğinin nereye kadar uzandığını, müslimânlığın temelinden yıkılıp, kokusunun bile kalmayacağını buradan anlamalıdır. Büyüklerden biri buyuruyor ki: (Sizden biriniz divâne olmadıkca, tâm müslimân olamazsınız). Burada (Divâne olmak), islâmiyyeti yaymak için çalışmak, çabalamak ve bu arada kendi fâidesini ve zararını hâtırına bile getirmemek demekdir. Müslimânlığa dokunmasın da, her ne olursa olsun, olmayan da olmasın! Yeter ki, müslimânlığa bir zarar olmasın! Müslimânlık demek, Allahü teâlânın ve Onun Peygamberinin râzı olduğu, beğendiği şeyler demekdir. Allahü teâlânın râzı olduğu şeyden dahâ kıymetli ne olabilir? Allahü teâlânın Rabbimiz olmasına ve İslâmiyyetin dînimiz olmasına ve Muhammed aleyhisselâmın Peygamberimiz olmasına râzı olduk, sevindik. Fârisî mısra’ tercemesi:

Beni bu yoldan ayırma yâ Rabbî!

Peygamberlerin efendisi olan Muhammed “aleyhi ve alâ âlihi minessalevâtü efdalühâ” hurmetine beni müslimân olarak yaşat ve müslimân olarak öldür yâ Rabbî!

Vakt dar olduğu için, bilmesi çok lâzım ve zarûrî olan şeyleri ancak kısaca yazdım, gönderiyorum. Bundan sonra, eğer cenâb-ı Hak nasîb ederse, bundan dahâ geniş ve uzun yazar, gönderirim.

İslâm ile küfr birbirinin zıddı oldukları, bir arada bulunamayacakları gibi, âhıret de, dünyânın zıddıdır. Dünyâ ile âhıret, bir arada bulunamaz. Âhıreti kazanmak için, dünyâyı terk etmek lâzımdır. Ya’nî, dünyâya düşkün olmamak lâzımdır. [Dünyânın ne demek olduğu, yetmişüçüncü [73] mektûbda bildirilmişdir. Dünyâ, Allahü teâlânın beğenmediği, yasak etdiği şeyler demekdir.] Dünyâyı terk etmek iki dürlüdür: Birincisi, mubâh olan şeylerin hepsini de terk edip, yalnız yaşamak için ve dînini korumak için zarûrî lâzım olan mubâhları kullanmakdır. Dünyâyı böyle terk etmek çok kıymetli ve çok fâideli ise de, çok güçdür.

Dünyâyı terk etmenin ikincisi, harâm olan ve şübheli olan şeylerden sakınmak ve yalnız mubâhları kullanmakdır. Dünyâyı böyle terk etmek de, hele bu zemânda, çok kıymetlidir. Fârisî beyt tercemesi:

Gök, Arşa nazaran pek aşağıdır,
Toprağa göre ise, çok yüksekdir.

Hiç olmazsa, bu ikinci şekle göre dünyâyı terk etmelidir. Allahü teâlânın harâm dediği, yasak etdiği şeylerden sakınmalıdır. Meselâ, erkekler altın ve gümüş eşyâ kullanmamalı ve hâlis ipek kumaşdan elbise ve çamaşır giymemelidir. Altın ve gümüş eşyâ süs için muhâfaza olunursa câizdir. Bunları kullanmak harâmdır. Meselâ, bunlarla birşey içmek, bunlar içinden birşey yimek, koku ve sürme kutuları [kalem, sâat] yapmak gibi kullanmak harâmdır.

