Bozkurt NET{ Bozkurt NET
  Tıklayın kayıtlı kullanıcı olun
Ana sayfa ::Hasabınız :: Forumlar :: Makaleler :: İndir :: İletişim :: KURALLAR
alt1 alt1 alt1
alt1 alt1
alt1
Atatürk
Başbug
Atsız´ın Mektupları
Bozkurt
Tarihte Türkler
Osmanlı Sultanları
3 Mayis
Türk İslam Ülküsü
Ülkücü Hareket
İslam
Türk Büyükleri
12 Eylül
Dokuz Işık
Kızıl Elma
Doğu Türkistan
Türk Dünyası
Şiirler ve Marşlar
Ülkücü Şehitler
Ülkücüye Mektuplar
Sorular ve Cevaplar
Komünizm
Videolar
Müzikler
Postakartı

alt1 alt1
alt1
 Haber :
 Haber Ekle
 Haber Arşivi
 Arama
 Konular
 Baskıya hazırla
 Üyeler :
 Hesabınız
 Günlük
 Üye Listesi
 Özel İletiler
 ICQ Servisi
 Servisler :
 Kur'an-ı Kerim Meali
 Resim Galerisi
 E-Kart
 Dosyalar
 Müzikli Postakartı
 Cep Melodileri
 İletişim :
 Forumlar
 Bozkurtlar 100
 Bize Ulaşın
 Bizi Önerin
 Dökümantasyon :
 Makaleler
 Fikir ve Tarih Dünyası
 Kısa Nükteler
 Şairler ve Şiirler
 İzlenimler
 Ansiklopedi
 Dosyalar
 Dosya Ekle
 Popüler
 İlk 10
 Bağlantılar
 

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1
AB'YE HAYIR

alt1 alt1
alt1
Makaleler
·Meluncanlar ve Biz
·Türk Tarihi ve Türk Adı
·Amerikan Genç Hristiyanlar Cemiyeti (Y.M.C.A.) ve Amerikan Kolejleri
·SEVR YASALARI MECLİS’TEN GEÇİRİLEREK TÜRKİYE YENİ BİR KURTULUŞ SAVAŞINA BAŞLAMAK MECBURİYETİNDE BIRAKILDI!
·ABD, Alenî Bir Düşman Haline Gelmiştir!
·Dedelerimiz Oğuzlar Çıkmış Yola Aral Kıyısından
·Avrupa Birliğine neden hayır.. Jeopolitik Yaklaşım
·Noel Üzerine
·Gümrük Birliği Anlaşmasının Anayasanın Başlangıç Kısmına Aykırılığı -1-
·Siyasi Konjonktürde Irak Türkmenleri
·Gümrük Birliği Anlaşmasının Anayasanın Başlangıç Kısmına Aykırılığı -2-
·Kıbrıs'ın Türkiyesiz AB üyeliği mümkün mü?
·Avrupa Birliği ve Kıbrıs Konusu
·Internet mi, İnternet mi?
·DİLDE, FİKİRDE, İŞTE BİRLİK (Gaspıralı ve Türkistan)
·İSMAİL GASPIRALI'NIN FİKİRLERİ
·Türkler ve İslamiyet
·Alparslan Türkeş'in Din Anlayışı ve İslama Bakışı
·Gök Tanrı
·Şamanizm Meselesi
·Ruhban Okulu neden açılmamalı?
·Ruhban Okulu
·Çanakkale Savaşları
·Türk Kültüründe Nevruz ve Milli Birlik-Beraberlik
· Sovyetler Birliği’nin Çöküşü ve Yeni Rusya Çeçen Mücadelesi
·Türkçenin Anadil Olarak Dünyadaki Yeri
·Masonların Kirli İşleri
·Gümrük birliği mi; sömürge antlaşması mı?
·17 Ağustos 1999 Depremi ve gizlenen gerçekler

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1

alt1
Bozkurt NET :: Başlığı Görüntüle - Fetullah'ın Resmi Mirkoviç'in Cebinde
  Link 1Ana sayfa | Link 2
Arama       


Bozkurt NET
Bozkurtların Yuvası
 

Forumlar Gruplar Gruplar Hesap Aç Oturum Aç  

Sayfa: « Önceki  1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8  Sonraki »  

Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder 7. sayfa (Toplam 8 sayfa)
« Önceki başlık :: Sonraki başlık »  
Yazar İleti
Hakan_Kurt
Yeni Üye
Yeni Üye



Kayıt: Jul 03, 2005
İletiler: 46

İletiTarih: Per Ekm 06, 2005 3:33 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

adigek demiş ki:
Fg okullarini ovenler eger kendinizden eminseniz, aksama son 2 yilda Londraya gonderdiginiz biri Kirgiz, biri Turkmen, biri Ozbek sahislarin liseyi ulkelerindeki okullarinizda bitirmis,uniyi Turkiyede yurtlarinizda okumus bu uc ornegi detayli yazacagim.

Acikca her sakli gizlinizi yazcam!


Valla arkadaşım eğer bir yanlış yada kusur varsa tabiiki söyle müslüman müslüman kardeşinin sırtındaki akrebi tabiki gösterir kurtarmaya çalışır müsibetten, yeterki bu uyarı artniyetten yoksun ve doğru olsun.

Bunun dışında ben bu okullardan oldukça fazla ziyaret ettim. Şimdiye kadarda binlerce kişi gazetecisinde büroktratına kadar bu okulları gördü. Ben menfi bir yoruma rastlamadım.

Birde ortada böyle bir görüntüde var onada bir açıklama yapman lazım.

http://tr.fgulen.com/a.page/multimedya/televizyon.haberleri/a11222.html
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
gelibolulu
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye



Kayıt: Jun 25, 2005
İletiler: 750
Şehir: TÜRKİYE-Çanakkale

İletiTarih: Per Ekm 06, 2005 9:19 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Hakan_Kurt, bu forumda fg ile ilgili çok görüş yazıldı. Fg yi savunanlar onun lehinde fikrimi değiştirecek birşey yazamadılar. Medyanın yada bir kısım bürokratların o okulları ziyaret edip lehinde beyanlarda bulunmaları beni hiç etkilemiyor. Çünkü güvenmiyorum...
Burada fg aleyhinde yazı yazan arkadaşların art niyetli olması içinde bir sebep göremiyorum.
Liderinize (yada namı her neyse) sahip çıkmanız hoş ama yanlış bir lider seçmeniz tuhaf. Hem güzel dinimizi yaşayabilmek için neden üçüncü bir şahsa gereksinim duyduğunuzu da anlayamıyorum...
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
kurtoglu1919
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye



Kayıt: Dec 03, 2004
İletiler: 940
Şehir: AVUSTURYA/VIYANA

İletiTarih: Cum Ekm 07, 2005 7:06 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Tarikat Sayfası



BİR ZAMANLAR NUR TALEBESİYDİ


Ankara DGM tarafından hakkında gıyabi tutuklama kararı verilmesi, bu kararın İstanbul'da kaldırılması ve buna Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu'nun sert tepki göstermesi Fethullah Gülen'i yeniden gündeme oturttu.