[Altından ve gümüşden yapılmış yüzük, bileyzik, küpe ve gerdanlık gibi süs eşyâsını kadınların kullanmaları câizdir. Fekat, bunları sokakda ve yabancı erkekler yanında örtmeleri lâzımdır. Domuz eti yimek, alkollü içkileri içmek, kumar oynamak, fâiz vermek ve almak, her dürlü çalgıyı çalmak veyâ dinlemek, açıkca ve kesin olarak harâmdır. Kadınların, kızların başları, kolları, bacakları açık sokağa çıkmaları ve buralarını yabancı erkeklere göstermeleri harâmdır. Erkeklerin, dizleri ve göbekden dize kadar yerlerinden herhangi bir kısmı açık sokağa çıkmaları, buralarını herhangi bir kadına veyâ erkeğe göstermeleri harâmdır. Kadınların ve erkeklerin sokağa çıkarken, buralarını örtmeleri farzdır. Allahü teâlâ, müslimânlara böyle emr ediyor. Buraları açık sokağa çıkanlar, harâm işlemiş olur. Günâha girer. Âhiretde Cehennemde azâb göreceklerdir. Eğer açık gezerken: (Ne olurmuş. Sen kalbe bak, kalbim temiz yâ!) gibi şeyler söylerse, Allahü teâlânın emrlerine, yasaklarına ehemmiyyet vermemiş, bunları beğenmemiş olur. Ahkâm-ı islâmiyyeye, ya’nî Allahü teâlânın emrlerine ve yasaklarına kıymet vermeyen, beğenmeyen kimselerin îmânı gider. Müslimân olduğunu söylerse de, müslimân değildir, yalancıdır. Bu günâhdan ve sözden tevbe edinceye kadar nemâzları, orucları, zekâtları, hiçbir ibâdeti ve hiç bir iyiliği kabûl olmaz ve âhıretde sonsuz olarak Cehennemde azâb görür. Îmânı olan hanımların ve erkeklerin, bir günâh işledikden sonra hemen pişmân olması, vaz geçmesi, tevbe etmesi lâzımdır. Günâhı bırakmaz ise, sıkılmadan utanmadan hep yaparsa, Allahü teâlâdan korkmıyor demekdir. Böyle olunca, îmânı gider. Mürted olur].

Allahü teâlânın mubâh etdiği, izn verdiği şeylerin çeşidi ve sayısı pek çokdur. Harâm etdiği, yasak etdiği şeyler ise, pek azdır. Mubâhlardaki fâide ve lezzet harâmlardakinden katkat ziyâdedir. Mubâh işliyenleri Allahü teâlâ sever. Harâm işliyenleri sevmez. Aklı olan, doğru düşünebilen bir kimse, çabuk geçen bir lezzet için, Allahü teâlâyı gücendirmeği elbette istemez. Hem de, zararlı olan bir lezzeti harâm edince, bu lezzetde olan zararsız birçok başka şeyleri mubâh eylemişdir. Allahü teâlâ, bizi ve sizleri, bu yüce islâm dîninin sâhibinin gösterdiği doğru yoldan ayırmasın!

Halâli, harâmı, ibâdetlerin nasıl yapılacağını, nelere inanılacağını, her türedi, yalancı kimseye sormamalıdır. Kendi aklı ile, görüşü ile, düşüncesi ile konuşan kimse, din adamı değil, din, îmân hırsızıdır. Müslimânların îmânlarını çalar. Bunlar, islâmiyyete açıkça saldıran kâfirlerden dahâ zararlı ve dahâ kötüdür. Bunların sözlerine, kitâblarına, mecmû’alarına aldanmamalıdır. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarını okuyan, bilen ve bildiren doğru müslimânları, Allah adamlarını aramalı, bulmalı; dîni, îmânı, halâli ve harâmı bunlara sormalı, bunların sözlerinden ve yazılarından öğrenmelidir. Kurtuluş yolu budur. İslâmiyyetin dışında olan herşey kıymetsizdir, zararlıdır. İslâmiyyetden ayrılan, dalâlete, felâkete düşer. Allahü teâlâ hâlimizi, şânımızı ve sonumuzu hayrlı ve selâmetli eylesin! Âmîn.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
sonkurt45
Yeni Üye
Yeni Üye



Kayıt: Jul 10, 2005
İletiler: 33

İletiTarih: Pzr Tem 10, 2005 6:06 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Bu mektup 165.Mektup olup Mektubat-ı Rabbaniden alınmıştır.