Son yıllarda okulları, 'ışık evleri', siyaset ve medya dünyasıyla olan ilişkileriyle tanınan Gülen'in uzun yolculuğu Nur tarikatıyla başladı.
Said Nursi 23 Mart 1960'ta Şanlıurfa'da yaşamını yitirince, tarikatı, "Bundan sonra ne olacak?" kaygısına düstüler. Nurcuların bir kesimi, cemaatin başına bir kişinin seçilmesini isterken, bir kesimi de Said Nursi'nin en yakınlarından oluşan bir 'İstişare Heyeti'nin kurulmasını ve bu 'Ağabeyler Konseyi'nin hareketi yönlendirmesini uygun görüyordu. Bazıları ise siyasi bir teşkilat kurmayı, bazıları da devlete başkaldırıp silahlı mücadele verilmesini önerdi.
Fethullah Gülen, Said Nursi'nin ölümünden sonra Nurcularla temasa geçti, ancak Nurcu olduğunu hiçbir zaman açıkça söylemedi. Ağlayarak verdiği vaazlarında Said Nursi'nin adını hiç kullanmadı. Yıldızı 70'li yıllarda MSP ile birlikte parladı.
Tahiri Mutlu, Mustafa Sungur, Ceylan Çalışkan, Hüsnü Yeğin, Bayram Yüksel, Mehmet Fırıncı gibi 'Nur cemaatinin ağabeyleri', içlerinde 'en cevval ve en fedakar' gördükleri Zübeyir Gündüzalp'i bu hareketin başına seçtiler. Kendileri de, Zübeyir Gündüzalp'in altında bir istişare heyeti oluşturdular. Zübeyir Gündüzalp'in lider seçilmesi, cemaatin içindeki tartışmaları bitirmedi.
Nursi'nin sağlığında başlayan 'Yazıcılar-Okuyucular' bölünmesi bu kez açıkça ortaya çıktı. Said Nursi'nin ölümünden ve 27 Mayıs ihtilalinin gerçekleşmesinden sonra bu karışıklık daha da büyüdü.
Yazıcılar', Hüsrev Altınbaşak önderliğinde ayrı bir grup haline dönüştü. Altınbaşak, Tahiri, Hulusi Bey, Demirel'in de akrabası olan İslamköylü Hafız Ali, Mübarek Mustafa, Santral Sabri gibiler 1930 ve 1940'larda, Said Nursi'nin yazmış olduğu risaleleri bizzat el yazısıyla kaleme alarak çoğaltmışlardı. Bu yazma ve yazarak çoğaltma işini yapanlar Nurcular arasında 'Yazıcılar' diye anıldılar. Zübeyir Gündüzalp, Ceylan Çalışkan, Mustafa Sungur, Bayram Yüksel, Mehmet Fırıncı, Mehmet Emin Birinci ve Bekir Berk gibi isimler ise ikinci kuşaktan Nurculardı. Cemaate sonradan katılmışlardı. Bu ekip, Nursi'nin eserlerini Latin harfleriyle kitap halinde basıyordu. Bu nedenle onların adı 'Okuyucular'a çıkmıştı.
Bir başka lider adayı Mehmet Kayalar, etrafındakileri silahlandırma çabası gösteriyordu. O, 'okumakla-yazmakla' değil, 'silahla' Nurculuğun yaygınlaşacağı inancındaydı. Mehmet Kayalar gibi düşünen bir başka isim de Elazığ'dan Müslüm Gündüz'dü. Gündüz'ün Kayseri tarafında yandaşlarıyla atış talimleri yapacak kadar işi ileri götürdüğü söyleniyordu. Bir başka aday Ankara'dan Said Özdemir'di. Nurcular için önemli bir 'ağabey' olan Said Özdemir, cemaat içinde oldukça etkili bir isimdi. Daha sonra Nurculuğun 'Tenvir' kolunu oluşturacak olan Said Özdemir'in Ankara'da adamlarıyla silahlı dolaştığı söylentisi de yaygındı.
O dönemde bir lider adayı daha gizli hazırlıklar içindeydi: Erzurumlu bir vaiz olan Fethullah Gülen. Nurculuğun Erzurum'da en etkili ismi Mehmet Kırkıncı Hoca, Osman Demirci Hoca (AP'nin Nurcu milletvekili) ve Muzaffer Aslan sayesinde cemaatle tanıştı ve onlara katılmak istedi.
1963-66 yılları arasında Edirne ve Kırklareli'nde görevli olduğu dönemde, camilerde yaptığı konuşmaları yoluyla etrafında insanlar toplamaya başlamış, Nurcuları ve diğer dini çevreleri etkilemişti. Hep ağlayan, bazen kendini yerden yere atan konuşma tarzı ite dikkatleri üzerine çekiyordu. Okuyuculuk, yazıcılık, silahlı mücadele gibi tarzlardan ayrı olarak 'hitabet' yoluyla etkiliyordu çevresindekileri. Bir başka tarz daha geliştirdi: Açıkça Nurcu olduğunu söylemedi, Nurcu ağabeyleriyle hep mesafeli bir temas içindeydi, konuşmalarında Said Nursi'nin adını pek kullanmadı. Daha Edirne ve Kırklareli'ndeyken cemaatin içinde yeni bir tarzın temsilcisi olmayı, etrafında yetiştirdiklerini devletin önemli kademelerine yerleştirmeyi hedefliyordu. Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Yaşar Tunagör'ün teşvikiyle Fethullah Gülen 1966'da İzmir'e tayin edildi ve orada hedefine uygun ve kendine has bir örgütlenme içine girdi.
'Yazıcılar'ın lideri Hüsrev Efendi, hareket içinde saygın bir kişiydi. Onun etkisiyle 'Yazıcılar', Denizli, Kütahya, Eskişehir, İzmir gibi yerlerde ağırlıklarını hissettiriyordu. Ege bölgesi Yazıcıların kalesi oluvermişti. Fethullah Gülen ve yeni oluşan çevresi de, 'Yazıcılar'la birlikte hareket ediyordu. Bunun üzerine 'ağabeyler konseyi'nden Zübeyir Gündüzalp, Mehmet Fırıncı ve Bekir Berk, Ege bölgesine gitti. Çoğu yerde dersanelere alınmadılar, kimi yerde tartışmalar, kavgalar yaşandı, kimi yerlerde ağır hakaretlere maruz kaldılar.
Fethullah Gülen, 'dinler arası diyalog' projesi kapsamında Papa II. Jean Paul ile de bir araya gelmişti (yanda).
Zübeyir Gündüzalp, ancak daha planlı ve merkezi bir yönetimin ihtilafları çözebileceğini düşünüyordu. İstanbul'a dönünce Süleymaniye'de Kirazlı Mescit Sokağı'nda bulunan 46 numaralı evi, Nurcuların merkezi olarak tahsis etti. Mehmet Fırıncı, M. Emin Birinci, daha sonra aralarına katılacak olan Mehmet Kutlular, Kirazlı Mescit Sokağındaki evin müdavimi oldular. Cemaatle ilgili kararlar, Said Nursi'nin eserlerinin basımı, açılan dersanelerin tespitleri hep bu evde düzenlendi. Öyle bir zaman geldi ki, cemaat bu evle anılır oldu: Kirazlı Mescit Cemaati...
1960'lı yılların sonlarında Necmeddin Erbakan'ın Odalar Birliğinden Demirel'in emriyle atılması olayı bütün İslami kesimleri olduğu gibi Nurcuları da etkiledi. 'Mason' bilinen Demirel'in, 'Müslüman' bilinen Erbakan'a karşı gösterdiği bu tutum, genelde bütün İslami çevrelerde büyük tepki oluşturmuştu. Müslümanlara hitap eden bir parti düşüncesi de bu olayla birlikte gelince, bütün islami kesimler heyecanlandı. Ardından gelişen Hatice Babacan olayı bu süreci daha da hızlandırdı. Hatice Babacan'ın başörtüsü yüzünden İlahiyat fakültesinden kovulması islamcıları ayağa kaldırmıştı. Bu olay islamcı kesimler arasında AP'ye olan güveni azalttı ve yeni parti kurma görüşü destek kazandı. Ancak Nurcuların 'ağabeyleri' içinde parti konusunda bir birlik yoktu ve bazı' ağabeyler' Erbakan ismine çok sıcak bakmıyordu.
NURCU-MHP SAVAŞI
Bu süreçte Nurcular Erbakan'dan endişelenirken, karşılarına MHP çıktı. MHP, islamcıların desteğini sağlamak amacıyla onları partisine davet ediyor, oy vermeyecekleri de mason uşaklığıyla suçluyordu.
MHP'liler Hüsrev Altınbaşak'la da görüşmüşler ve Yazıcıların desteğini almışlardı. Fethullah Gülen'in tavrı da onlardan yanaydı. Bir anda Isparta, Kastamonu ve Elazığ'daki Nurcular MHP'ye tam destek sağladılar. Ankara, Adana, Yozgat gibi illerde de bir grup Nurcu MHP'ye sıcak davranıyordu. Bunun dışında Alparslan Türkeş, Nurcuların arasına adamlarını sızdırdı. Türkeş'in Nurcular içindeki adamları Nur derslerinde "Başbuğun Risale-i Nur okuduğunu, ileride tam bir Nurcu lider olacağını" yaydı.
Zübeyir Gündüzalp, liderliğindeki Ağabeyler Konseyi MHP'nin bu müdahalesine karşı çıktı. Bu ekip, yayınladığı "Tarihi Vesikaların Işığı Altında İslami Hareket ve Türkeş" adlı bir kitapla MHP'ye açık tavır aldı. Bu eser aynı zamanda Nurcuların ilk siyasi kitabıydı. Bu kitapta, Türkeş'in aslında M. Kemal ve İnönü'den farklı olmadığı, din konusunda onlar gibi düşündüğü, Arapça ezana, çarşafa karşı çıktığı kendi sözleriyle aktarıldı. Kitap, Gündüzalp'in talimatıyla Türkiye'nin her tarafına gönderildi ve Nurcuların MHP'ye oy vermemesi için geniş bir kampanya yürütüldü. Said Nursi'nin CHP'ye karşı DP'ye oy verdiği, AP'nin de DP'nin devamı olduğu tekrar hatırlatıldı.
Fakat bu ilk açıktan muhalefet bir takım sıkıntıları ve tereddütleri de beraberinde getirdi. Kimi yerde "MHP'ye karşı olmak ve onlarla uğraşmak cemaate zarar verir dendi" ve broşürün dağıtımına karşı çıkıldı. MHP aleyhtarı kampanyaya karşı çıkanlar arasında ilginç bir isim vardı: Fethullah Gülen.
Fethullah Gülen, o sırada İzmir ve Ege bölgesinde vaazlarıyla ağırlığını hissettirmeye başlamıştı. Nurculann önde gelenlerinin tavsiyelerine pek uymadığı da görülüyordu. Ağabeylerden Mustafa Sungur ona "Nur dersaneleri aç" demesine rağmen, Fethullah Gülen bu isteğe başlangıçta uymadı. Daha sonra yakınlarından Mustafa Birlik ve Mehmet Metin ile birlikte kendine özgü, sonraları "Işık Evleri" diye anılacak olan dersaneleri açmaya başladı. Üstelik Said Nursi'nin kitaplarını değil, sadece kendisinin hitabetini ön plana alan bir çalışma tarzı tutturdu.
Fethullah Gülen'in konuşmaları kasetlere alınıyor ve bu kasetlerle özellikle Ege bölgesinde hem taraftar, hem de para sağlanıyordu.
Abdullah Yeğin, Hulusi Efendi, Şerafettin Kartal, Bayram Yüksel ve diğer önemli Nurcu Ağabeyler "Bantla hizmet olmaz" diye bu örgütlenme tarzına karşı çıktılar. Buna rağmen, Fethullah Gülen bu tarzda ısrar etti. Kemal Erimez, Mustafa Birlik, İlhan İşbilen, Cahit Tuzcu, Bekir Akgün, Mustafa Asutay gibi bölgenin ileri gelen Nurcuları da Fethullah Gülen'in yanında yer aldılar.




Tarikat Sayfası

NURCU-MHP SAVAŞI
Fethulfah Gülen, Nurculuğun içinde bir 'Fethullahçılık' oluşturma çabasına girmişti. Üstelik Fethullah Hoca vasıtasıyla cemaate katılanların bazıları Fethullah Hoca'va Mehdi, Hz isa, Kahtani qibi manevi sıfatlar yakıştırıyorlardı.Fethullah Gülen, 'ağabeylere' ilk muhalefet bayrağını MHP'ye yönelik savaşın hizmete yakışmadığını ifade ederek, açtı.
Erbakan etrafındaki hareketlenme de, Nurcuların zeminini önemli ölçüde etkiliyordu. Özellikle Ankara'daki Nurcuların Erbakan'ın yanında yer alması, İstanbul'daki Nurcuları kızdırdı. Bu yüzden İttihad gazetesinde AP yanlısı yayınlara ağırlık verildi ve yeni parti kurmak isteyenlerin aleyhinde yazılar çıkmaya başladı. Bu durum ise bir anda yeni parti kurmak isteyenlerin tepkisini çekti.
ERBAKAN PARLAMENTOYA GİRİYOR
12 Ekim 1969'da yapılan seçimde Konya'dan bağımsız adaylığını koyan Necmettin Erbakan milletvekili seçilince, AP içinde kendine yakın kimi milletvekilleriyle yakınlaştı. Tevfik Paksu, Hüsamettin Akmumcu ile kurulacak parti için birlikte çalışmaya girişti. Tevfik Paksu, Hüsamettin Akmumcu ve arkadaşları, Nurculardan açıkça destek almaya çalıştıkları için beklemek zorunda kaldılar.
Zübeyir Gündüzalp, Paksu ve arkadaşlarına yüz vermedi. Buna rağmen Erbakan ve arkadaşları "Hak geldi, batıl zail oldu" ayetini slogan haline getirerek 26 Ocak 1970'te Milli Nizam Partisi'ni (MNP) kurdu.
Anayasa Mahkemesi'nin MNP hakkında kapatma davası açması da o güne kadar partiye mesafeli duran birçok Nurcunun "İslam'ın partisi olduğu tescil edildi" diyerek, MNP'ye yönelmesinde etkili oldu Nurcuların tabanında çatlamalar ve kaymalar olmuştu. Bilhassa küçük şehirlerdeki, kasaba ve köylerdeki Nurcular, MNP'nin saflarında faal olarak çalışıyordu.
ZÜBEYİR GÜNDÜZALP ÖLÜNCE