Bu mektûb, nakîb seyyid, şeyh Ferîde “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” yazılmışdır. İslâmiyyetin sâhibi Muhammed aleyhisselâma uyanları övmekde ve Onun islâmiyyetine uymak istemiyenleri sevmemek, onları düşmân bilmek lâzım olduğu bildirilmekdedir:

Allahü teâlâ sizi, Kureyş kabîlesinden ve Hâşimî soyundan olan, ümmî ve şerefli Peygamber Muhammed aleyhisselâmın soyundan yapmakla şereflendirdiği gibi, ma’nevî mîrâsına kavuşmakla da şereflendirsin! Bu düâya âmîn diyen kullarını da, kıyâmetde acıyarak karşılasın! Âmîn!

Resûlullahın soyundan olan, o büyük Peygamberin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Âlem-i halkdaki mallarına vâris olur. Ma’nevî mîrâs ise, Âlem-i emrdeki şeylere kavuşmakdır. Onlar da, îmân, ma’rifet, rüşd gibi ni’metlerdir. Âlem-i halkdan olup görünen ni’metlere şükr etmek, ma’nevî mîrâsa kavuşmakla olur. Ma’nevî mîrâsa kavuşmak ise, o yüce Peygambere “aleyhissalâtü vesselâm” tâm uymakla olabilir. Bunun için, Ona tâbi’ olmağa çalışınız! Onun emrlerine sarılınız ve yasaklarından kaçınınız!

Muhammed aleyhissalâtü vesselâma tâm ve kusûrsuz tâbi’ olabilmek için, Onu tâm ve kusûrsuz sevmek lâzımdır. Tâm ve olgun sevginin alâmeti de, Onun düşmânlarını düşmân bilmekdir. İslâmiyyeti beğenmeyenleri sevmemekdir. Muhabbete (Müdâhene), ya’nî gevşeklik sığmaz. Âşıklar, sevgililerinin dîvânesi olup, onlara aykırı birşey yapamaz. Aykırı gidenlerle uyuşamaz. İki zıd şeyin muhabbeti bir kalbde, bir arada yerleşemez. Cem’-i zıddeyn muhâldir. İki zıddan birini sevmek, diğerine düşmânlığı îcâb eder. İşi elden kaçırmadan, iyi düşünmelidir. Elden gitmiş olanları da kurtarılabilir.
Yarın iş elden çıkınca, pişmânlıkdan başka ele birşey geçmez. Fârisî beyt tercemesi:

Ortalık aydınlanınca olur belli,
herkesin geceyi, kimle geçirdiği!

Bu dünyâ malları, mülkleri geçicidir ve aldatıcıdır. Bugün senin ise, yarın başkasınındır. Âhıretde ele girecekler ise sonsuzdur ve dünyâda iken kazanılır. Bu birkaç günlük hayât, eğer dünyâ ve âhıretin en kıymetli insanı olan, Muhammed aleyhisselâma tâbi’ olarak geçirilirse, se’âdet-i ebediyye, sonsuz necât, kurtuluş umulur. Yoksa, Ona tâbi’ olmadıkca, herşey hiçdir. Ona uymadıkca, her yapılan hayr, iyilik burada kalır, âhıretde ele birşey geçmez. Fârisî beyt tercemesi:

Muhammed “aleyhisselâm”, yüzü suyudur cihânın,
kapısının toprağı olmıyan toprak altında kalsın!

Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve alâ Âlihi ve sellem” uymak şerefine kavuşmak için, dünyâda olan herşeyden yüz çevirmek lâzım olmaz. Böyle yapmak çok zor olur. Eğer, farz olan zekât verilir ise, dünyâ mallarının hepsi terk edilmiş demek olur. Böylece insan dünyânın zararından kurtulmuş olur. Çünki, bir malın zekâtı verilince, o mal zarardan kurtulur. Demek ki, dünyâ malını zarardan korumak için ilâc, o malın zekâtını vermekdir. Malın hepsini Allah yolunda vermek, elbette dahâ iyi ve fâideli ise de, zekâtını ayırıp, yerine vermek de, bu işi görmekdedir. Fârisî beyt tercemesi:

Gökler, Arşa göre elbet alçakdır,
fekat yer yüzünden pekçok yüksekdir.

Demek ki, aklı olan, her işini islâmiyyete uygun yapmak için çok çalışmalıdır. Âlimler, sâlihler gibi, islâmiyyet adamlarının kıymetlerini bilmeli, onlara saygı göstermeli, edebli davranmalıdır. İslâmiyyetin yayılması için, elinden geleni yapmalıdır. Nefslerinin istekleri ardı sıra koşanları, bid’at sâhiblerini adam yerine koymamalı, onları kıymetsiz, aşağı tutmalıdır. Bid’at sâhibine kıymet veren, islâmiyyeti yıkmağa yardım etmiş olur. Allahü teâlânın düşmanı ve Onun Resûlünün düşmanı olan kâfirleri, kendine düşman bilmelidir. İslâm düşmanlarını aşağı tutmalı, kıymetsiz, rezîl olmaları için uğraşmalıdır. O alçaklara hiçbir zemân ve hiçbir yerde saygı göstermemelidir. Onlarla görüşmemeli, hiç buluşmamalıdır. O düşmanlara hep sert davranmalı, elden geldiği kadar, yüzlerini görmemeli, işe karışdırmamalıdır. Onlara bir iş düşerse, onlarsız olamıyacak ise, abdesthâneye gider gibi, istemiyerek ve üzülerek iş bitinceye kadar, yardımları istenebilir. O yüce ceddinizin “aleyhi ve alâ âlihissalevât vetteslîmât” sevgisine kavuşduran, kurtuluş yolu işte budur. Eğer bu yoldan ilerlenmezse, o yüksek huzûra kavuşmak pek güç olur. Bize yazıklar olsun! Arabî beyt tercemesi:

Sevgiliye kavuşmak ele geçer mi acabâ?
yüksek dağlar ve korkunç tehlükeler var arada!

Dahâ çok yazarak sizi usandırmak istemiyorum. Fârisî beyt tercemesi:

Az söyledim sana, incitmekden sakındım,
sözüm çok ise de, anlatmakdan sıkıldım.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
berr
Yeni Üye
Yeni Üye



Kayıt: Jul 12, 2005
İletiler: 18

İletiTarih: Sal Tem 12, 2005 2:36 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et ICQ
cegizfar
Yeni Üye
Yeni Üye



Kayıt: Jul 12, 2005
İletiler: 4
Şehir: türkiye

İletiTarih: Sal Tem 12, 2005 4:55 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

ÜLKÜDAŞLARIM BU KONUDA HERKES SUSSUN BAŞBUĞ KONUŞSUN!!!(linke tıklayın)
http://tr.fgulen.com/a.page/multimedya/televizyon.haberleri /a11222.html
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder MSNM
Yeni Başlık Gönder   Bu başlık kilitlenmiştir; cevap yazamaz, iletileri değiştiremezsiniz 4. sayfa (Toplam 7 sayfa)

Sayfa: « Önceki  1, 2, 3, 4, 5, 6, 7  Sonraki »  


 
Forum Seçin:  
Bu forumda yeni konular açamazsınız
Bu forumdaki iletilere cevap veremezsiniz
Bu forumdaki iletilerinizi değiştiremezsiniz
Bu forumdaki iletilerinizisilemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © 2001, 2005 phpBB

alt1
1998-2007 Bozkurt NET
alt1
1998-2010 BOZKURT NET
--------------------------------------
Web sitemiz PHP-Nuke (© 2003) kodlarına sahiptir. PHP-Nuke GNU/GPL lisansı altında dağıtılan ücretsiz yazılımdır.
alt1