12 Mart 1971 muhtırası Nurcuları da tedirgin eden bir darbe oldu. Muhtıradan hemen sonra, 2 Nisan 1971 'de cemaatinin lideri Zübeyir Gündüzalp öldü. Otorite, kontrol ve yönetme yeteneğine sahip Zübeyir Gündüzalp'in boşluğu doldurulacak gibi değildi. Nurcu Yeni Asya cemaati için, "Bundan sonra ne olacak?" kaygısı yeniden başladı.
12 Mart yönetimi genelde Nurcuları kollamasına rağmen, İzmir'de Fethullah Gülen ve Mustafa Birlik tutuklandı. Bekir Berk onları savunmak için İzmir'e gitti, itiraz dilekçelerini yazdıktan sonra Balıkesir'e geçti ve orada bir 'nur ayini' sırasında yakalandı.
Tutuklanan Bekir Berk, İzmir Sıkıyönetim Komutanlığına sevkedildi. Bademli Askeri Hapishanesinde Nurculuktan içeriye alınan dört gruba mensup elli üç kişi vardı. Bekir Berk ve diğerleri açıkça Nurcu olduklarını söyleyip müdafaa yaparlarken, Fethullah Gülen ve Mustafa Birlik Nurcu olduklarını gizlediler. Ama bunun bir faydası olmadı; Bekir Berk 1 yıl ceza alırken, Fethullah Gülen ve Mustafa Birlik üçer yıla mahkum edildi. Diğerleri ise beraat etti.Erbakan ve arkadaşları 12 Mart'tan sonra MSP'yi kurdu. MSP kısa zamanda örgütlendi ve ilk seçimde Türkiye'nin üçüncü partisi olmayı başardı.
MSP'den sonra Yeni Asya cemaati en büyük dini gruptu. Fethullah Gülen ise Yeni Asya cemaatinin içinde, adeta bir uçbeyi gibiydi. Gülen, bağımsızlığını ilan etmek için uygun zaman kollayan bir küçük grubun lideriydi. Zübeyir Gündüzalp'in ölümünden sonra Yeni Asya cemaatinin yıprandığını, MSP'nin ise gün geçtikçe güçlendiğini ve siyasi yönden de etkin olduğunu gözlüyordu.
Kafasındaki hedeflere ulaşabilmek için, MSP'nin atak, keskin ve hareketli gençlerine ihtiyacı vardı. MSP'ye yakınlaşmak, uzun vadede Fethullah Gülen için daha yararlı olacaktı. Bu düşünceyle MSP çevresine adamları vasıtasıyla mesajlar gönderdi. Yeni Asya cemaatini eleştirdi, MSP'nin gayretini övdü. Böylece MSP ile Gülen arasında bir yakınlaşma başladı.
MSP'liler bu durumdan memnundu. Çünkü Yeni Asya cemaatini Fethullah Gülen vasıtasıyla bölmek, zayıflatmak mümkündü. Erbakan, kurmaylarına "Fethullah Gülen hocamıza sahip çıkın, onun etrafında bulunun, yardımcı olun" talimatı verdi.
İşte bu yakınlaşmayla Fethullah Gülen'in yıldızı parlamaya başladı. Temelini attığı, alt yapısını oluşturduğu cemaat bir anda hareketlendi. İzmir Bornova Camii'ne her taraftan akın akın insanlar gidiyor, cuma vaazları veren Fethullah Hoca'yı dinliyordu. Vaazdan sonra misafirler, Gülen cemaatine ait dersanelerde ağırlanıyor ve teyp kasetlerinden yine Fethullah Hoca'nın önemli vaazları dinletiliyordu.
Yeni Asya ileri gelenleri Fethullah Gülen ve cemaatini tamamen kopmaması için, Fethullah Gülen'in vaazlarından bazılarını 'Hitap Çiçekleri' adıyla kitaplaştırdı. Fakat istenilen yakınlık kurulamadı.
Bunun üzerine Mehmet Kırkıncı, Mustafa Sungur, Mustafa Bayram gibi ileri gelenler Fethullah Gülen'i ziyaret ettiler. Ama artık kemikleşmiş bir çevre oluşturmayı başaran Fethullah Gülen, kendi hareket tarzında ısrarlıydı. Kemikleşmiş taban MSP'lilerden oluşmuştu. Mustafa Birlik, Kemal Erimez gibi Nurculuğuyla tanınmış güçlü kişiler de Fethullah Gülen'in yanındaydı. MSP teşkilatları Fethullah Gülen cemaatinin gelişmesinde hayli etkindi.
MSP'liler her yerde Fethullah Gülen'in propagandasını yapıyorlardı. MSP'lilere göre, Fethullah Gülen, diğer Nurcular gibi değildi, aslında MSP'liydi ama açıkça siyaset yapmıyordu.
GÜLEN YENİ ASYA'DAN KOPUYOR
Fethullah Gülen "ortadaki insanlara" MSP'lilerin teşkilatları sayesinde ulaşmayı hedeflemişti. Daha henüz dikkate alınmıyordu, yeterince güçlü değildi ama bu yolda sessiz ve derinden ilerlemesini sürdürüyordu. En büyük avantajı, hitabeti, gözyaşı dökmesi, etkileyici yapısıydı. Zaten Yeni Asya cemaati gibi, kendi cemaati de artık kamplara, dersanelere, dergiye, yurtlara, en önemlisi zenginliğe sahipti. Yeni Asyacılar gibi Nurcuların şematik örgütlenmesini kurmuştu. O cemaatten tek farkı, Yeni Asya'yı bir heyet yönetirken, cemaati Gülen tek başına yönetiyordu. O bir yıldızdı.
Bu dönemde Fethullah Gülen devlete yakınlığını da ilan etmeye başladı. 1977'de yurt çapında yapılan Yüksek İslam Enstitüleri boykotunu eleştirdi, "İslam'da boykot yoktur" diye konuşarak boykotu kırdı ve gücünü gösterdi.

MSP'lilerin tam desteğini alan, başka cemaatlerden de taraftar kazandığını gören, maddi ve manevi olarak güçlendiği belli olan ve Yeni Asya cemaatinin özellikle siyasi fanatikliği nedeniyle yıprandığını gören Gülen, artık bağımsızlığını ilan etme zamanı geldiğini anlamıştı. Yeni Asya'yı çok siyasi olmakla, siyaseti hizmetin önüne geçirmekle suçlayıp, cemaatini Yeni Asya cemaatinden ayırdı. Yeni Asya cemaatinden bazı dersaneler de Fethullah Hoca'nın tarafına geçince büyük bir şok yaşandı. Yeni Asya cemaatinde tam bir şaşkınlık hakimdi.
FETHULLAH GÜLEN - ERBAKAN KAPIŞMASI
Fethullah Hoca'nın gözü yaşlı vaazları çok etkili oldu. 1978'de yayınlamaya başladığı Sızıntı dergisi etrafında oluşan beyin takımına sahipti. MSP'lilerin teşkilatlarının desteği de buna eklenince Fethullah Gülen ve cemaati etkili bir cemaate dönüşmeye başladı. Yeni Asya cemaatinden kopan, ama MSP'nin gölgesinde kalan Fethullah Gülen cemaati, bu hamlelerle cemaatler arasında üçüncü sıraya yükseldi. Yazıcılar ve diğer Nurcu gruplar zaman içnde etkinliklerini yitirmiş, çoğu Fethullah Hoca'nın cemaatinde yer almaya başlamıştı.
Fethullah Gülen yeteri kadar güçlendiği inancına varınca MSP'lilikten de kurtulması gerektiğine karar verdi. Yurt müdürlüğü, cemaatin çeşitli kurumlarındaki görevler, dersane sorumlukları gibi çekirdek kadrolar, MSP'li olanların elinden alınıyor ve kendisini Fethullahçı kabul edenlere devrediliyordu.
Çoğu kimse bu dönüşümün farkında değildi. Yapılan değişiklikler 'hizmette nöbet değişimi' olarak sunuluyor ve öyle değerlendiriliyordu. Fakat bir süre sonra MSP'liler durumu fark ettiler. Bu yüzden ortaya "MSP'lilik-Fethullahçlık" tartışmaları çıktı. 'Nazik' başlayan tartışma giderek sertleşti. Fethullah Gülen 24 Haziran 1980'de yaptığı bir vaazda isim vermeden MSP'yi ve MSP'nin yayın organı Milli Gazete'yi eleştirince, kapalı devre süren tartışmalar açığa çıktı.
Yazının Devamı


TOLGA ÇELİK
NTV MAG Ekim 2000, Sayfa 58-61

--------------------------------------------------------------------------------

Devlet Çarkları

Vaaz kasetleriyle gelen güç, bir kasetle sarsıldı

DEVLET ÇARKLARININ ARASINDA İSLAMCILIK



Fethullah Gülen'in adını ilk kez 1985'te, yani bir gazeteci olarak İslami hareketleri izlemeye başladığım tarihte duydum. Ne bir resmi vardı, ne de adıyla imzaladığı bir kitap ya da yazı. Etkileyici bir vaiz olduğu, vaaz kasetlerinin elden ele dolaştığı, Nurcu ekolden yetiştiği, 1970 ortalarında kendi grubunu kurduğu, faaliyetlerini İzmir merkezli yürüttüğü, 'Ağlayan çocuk' afişiyle ünlenen aylık Sızıntı dergisini çıkarttığı, hatta burada 'Abdülfettah Şahin' müstearıyla başyazılar yazdığı söyleniyordu. Avukatı Feti Ün aracılığıyla basında hakkında çıkan hemen hemen her haber ve yorumu tekzip ettiriyordu.
Giderek bir efsane halini alan Gülen hakkında birbirine zıt kesimler, birbirine zıt görüşlere sahipti. Kimilerine göre o bir numaralı Atatürk ve devlet düşmanıydı: 12 Mart 1971 darbesinden sonra mahküm olup hapis yatmış, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra da aranmaya başlanmıştı. Başta radikaller olmak üzere İslamcıların önemli bir kısmı da Gülen hakkında hiç de iyi şeyler düşünmüyordu. Onun "devletçi ve Amerikancı" olduğu kanısındaydılar. 1977'de yurt çapında yayılan Yüksek İslam Enstitüleri boykotunu İzmir'de "İslam'da boykot yoktur" diye kırmıştı. 12 Eylül öncesi vaazlarında "Var mı Resulullah'ın yürüyüş yaptığı, var mı slogan attığı" diye soran Gülen, 1980 Şubat ayındaki bir vaazında "Anarşist ve teröristleri devletin askeri ve polisine bildirmeyenler Allah katında sorumludur" demişti.
12 Eylül'ü de destekleyen Gülen, 1980'lerde yükselişe geçen islami hareketle arasına mesafe koymaya hep özen gösterdi. Örneğin 26 Şubat 1989'da İzmir Hisar Camii'nde sokaklara taşan bir kalabalığa verdiği ve aynı anda otuzbeş camide birden yayınlanan vaazda, gündemin en önemli maddesi olan türban eylemlerine açıkça tavır aldı: "Çok yakın arkadaşlarımız fotoğraflarıyla tespit ettiler. Sultanahmet'te olan hadisenin arkasında da esas din düşmanları var. Sözde türban adına yürüyorum diyenler, istihbarat örgütlerince derdest edilince, bu başörtülü, mantolu veya çarşaflı kadınların çoğu erkek olarak çıktı ortaya. Ve bunların çoğu bir kostüm dükkanından nasılsa islami kıyafetler almış, kendini sokağa atmış açık saçık kadınlar olduğu tebeyyün etti..."
Kasım 1990'da çıkan "Ayet ve Slogan, Türkiye'de İslami Oluşumlar" adlı kitabım için Gülen ve cemaatine ulaşmak için epey uğraşmış, ama tamamıyla kapalı bir yapıyla karşılaşmıştım. Bu nedenle Sızıntı dergileri ile Gülen'in Abdülfettah Şahin imzasıyla yayınladığı birkaç kitabı satır satır okudum ve "Fethullahçılar: Gözyaşı, sabır, devlet ve millet" başlıklı bölümü kaleme aldım

Gözyaşları içinde verdiği vaazlarla taraftarlarını 'büyüleyen' Gülen, gücü büyüdükçe işadamlarından politikacılara geniş bir kesimle tanıştı. 'Hocaefendi'ye saygı duyanlar arasında Başbakan Ecevit de (yukarıda) bulunuyordu. Gülen ABD'ye gittiğinde yakın koruması için bir başkomiser görevlendirildi. Gülen'in tedavisi uzayınca başkomiserin masrafları cemaat tarafından karşılandı. Koruma Başkomiser Ahmet Akgün'ün ABD'de kalışını uzatan belgede İçişleri Bakanı Tantan'ın da imzası bulunuyor (yanda).

ADIM ADIM OLUŞAN BİR KARİZMA
Gülen, 10 Kasım 1938'de imam Ramiz Efendi'nin oğlu olarak Bitlis, Ahlat'ta doğdu, ilk Kuran derslerini annesi Refia Hanım'dan aldı. ilkokulu dışarıdan bitirdi. Gençlik yılları Erzurum'da din eğitimiyle geçti. 18 yaşına basmadan Nurcu oldu. Hemen ardından Erzurum'da Komünizmle Mücadele Derneği'nin kurucuları arasında yer aldı. Askerlik öncesi ve sonrasında Edirne'de dört yıl imamlık yaptı. 1966'da İzmir Kestanepazarı Camii'ne atandı.
Vaazlarıyla iyice ünlenen Gülen, cezaevinden çıktıktan sonra 70'lerin ortasında 'Yeni Asya grubu' olarak bilinen Nurculuğun ana gövdesinden kopup kendi cemaatini kurdu. Gücünü, ilhamını, kendi formasyonunu Nurculuğa borçlu olmasına rağmen Said Nursi'nin adını pek anmamaya özen gösterdi. Cemaat içinde Nursi'den çok Gülen'in eserleri okunur oldu. Siyasetten uzak bir 'irşad ve tebliğ' faaliyeti yürütme iddiasındaydı. Bu amaçla eğitime ağırlık verdi. Taraftarlarının, özellikle de cemaate bağlı olarak açılan dersane ve kolejlerin yöneticileriyle öğretmenlerinin eğitimini bizzat üstlendi. Kuşkucu bir karaktere sahip olduğu için cemaat yayınları dışında gazete, kitap ve derginin okunmasını yasaklamıştı.



ANA SAYFA



Tarikat Sayfası

GAZETE VE VAKIF ARACILIĞIYLA AÇILIM
Cemaat 1988'de Zaman gazetesini satın alarak kabuğunu kırma sinyali verdi. Gazetenin ilk yıllarında ANAP iktidarı ve Turgut Özal savunuculuğu dikkat çekiyordu. Nitekim Gülen'in daha sonra gerçekleştireceği yurtdışındaki okullaşma faaliyetinin önde gelen teşvikçi ve destekçilerinden biri Özal olacaktı.Ancak cemaatin gerçek manada dışa açılması Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın kurulmasıyla oldu. Vakfın 29 Haziran 1994'te Istanbul Dedeman Oteli'nde açılış toplantısı yapacağını ve buraya Gülen'in de katılacağını öğrenince çok şaşırmış ve heyecanlanmıştım. Nedense medyanın fazla ilgi göstermediği toplantıya Gülen, Kasım Gülek'le birlikte geldi. Şarkıcı Cem Karaca ile kucaklaşmasıysa toplantının en ilginç fotoğrafını oluşturdu.

Gülen'in dışa açılma sürecinin bir sonraki aşaması Hürriyet'ten Ertuğrul Özkök ve Sabah'tan Nuriye Akman'a ayrı ayrı verdiği röportajların, Ocak 1995'te aynı gün yayınlanmaya başlaması oldu. Burada özel hayatından okullara, Atatürk'ten laikliğe, Diyanet'ten RP'ye, kadın haklarından başörtüsüne bir dizi konuda görüşleri alındı. En önemlisi bunlar saygılı bir dille, örneğin "Fethullah Gülen Hocaefendi anlatıyor" gibi başlıklarla, çarpıtılmadan sunuldu. Ve bir ay sonra, 11 Şubat 1995'te Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın Istanbul Polat Rönesans Oteli'nde verdiği iftar yemeği dışa açılmada son noktayı koydu. Çok sayıda gazeteci iftarın onur konukları arasında yer alıyordu. Bütün bunlar tam da RP'nin 27 Mart 1994 yerel seçimlerinden zaferle çıkıp büyük bir tırmanışa geçtiği ve kendinden olmayan kesimleri ürküttüğü bir dönemde oluyordu. Gülen ve cemaati, açık veya örtük bir şekilde "Onlar radikal, biz ılımlıyız" veya "Onlar devleti yıkmak, biz güçlendirmek istiyoruz" diyordu. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller ve büyük medyanın önemli bir bölümü başta olmak üzere islamcı olmayan birçok çevre de onları bağırlarına bastı. Artık büyük medyada Gülen'i eleştiren haber ve yorumlar yapmanın neredeyse imkansızlaşmaya başladığı bir döneme girmiştik. Örneğin Milliyet'te "Fethullah Hoca ılımlı mı?" başlıklı bir yazıda, bir gün öncesine kadar Gülen'i düşman gören çevrelerin neden birdenbire ona sahip çıktıklarını sorgulamıştım. Vakfın Ankara'daki iftarına giderken havaalanı otobüsünde karşılaştığım cemaatin o dönem üst düzey yöneticilerinden olan bir kişi, "Ne yani, ılımlı değil mi?" diye üzerime yürümüştü.

OKULLARIN CAZİBESİ
Cemaatin yükselişinde birkaç önemli faktör daha vardı. Öncelikle Gülen'in, kendisini laik gören birçoklarının yıllardır peşinde olduğu "hem dindar/hem modern ulvi şahsiyet" şablonuna cuk oturduğu sanıldı veya böyle bir imaj yaratıldı. Gülen'in 'ufku'nun genişliği, her soruya entelektüel dozu din adamı ortalamasının üstünde cevaplar vermesi prim yaptı. Bunun sonucunda iş, spor, medya, üniversite, siyaset çevrelerinden çok kişi Gülen'le tanışmak, onunla sohbet etmek, onunla aynı fotoğraf karesine girmek için sıraya girdi. Gülen'i bu şekilde yüceltenlerin ezici bir çoğunluğunun Türkiye'nin bugüne kadar yetiştirdiği diğer islami şahsiyetler hakkında pek bir şey bilmediklerjni de hesaba katmak gerek.

Cemaatin dindar olmayan çevrelerde de yıldızının iyice parlamasına neden olan hususların başında hiç kuşkusuz okullar geliyordu. Her şeyden önce Gülen, Said Nursi'nin "Devir tarikat devri değil, imanın yeniden ihdası devridir" sözüne sahip çıkmıştı. Yani diğer cemaatler gibi zaten dindar olan kişilere değil, dinden uzak olduğunu düşündüğü kişilere yönelmişti. Onları kazanmak için de diğer cemaatlerle değil, 'laik' kesimle rekabet içine girmişti. Bu rekabet esas olarak eğitim alanında yaşandı. Said Nursi'nin "islam ile pozitif bilimleri bağdaştırma" prensibinden hareketle cemaate bağlı üniversiteye hazırlık dersaneleri ve özel liselerde Türkiye'nin eğitim sistemine uygun, 'başarılı' öğrenciler yetiştirildi. Ancak bu başarıların nasıl ve ne pahasına kazanıldığı sorgulanmadı.
Cemaat eğitim faaliyetlerini ilk fırsatta yurtdışına taşıdı. Zaten Gülen, daha önce sözünü ettiğimiz Hisar Camii'nde verdiği vaazda en büyük hayalini şöyle tamamlamıştı: "Dünya sizin soluklarınıza muhtaç. Dünya sizi bekliyorken küçük oyunlara gelmeyin. Siz soluklarınızı Özbekistan'da, Türkmenistan'da, Mengüşistan'da, senelerden beri insanı tebid edilen Kırım'da soluklayacaksınız. Sizi bekliyorlar. Elinizde Kuran, elifbe cüzleri, bantlar, oraya gidecek Hz. Muhammed'i anlatacaksınız. Büyük işler sizi bekliyor."
Gülen, taraftarlarına, öncelikle halkın çoğu Müslüman olan eski sosyalist ülkelerde, sonra da tüm dünyada okullar kurdurttu. Yabancı dil ve fen bilimleri eğitiminin ön planda olduğu bu okullarda dinsel yön hep geri planda kaldı veya tutuldu. Özal ve Demirel cumhurbaşkanlıkları döneminde cemaatin bu faaliyetlerine açık çek verdiler. Birçok başbakan, bakan ve üst düzey bürokrat da aynı tutumu izledi. Ankara başlangıçta, İran ve Suudi Arabistan'ın kendilerine özgü İslam yorumlarını sokmaya çalıştığı Türk cumhuriyetlerine 'laiklik' ihraç etmek istemişti. Bu stratejisinin kısa sürede iflasıyla devreye 'ılımlı' olduğu düşünülen cemaatler, özellikle de Gülen sokulmuştu. Gülen'in okulları uzun bir süre devlet katında 'içte tehlikeli, dışta olumlu' olarak görüldü. Gülen cemaatinin bu eğitim hamlesi, dışarıya açılmak isteyen iş çevrelerinin de dikkatini çekti. Çünkü bulundukları ülkelerin seçkinlerinin çocuklarına eğitim veren bu kolejler üzerinden ithalat ve ihracat bağlantıları kurmak epey kolaydı. Sonuçta Nurculukla, İslamcılıkla, hatta İslam'la alakası olmayan, Türkiye'nin dört bir tarafından irili ufaklı girişimci Gülen'den "Hocaefendi" diye bahseder, cemaate para yardımı yapar oldu.
OPUS DEİ BENZERLİĞİ
Gülen'in Türkiye'de yepyeni bir çığır açtığı tartışma götürmez. Ama dünya için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Örneğin onun öyküsü İspanyol Josemaria Escriva'nınkiyle (1902 -1975) epey benzerlikler taşıyor. Katolik bir papaz olan Escriva, daha 26 yaşındayken, Tanrı'dan aldığını söylediği bir ilham sonucu bir avuç yol arkadaşıyla birlikte kendi cemaatini kurmuştu. Ona göre 'aziz' olmak için illa din adamı olmak gerekmiyordu; insanlar gündelik hayatlarını, mesleklerini aksatmadan da bu mertebeye ulaşabilirlerdi. Yani önemli olan laiklerin dindarlaştırılmasıydı. Escriva'nın 'Opus Dei' (Tanrı'nın Eseri) adlı tarikatı, Vatikan'ın da onayıyla esas olarak eğitim alanında faaliyet gösteriyor. Cemaat önce İspanya, ardından İspanyolca konuşulan Latin Amerika ülkelerinde ve nihayet tüm dünyada okullar açmış durumda.
Opus Dei çok sıkı hiyerarşik ve disiplinli örgütlenmesiyle 'Beyaz Masonluk'; karmaşık ve şaibeli mali yatırımları nedeniyle 'Aziz Mafya' gibi yaftalara maruz kalmış. Opus Dei'nin etkisi İspanya ile sınırlı değil. Latin Amerika'da diktatör danışmanları ve sağcı politikacılar arasında çok sayıda tarikatçı kadro mevcut. Aynı şekilde Fransa, Belçika gibi ülkelerde sağ hükümetlerde Opus Dei kökenli bakanlar olduğu biliniyor. Opus Dei, başarısını üyeleri kadar 'işbirlikçilerine de borçlu. Bunların Katolik, Hıristiyan, hatta inançlı olmaları gerekmiyor; örgütün başarısını istemeleri ve mali yardımda bulunmaları yeterli.
Aynı tür kişiler Gülen cemaatinde de karşımıza çıkıyor. Birtakım politikacı, gazeteci, sanatçı, bilimadamı/kadını, işadamı/kadını, kamuoyunda bilindikleri kimliklerini aynen muhafaza ederek Gülen'i destekler oldular. Hatta içlerinden bazıları cemaatin sözcüsü gibi görünebildi.
Örneğin Gülen'in ABD'ye tedavi için gitmesinden önce katıldığı son etkinlik olan 'Ulusal Uzlaşma Ödülleri'nde dönemin Cumhurbaşkanı Demirel'den plakçı Şahin Özer'e kadar çok sayıda kişiye ödül dağıtılmıştı. 28 Şubat sürecinin bütün hızıyla sürdüğü bir dönemde, 26 Aralık 1997 gecesi yapılan bu ödül töreninde Nazlı llıcak şu konuşmayı yapmıştı: "Bazı mahfiller Fethullah Gülen Hocaefendi'nin başını çektiği hizmet hakkında incitici laflar üretmektedir. Cumhurbaşkanının teşrifini bu çirkinliği, hatayı düzeltme gayreti olarak görüyorum,"
Samanyolu TV'den naklen yayınlanan gece için hazırlanan klipler Atatürk'le başlayıp Atatürk'le bitiyordu; aralara bol miktarda asker ve bayrak görüntüleri serpiştirilmişti. Ödül alıp verenlerin büyük kısmı Atatürk'e atıfta bulundu, bu hassasiyet kokteyl boyunca da sürdü. Öyle ki bilmeyenler, tesettürlü kadın ve sakallı erkek bulmanın neredeyse imkansız olduğu bu toplantıyı Atatürkçü bir kuruluşun düzenlediğini sanabilirdi. Geceyi sonuna kadar izleyen ve Gülen'den şükran plaketi alan Demirel de "Bu ödülü Türkiye'nin bölünmez bütünlüğüne, barış içinde yaşamasına verilmiş sayıyor
ANA SAYFA



Tarikat Sayfası

ORDUYU İKNA EDEMEDİ
Gülen ve cemaati 28 Şubat sürecini atlatmak için, yukarıdaki gecede olduğu gibi açık ve gizli olarak epey lobi yaptılar. Örneğin Gülen, Kanal D'de 'Yalçın Doğan ile Güncel' programına konuk oldu. Gülen, burada 28 Şubat'ı bütün uygulamalarıyla savundu; Erbakan'ın istifasının Türkiye'nin yararına olacağını Hz. Ömer'in yaşamından örneklerle anlattı. Gülen, daha sonra ABD'nin Jersey City şehrinde bir grup Türk gazeteciye verdiği röportajda Refah Partisi'nin oylarının 'yüzde 15'in bile altına' düştüğünü tahmin ederek, RP'yi kapatmak yerine, hakkındaki dava sürerken seçme gitmenin devlet açısından 'daha makul' olacağını söyledi. Ancak bütün bu çabalar sonuç vermedi ve sıra Gülen ve cemaatine geldi. ATV'de 18 Haziran 1999 günü yayınlanan kaset büyük bir şok yarattı. İddiaya göre, yalnızca cemaat yöneticilerinin izlemesi için hazırlanan kaset, devletin cemaat içine sızdırdığı kişiler tarafından ele geçirilmişti. Kasetin ATV'ye ulaştırılmasındaysa bir emekli orgeneralin adı geçiyordu. Gülen'in devlet içinde uzun vadeli kadrolaşma öğütlerini içeren bu kaset üzerine büyük medya kendisini yeniden 'bir numaralı rejim düşmanı' ilan ediverdi.
Gülen ise olayları 'ateist ve komünistlerin komplosu' olarak göstermeye çalıştı. Ankara DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel, "Hukuka aykırı hiçbir fiilin içinde değilim. Hiçbir illegal yapılanma, örgütlenme içinde olmadığım DGM kararlarıyla sabittir" diyen Gülen'le aynı fikirde değildi. Yüksel, Gülen hakkında, 'örgüt kurduğu ve yönettiği' gerekçesiyle, 10 yıla kadar hapis istemiyle dava açtı. Gülen'in 10 yıla kadar da kamu hizmetlerinden men edilmesini talep etti.
Yüksel'in ayrıca, Gülen'e bağlı tüm şirket, okul ve kurumlarla, buralarda çalışan yöneticileri de kapsayan bir dava açması bekleniyor. Yüksel'in açacağı davanın, sanıkların rnahkumiyetiyle sonuçlanması halinde, bu kuruluşların tamamının kapatılacağı ve mallarına el konulacağı ifade ediliyor.
İki yıldır ABD'de tedavi gören Gülen'in ne zaman Türkiye'ye döneceği meçhul. Gülen'in vakıfları aracılığıyla gerçekleştirdiği etkinliklere katılan 'seçkin konuklar' arasında farklı dinlerden insanlar da yer aldı. Gülen'in bir araya geldiği isimler arasında Patrik Barthelomeos da bulunuyordu (altta).

CEMAATE İÇ SORGULAMA
Gülen 22 Haziran 1999 akşamı, ABD'den Show TV'ye telefonla bağlanarak Reha Muhtar'ın sorularını yanıtlayıp, "devletin her şeyi bildiğini, vicdanının rahat olduğunu, ancak maksadı aşan ifadeleri" ola-bileceğini belirttikten sonra Türk medyasının karşısına çıkmadı. New York Times'ın yazılı sorularını yanıtlarken, kendisi hakkındaki suçlamaların "Devlet içindeki ufak bir azınlığın işi" olduğunu söyledi. Fakat bu yayının üzerinden daha bir hafta geçmeden Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu, adını vererek Gülen'i hedef gösterdi ve onun hakkındaki gıyabi tutuklama kararının iptal edilmesini bu cemaatin 'yargıya sızması' olarak değerlendirdi.
Gülen. RP'nin 1994 ve 95 seçimlerindeki zaferlerinden ve buna paralel olarak islamcılığın genel yükselişinden kaygı duyan çevrelerle iyi ilişkiler geliştirmiş; "Arap ve Acem İslamına karşı Türk İslamı" olarak tanımlanabilecek muğlak bir projeyi ve kendi cemaatini onlara bir nevi panzehir olarak sunmuştu.
Bütün bu süreçte Gülen toplumdan ziyade devleti ve iktidar sahibi seçkinleri muhatap aldı. 1995'ten itibaren devlet içindeki iktidar savaşlarında Gülen'in adı hep anılır oldu. Nitekim Savcı Yüksel, iddianamesinde Gülen'in orduya karşı polisi çıkartmak istediği iddiasının altını ısrarla çizdi.
Değişik iktidar odaklarının desteğine sahip olduğu dönemlerde bile "Takıyye mi yapıyor?" sorusu Gülen'in peşini hiç bırakmadı. Basın mensuplarına yurtdışındaki okullar gezdirildi; cemaatinin yayın organlarında dışarıdan isimlere de yazı yazdırıldı, program yaptırıldı; ödüller dağıtıldı. Şık otellerdeki toplantılarda değişik dinlerin temsilcileri bir araya getirildi ve nihayet Gülen, Papa'yı ziyaret edip görüştü.
Gülen devlet katında belki herkesi bir şekilde ikna etti; ordu hariç. Çünkü 1986'da yapılan bir operasyonla cemaatin askeri liselere sızmış olduğunu ortaya çıkaran askerler bu cemaate' yönelik kuşkularını hep korudu. Devletin değişik kademeleri, bu cemaatin kadroları ve imkanlarının değişik yer ve zamanlarda kullanılmasına göz yummuş olsalar da bu cemaat yanlılarını ordudan ayıklamayı hiç aksatmadılar. Ayet ve Slogan'da Gülen cemaati ile ilgili bölümü şöyle bitirmiştim: "Kadrolarını devlet hizmetine koşmayı yeğleyen (en azından şimdilik) bu cemaat aynı zamanda çok geniş mali olanaklara da sahip. İleride bir gün, kendine güveni geldiğinde, cemaatin siyasi iktidara talip olmak isteyebileceği 'teorik' olarak varsayılabilir. Ancak kuru ajitasyonla, spekülatif argümanlarla, kişi kültüne koyu bir bağlılıkla yetiştirilen bu 'kadrolar'la nereye kadar yürünebileceği şüpheli."
Bütün yaşananlardan sonra cemaat içinde ürkek de olsa bir özeleştiri süreci yaşandığı gözleniyor. Öncelikle pazarlıklarla devletten elde edilen kazanımların tek bir kasetle ellerinden uçuvermesi cemaatte tam bir şok yaratmış durumda. Devletle iyi geçinmek adına taviz verilen İslami/Nurcu çizgiye geri dönülmesi talebi alttan alta seslendiriliyor. Ayrıca, sonradan edinmiş oldukları 'stratejik dostların' önemli bir kısmının kaset kriziyle birlikte -tabii ki Ecevit hariç- kendilerinden uzaklaşmasının, buna karşılık 28 Şubat'ta kurban edilmesine ses çıkartmadıkları. hatta onayladıkları RP'lilerin kendilerine sahip çıkmasının cemaat üyeleri arasında ciddi bir vicdan azabı ve kırılma yarattığı da biliniyor. Gülen ve cemaatinin serüvenini belki de en iyi ordudan atılma bir Nakşibendi subayın sözleri özetliyor: "Biz kışlada namazımızı açıkta kılıyorduk. Fethullah Hoca cemaatindekiler ise gizli. Sonunda hepimizi attılar."
Gülen, Reha Muhtar'la iki saat süren söyleşide ABD'den dönüp dönmeyeceğinin sorulması üzerine "Ölürsem Türkiye'de ölürüm. En büyük sıkıntım şu anda Türkiye'de olmamak. Hatta bu mevzuda, yapacağım bazı görüşmeler nedeniyle Türkiye'de olmamın daha yararlı olacağını düşünüyorum. Geleceğim. Devlet idam verirse verecek. Ahireti bin can ile arzu eden insanım. Öyle bir şey olursa, bayram sevinci gibi bağrıma basar rabbime yürürüm" demişti.
Gülen'in yurda dönüp kendini savunması her geçen gün daha da kaçınılmaz bir hal alıyor. Birçok hastalık nedeniyle tedavisi süren Gülen'in bünyesinin uzun bir yolculuğu kaldırıp kaldırmayacağı şüpheli. Ama onun toplumun nabzını tutmak yerine, yine kendisi ve cemaati hakkında devlet içindeki tartışmaların seyrini gözlediği ve uygun zamanı kolladığı söylenebilir.
Fethullah Gülen'in sonradan edindiği 'stratejik dostlarının' önemli bir kısmı-tabii ki Ecevit hariç- kaset kriziyle ve açılan davayla birlikte kendisinden uzaklaştı...





Fotoğraf: ALİ ÖZ


Yazı : RUŞEN ÇAKIR


NTV MAG Ekim 2000, Sayfa 62-65

--------------------------------------------------------------------------------

DEVLET "TARİKATLARI" SEVİYOR...



ANA SAYFA



Tarikat Sayfası

Devlet Tarikatları Seviyor
Nakşibendi bir çocukluk arkadaşımla bir gün İstanbul Moda'da buluşmuştuk. Bana emekli orgeneral Turgut Sunalp'in evini gösterdi. Sormam üzerine de anlattı: "12 Eylül askeri darbesinden sonra Şeyda Hazretlerini (Menzil Şeyhi Raşit Erol) Çanakkale de sürgüne göndermişlerdi. Bu uygulamayı durdurmak için girişimlerde bulunduk. O zaman Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP) Genel Başkanı olan Sunalp Paşa'ya da gittik."

Kısa süre önce 1983 genel seçimlerinden yenik çıkmış olan Sunalp Paşa. konuklarına sıcak bir şeyler ikram etmiş, kendisi de viskisini yudumlamış ve sonraki seçimlerde Menzil dergâhının partisini destekleyeceği sözünü almıştı. Tabii ki bir süre sonra Nakşi Şeyhi Erol'un sürgünü sona erdi. Turgut Sunalp ise bir sonraki seçimlerde partisinin başında değildi. Herhalde Kenan Evren, Sunalp Paşa'nın rızasıyla Nakşi Şeyhi Erol'un sürgününü kaldırdığını hatırlamıyordur Tıpkı İskender Paşa Dergâhı Şeyhi Mehmet Zahid Kotku'nun Kasım 1980'de Süleymaniye Camii naziresine defnine izin veren kararnameyi imzaladığını; Süleymancılara ait bine yakın öğrenci yurdu ve pansiyonuna devlet tarafından el konulmasından, bu cemaatin anayasaya evet demesi karşılığında, son anda vazgeçildiğini hatırlamadığı gibi.
12 Eylül 1980. Türkiye'de birçok şeyin olduğu gibi cemaat-siyaset-ticaret ilişkilerinin de miladı oldu. Kotku'nun damadı olup onun yerine geçen Prof. Mahmud Esad Coşan'ın Eyüp Mezarlığı'na defnedilmesi ve bundan bir gün sonra bir başka Nakşi cemaati üzerine yükselmiş olan İhlas İmparatorluğu'nun çöküşüyle tekrar gündeme gelen bu karmaşık ilişkilere göz atmaya, birtakım yanlış bilgileri düzeltmekle başlamak iyi olur: Öncelikle, her Sünni İslami cemaat tarikat değildir. Günümüz Türkiyesi'nde Nakşibendilik ve Kadirilik başta olmak üzere Cerrahilik. Rıfailik, Mevlevilik gibi tarikatlar ve bunların irili ufaklı sayısız kollan mevcuttur. Nurculuk ve Süleymancılık, tasavvuf geleneğinden gelmekle birlikte tarikat değildir.

Esad Coşan'ın nereye gömüleceği tartışmalarıyla başlayan tarikat-devlet ilişkileri Ihlas Finans'ın faaliyetlerinin durdurulmasıyla başka bir boyuta ulaştı.
MÜRİDLERİN ÖZGÜRLÜĞÜ
Tarikatlar bir tür masonik örgüt gibi. girildi mi içinden çıkılamayan, müridlerin mürşidlerin kölesi olduğu, her türlü kumpasın döndüğü, ibadet ve zikirden ziyade tarikat dışı kesimlere, özellikle de devlete karşı komploların tezgahlandığı bir yer gibi görülürler. Halbuki buralarda birey yoğun bir cemaat bağlılığı içinde bulunmakla birlikte, neredeyse aynı yoğunlukta özgürdür. Şeyh. müride emir ya da talimat değil, öğüt verir, o da çoğunlukla müridin arzulaması durumunda. Genellikle çok açık ve net olmayan bu öğütler onu yerine getirmeye niyetli olan mürid tarafından ayrıca yorumlanır. Tasavvufla ilgilenenlerin yalnızca toplumun yoksul ve eğitimsiz kesimlerinden çıktığı, dolayısıyla bu kişilerin kendilerini 'dinlerine verip' kamusal alanda fazla iddiada bulunmayacakları zannıyla tarikatların 'hoşgörüldüğü' de olmuştur. Fakat profesörler, kravatlı beyler, başı açık kadınların bile tarikatçı' olduğu fark edilince, tasavvufla ilgilenenlerin 'cahil' değil de 'gafil' oldukları düşünülür oldu.
ŞEYH ZİYARETLERİNİN KERAMETİ

Kuşkusuz sağ kitle partileri, uzun bir süre.Başta tarikatlar olmak üzere İslami cemaatlerle doğrudan pazarlık ettiler. Değişik cemaatlerin temsilcilerini milletvekili olarak parlamentoya soktular, bunların arasından bakanlar da çıktı. İslami cemaatlerin yasal nedenlerle yarı-gizli bir konumda olduğu dönemlerde bu tür pazarlıklar anlamlıydı, çünkü yasadışılık. Resmi toplumdışılık duygusu cemaat üyelerini birbirlerine daha fazla kenetliyor, şeyh ya da liderin etkisini artırıyordu.

Ancak günümüzde İslami cemaatler yeraltından çıktı,'müridmiş gibi yapan' kişilerin sayısı da hızla artmayabaşladı. Sonuçta her mürid. mürşidinin işaret ettiği parti ya da adaya oyunu vermedi. Kaldı ki bir tarikat şeyhi ya da cemaat liderinin, herhangi bir partiye çok açık bir şekilde taahhütte bulunması da enderdir.

Aslında her iki taraf da her şeyin çok açık yürümemesine razıdır. Politikacı için bir şeyhi ziyaret etmek başlı başına yeterlidir (çok aleni bir biçimde terslenmediği müddetçe). Ardından kendi kanallarıyla desteği kopardığının propagandasını yapacaktır. Şeyh ise 'kapısı herkese açık olduğu için' politikacıyı da kabul etmiştir, hayır duasını ondan da esirgememiştir. Ancak söylentileri yalanlama yoluna da gitmez. Çünkü böyle yaparsa kendini küçültmüş olur. Ayrıca kendisinin ve tekkesinin bu şekilde güçlü gösterilmesine de bir itirazı olmayacağı açıktır.
Politikacılarla İslami cemaatler arasında gerçekten bir pazarlık varsa, bu, cemaat liderlerinden ziyade, onların yakın çevresi, özellikle de varsa liderlerin erkek çocuklarıyla yapılır. Cemaatin önde gelenleri, pazarlıklar sonuçta bir yere varmışsa bunu bir şekilde cemaate çıtlatıp çıtlatmamakta tamamen özgürdürler. Politikacının,pazarlığın cemaate duyurulmasını denetlemesi epey zordur. Esad Coşan'ın tartışmalı bir biçimde Eyüp Mezarlığına gömülmesinden bir gün sonra Enver Ören'in (yukarıda küçük resim) İhlas imparatorluğunun çöküşü. yeniden tarikat-siyaset-devlet ilişkilerini gündeme getirdi...
DEVLETİN TARİKAT İLGİSİ
Fakat cemaat-siyaset ilişkisi esas olarak siyasi partiler üzerinden değil, devlet (belki de moda deyimle 'derin devlet') üzerinden yürümektedir. Yazının girişinde verdiğimiz örneklerin de gösterdiği gibi, cemaatleri aktif siyasete çeken, onlarla karşılıklı taviz temelinde pazarlıklar yürüten esas güç partilerüstü devlet mekanizmalarıdır. Devlet;
1) Birtakım tehlikeli ideolojilere karşı cemaatleri paratoner olarak kullandı. Örneğin Soğuk Savaş döneminde komünizme karşı mücadelede cemaatler, devletin bir nevi kitle tabanı işlevi görmüşler, cemaat üyeleri kimi zaman gönüllü istihbaratçı, kimi zaman tetikçi rolünü bilerek oynamışlardır. Aynı şekilde PKK'ya karşı da dini birtakım kalkanlar oluşturulmaya çalışıldığı biliniyor.
2) Muhafazakâr kesimlerde öteden beri egemen olan 'devlete itaat" çizgisini pekiştirdi. Buralardan sistem karşıtı hareketlerin boy vermesinin önü alındı. Veya İslam'ın radikal yorumlarının hızı, yine ılımlı cemaatler aracılığıyla kesildi.
3) Devlet, her şeye rağmen her cemaati 'potansiyel birer tehlike' olarak gördüğü için, bu ilişkiler sayesinde onlan denetim altında tuttu.'İslami şirketlerde' mürid öncelikle işçidir; cemaatin şirketinde düşük ücretle, sendikasız, kimi zaman sigortasız çalıştırılır. Sonra pazarlamacıdır. Nihayetinde müşteridir; cemaat ürünlerini o tüketir.
4) Devletin -kimi durumda kendi başlarına hareket eden bazı devlet görevlilerinin- birtakım yasalara uygun olmayan faaliyetlerinde cemaatler örtü işlevi gördü.
İHLAS'IN DOĞUŞU



ANA SAYFA



Tarikat Sayfası

Devlet Tarikatları Seviyor
Nakşibendi bir çocukluk arkadaşımla bir gün İstanbul Moda'da buluşmuştuk. Bana emekli orgeneral Turgut Sunalp'in evini gösterdi. Sormam üzerine de anlattı: "12 Eylül askeri darbesinden sonra Şeyda Hazretlerini (Menzil Şeyhi Raşit Erol) Çanakkale de sürgüne göndermişlerdi. Bu uygulamayı durdurmak için girişimlerde bulunduk. O zaman Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP) Genel Başkanı olan Sunalp Paşa'ya da gittik."

Kısa süre önce 1983 genel seçimlerinden yenik çıkmış olan Sunalp Paşa. konuklarına sıcak bir şeyler ikram etmiş, kendisi de viskisini yudumlamış ve sonraki seçimlerde Menzil dergâhının partisini destekleyeceği sözünü almıştı. Tabii ki bir süre sonra Nakşi Şeyhi Erol'un sürgünü sona erdi. Turgut Sunalp ise bir sonraki seçimlerde partisinin başında değildi. Herhalde Kenan Evren, Sunalp Paşa'nın rızasıyla Nakşi Şeyhi Erol'un sürgününü kaldırdığını hatırlamıyordur Tıpkı İskender Paşa Dergâhı Şeyhi Mehmet Zahid Kotku'nun Kasım 1980'de Süleymaniye Camii naziresine defnine izin veren kararnameyi imzaladığını; Süleymancılara ait bine yakın öğrenci yurdu ve pansiyonuna devlet tarafından el konulmasından, bu cemaatin anayasaya evet demesi karşılığında, son anda vazgeçildiğini hatırlamadığı gibi.
12 Eylül 1980. Türkiye'de birçok şeyin olduğu gibi cemaat-siyaset-ticaret ilişkilerinin de miladı oldu. Kotku'nun damadı olup onun yerine geçen Prof. Mahmud Esad Coşan'ın Eyüp Mezarlığı'na defnedilmesi ve bundan bir gün sonra bir başka Nakşi cemaati üzerine yükselmiş olan İhlas İmparatorluğu'nun çöküşüyle tekrar gündeme gelen bu karmaşık ilişkilere göz atmaya, birtakım yanlış bilgileri düzeltmekle başlamak iyi olur: Öncelikle, her Sünni İslami cemaat tarikat değildir. Günümüz Türkiyesi'nde Nakşibendilik ve Kadirilik başta olmak üzere Cerrahilik. Rıfailik, Mevlevilik gibi tarikatlar ve bunların irili ufaklı sayısız kollan mevcuttur. Nurculuk ve Süleymancılık, tasavvuf geleneğinden gelmekle birlikte tarikat değildir.

Esad Coşan'ın nereye gömüleceği tartışmalarıyla başlayan tarikat-devlet ilişkileri Ihlas Finans'ın faaliyetlerinin durdurulmasıyla başka bir boyuta ulaştı.
MÜRİDLERİN ÖZGÜRLÜĞÜ
Tarikatlar bir tür masonik örgüt gibi. girildi mi içinden çıkılamayan, müridlerin mürşidlerin kölesi olduğu, her türlü kumpasın döndüğü, ibadet ve zikirden ziyade tarikat dışı kesimlere, özellikle de devlete karşı komploların tezgahlandığı bir yer gibi görülürler. Halbuki buralarda birey yoğun bir cemaat bağlılığı içinde bulunmakla birlikte, neredeyse aynı yoğunlukta özgürdür. Şeyh. müride emir ya da talimat değil, öğüt verir, o da çoğunlukla müridin arzulaması durumunda. Genellikle çok açık ve net olmayan bu öğütler onu yerine getirmeye niyetli olan mürid tarafından ayrıca yorumlanır. Tasavvufla ilgilenenlerin yalnızca toplumun yoksul ve eğitimsiz kesimlerinden çıktığı, dolayısıyla bu kişilerin kendilerini 'dinlerine verip' kamusal alanda fazla iddiada bulunmayacakları zannıyla tarikatların 'hoşgörüldüğü' de olmuştur. Fakat profesörler, kravatlı beyler, başı açık kadınların bile tarikatçı' olduğu fark edilince, tasavvufla ilgilenenlerin 'cahil' değil de 'gafil' oldukları düşünülür oldu.
ŞEYH ZİYARETLERİNİN KERAMETİ

Kuşkusuz sağ kitle partileri, uzun bir süre.Başta tarikatlar olmak üzere İslami cemaatlerle doğrudan pazarlık ettiler. Değişik cemaatlerin temsilcilerini milletvekili olarak parlamentoya soktular, bunların arasından bakanlar da çıktı. İslami cemaatlerin yasal nedenlerle yarı-gizli bir konumda olduğu dönemlerde bu tür pazarlıklar anlamlıydı, çünkü yasadışılık. Resmi toplumdışılık duygusu cemaat üyelerini birbirlerine daha fazla kenetliyor, şeyh ya da liderin etkisini artırıyordu.

Ancak günümüzde İslami cemaatler yeraltından çıktı,'müridmiş gibi yapan' kişilerin sayısı da hızla artmayabaşladı. Sonuçta her mürid. mürşidinin işaret ettiği parti ya da adaya oyunu vermedi. Kaldı ki bir tarikat şeyhi ya da cemaat liderinin, herhangi bir partiye çok açık bir şekilde taahhütte bulunması da enderdir.

Aslında her iki taraf da her şeyin çok açık yürümemesine razıdır. Politikacı için bir şeyhi ziyaret etmek başlı başına yeterlidir (çok aleni bir biçimde terslenmediği müddetçe). Ardından kendi kanallarıyla desteği kopardığının propagandasını yapacaktır. Şeyh ise 'kapısı herkese açık olduğu için' politikacıyı da kabul etmiştir, hayır duasını ondan da esirgememiştir. Ancak söylentileri yalanlama yoluna da gitmez. Çünkü böyle yaparsa kendini küçültmüş olur. Ayrıca kendisinin ve tekkesinin bu şekilde güçlü gösterilmesine de bir itirazı olmayacağı açıktır.
Politikacılarla İslami cemaatler arasında gerçekten bir pazarlık varsa, bu, cemaat liderlerinden ziyade, onların yakın çevresi, özellikle de varsa liderlerin erkek çocuklarıyla yapılır. Cemaatin önde gelenleri, pazarlıklar sonuçta bir yere varmışsa bunu bir şekilde cemaate çıtlatıp çıtlatmamakta tamamen özgürdürler. Politikacının,pazarlığın cemaate duyurulmasını denetlemesi epey zordur. Esad Coşan'ın tartışmalı bir biçimde Eyüp Mezarlığına gömülmesinden bir gün sonra Enver Ören'in (yukarıda küçük resim) İhlas imparatorluğunun çöküşü. yeniden tarikat-siyaset-devlet ilişkilerini gündeme getirdi...
DEVLETİN TARİKAT İLGİSİ
Fakat cemaat-siyaset ilişkisi esas olarak siyasi partiler üzerinden değil, devlet (belki de moda deyimle 'derin devlet') üzerinden yürümektedir. Yazının girişinde verdiğimiz örneklerin de gösterdiği gibi, cemaatleri aktif siyasete çeken, onlarla karşılıklı taviz temelinde pazarlıklar yürüten esas güç partilerüstü devlet mekanizmalarıdır. Devlet;
1) Birtakım tehlikeli ideolojilere karşı cemaatleri paratoner olarak kullandı. Örneğin Soğuk Savaş döneminde komünizme karşı mücadelede cemaatler, devletin bir nevi kitle tabanı işlevi görmüşler, cemaat üyeleri kimi zaman gönüllü istihbaratçı, kimi zaman tetikçi rolünü bilerek oynamışlardır. Aynı şekilde PKK'ya karşı da dini birtakım kalkanlar oluşturulmaya çalışıldığı biliniyor.
2) Muhafazakâr kesimlerde öteden beri egemen olan 'devlete itaat" çizgisini pekiştirdi. Buralardan sistem karşıtı hareketlerin boy vermesinin önü alındı. Veya İslam'ın radikal yorumlarının hızı, yine ılımlı cemaatler aracılığıyla kesildi.
3) Devlet, her şeye rağmen her cemaati 'potansiyel birer tehlike' olarak gördüğü için, bu ilişkiler sayesinde onlan denetim altında tuttu.'İslami şirketlerde' mürid öncelikle işçidir; cemaatin şirketinde düşük ücretle, sendikasız, kimi zaman sigortasız çalıştırılır. Sonra



Sonuçta ortaya bir dini AS cikar
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder MSNM
kurtoglu1919
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye



Kayıt: Dec 03, 2004
İletiler: 940
Şehir: AVUSTURYA/VIYANA

İletiTarih: Cum Ekm 07, 2005 10:23 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

NedenYayınlanmıyor

F. GÜLEN'İN BAŞMUAVİNİ NURETTİN VEREN'DEN AYDIN DOĞAN'A SORU :
Kanal D'deki Çekim, Oktay Ekşi'ye Verdiğim Dosyalar Neden Yayınlanmıyor?
İlk önce Sabah gazetesi Fethullah Gülen'le ilgili yazı dizisi başlattı. Şimdi de Aydın Doğan'ın Milliyet'i. Ama uzun süredir Gülen'in ikinci adamı Nurettin Veren, Gülen cemaatinin şifrelerini açıklıyor. Kanal D çekim yapıyor yayınlamıyor, Oktay Ekşi'ye geniş bir dosya veriyor, basılmıyor... Veren, Aydın Doğan'a bir mektup gönderdi...

Aydın Doğan'a bağlı Milliyet gazetesi, Aydınlık'ın baskıda olacağı 8 Ocak Cumartesi günü, Fethullah Gülen'le 11 gün süren röportajını yayımlamaya başlıyor. Doğan Grubu'nun neden böyle bir karar aldığı bilinmiyor. Ama Sabah gazetesinin 12 Aralık'ta başlayıp 6 Ocak'ta biten "Said Nursi'den Fethullah Gülen'e" başlıklı yazı dizisinden hemen sonra, Gülen'le yaptıkları röportajı yayımlamaya başlayacak olması manidar!

Aydınlık dergisi ve Ulusal Kanal yaklaşık birbuçuk aydır, Fethullah Gülen'in başmuavini ve ikinci adamı Nurettin Veren'in açıklamalarını, cemaatin şifrelerini çözen açıklamalarını yayımlamayı sürdürüyor. Veren, Aydınlık ve Ulusal Kanal dışında, Doğan Grubu'na bağlı medya kuruluşlarıyla da görüştü ama buralardan ses çıkmadı. Milliyet gazetesinde başlayacak "Gülen röportajları" öncesi Nurettin Veren, 6 Ocak'ta Aydın Doğan'a bir faks gönderdi. Veren'in Aydın Doğan'a gönderdiği faks şöyle:

"YAKLAŞIK BİR AY ÖNCE YAPTIĞINIZ ÇEKİM YAYINLANMADI"
"Sayın Aydın Doğan
"Bir ay önce Fatih Altaylı Bey'in talimatıyla röportaj yapmak üzere Kanal D muhabirlerinden Kürşat Okutmuş Bey ısrarla beni aradı. 18 Kasım 2004'te Fethullah Gülen'le ilgili açıklamalar için İstanbul'a davet ederek, Ana Haber Stüdyosu'nda yaklaşık iki saat çekim yapıldı. Sayın Okutmuş, bana hemen yayınlanacağını söyledi. Aradan bir ay geçmesine rağmen tarafıma bir bilgi verilmedi ve yapılan çekim yayına konmadı. Ben de Fatih Altaylı Bey'e faks çekerek, 'yayın yapılmayacaksa tarafıma bildirilmeli ve kasetler iade edilmeli' dedim.

"SAMANYOLU'NDAN HİDAYET KARACA: SAYIN EKŞİ, HOCAEFENDİ YAYIN YAPARSANIZ RAHATSIZ OLUR"

"Yaklaşık dört ay önce de Hürriyet yazarı Oktay Ekşi Bey'le odasında görüştüm. Kendisine, 'Fethullahçılık' ve devlet içinde yapılanmayla ilgili pek çok bilgi ve fotoğraflar bulunan bir dosyayı elden verdim. Kendisi de, bunun çok dehşet bilgiler olduğunu ve kitap ile röportajlar yapılması gerektiğini söyleyerek, beni, Doğan Kitapçılık Müdürü Mehmet Yaşin Bey'e, yardımcısı Zeynep Hanım'a yönlendirdi. Mehmet Yaşin Bey ve Zeynep Hanım, bu açıklamaların hemen kitap yapılmasını hatta film senaryosu yapılmasını söylediler. Bu açıklamalarımı kasetlere aktararak kendilerine vermemi istediler. Fakat birkaç gün sonra, Mehmet Yaşin Bey'in kitap reklamı ve posteri Zaman gazetesinde yayımlandı. O tarihten sonra Mehmet Yaşin Bey telefonlara çıkmadı. Oktay Ekşi Bey'i aradım ve durumu arz ettim. Kendisine, daha önce de diğer gazete ve televizyonlarda yaptığım konuşmalarımın cemaat tarafından engellendiğini söylemiştim. Sayın Ekşi de 'Hürriyet'te böyle bir şey olmaz, biz bağımsız yayın kuruluşuyuz' demişti. Bu engellemeyi kendisine sorduğumda 'Nurettinciğim maalesef senin dediğin gibi oldu. Samanyolu televizyonundan Hidayet Karaca geldi, beni buldu, seninle ilgili yayını durdurmamızı, 'Hocaefendi ve hizmet rahatsız olur' dediğini' bana söyledi.

"HER ZAMAN CANLI YAYINDA TARTIŞMAYA HAZIRIM"

"Daha sonra konuyu tekrar Uğur Dündar Bey ve Mehmet Ali Birand Bey'e de açtım. 'Söz veremeyiz fakat konuya bir bakalım' dediler. Şimdi ise Fethullah Gülen ile ilgili yazı dizisi kampanyanız başlıyor. Ben bir aydır, Haftalık Dergisi, Gözcü Gazetesi, Cumhuriyet Gazetesi, Aydınlık Dergisi ve Ulusal Kanal'a, F. Gülen'le ilgili belgeler ve açıklamalar yapıyorum. Gülen'le ve istediği her şahısla canlı yayında, her platformda karşı karşıya gelebileceğimi teklif ettim. Şu ana kadar, ne kendisi ne de herhangi bir yetkili karşıma çıkamadı.

"SİZİ DE GÜLEN'LE BEN TANIŞTIRDIM"

"Ben, kendisiyle 35 yıldır gece gündüz birlikte olan, Zaman Gazetesi ve Samanyolu Televizyonu Genel Müdürü ve Kurucusu ve Hissedarı, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın noter senedi ile kurucu başkanıyım. Orta Asya Türk Cumhuriyetleri'nde açılan beş üniversitenin kurucu Başkanıyım. Sayın Demirel'in şahsıma verdiği ve 14 ülke Cumhurbaşkanlarına gönderdiği resmi mektupların yetkilisiyim. Fethullah Gülen'i ilk defa Demirel, Tansu Çiller, Ecevit, Hikmet Çetin ve Cindoruk'la özel olarak görüştüren benim. En son olarak da, Fethullah Gülen'i sizinle Hürriyet binasında tanıştıran gazeteci, makine mühendisi Nurettin Veren'im. Ülke menfaatlerini düşünerek, Fethullah Gülen'e karşı yaptığım mücadelenin çok yönlü baskılarla hatta suikast girişimleriyle engellendiğini bilgilerinize sunuyorum. Konuyla ilgilineceğinizi umar, saygılar sunarım.
Nurettin Veren. 6. 01. 2005"
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder MSNM
DOLGAN
Amatör Üye
Amatör Üye



Kayıt: Mar 24, 2005
İletiler: 135

İletiTarih: Cmt Ekm 08, 2005 12:11 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Fethullah Gülen’den AB’ye destek

Tarikatını Amerika’dan yöneten Fethullah Gülen, yazılı açıklama yaparak, Türkiye’nin Avrupa Birliği sürecinden karlı çıkacağını savundu.

Gülen, “Beklentiler, 3 Ekim tarihinden itibaren memleketimizin insani değerlere saygı ve demokratik teamüllere bağlılık açısından güçlenmesi, ekonomik olarak da müreffeh toplumların seviyesine yükselebilmesi yönündedir. Bu, yeryüzünde ifade ettiği mananın farkında olan insanımızı endişelendirecek bir süreç değildir. Kendi öz değerlerini bilen ve onlara güvenen, sırtını milletine ve milletinin manevi değerlerine dayayan hiç kimse, böyle bir alışverişten korkmaz, korkmamalıdır. Doğru adımlar atıldığı takdirde inşallah Türkiye bu süreçten kârlı çıkacaktır” dedi.

Gülen, şöyle devam etti:

“Onlar da Türkiye’nin dinamizminden ve güçlü değerler bütünlüğünden, elbette faydalanacaklardır. Gelinen bu nokta devletimizin ve devlet adamlarımızın yürüttüğü, istikrarlı bir stratejinin meyvesi olarak görülmelidir. Umulur ki Ramazan-ı Şerif’in rahmet dalgalarının hissedildiği bugünlerde, Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği ile ilgili alınan karar, milletimiz, Avrupa Birliği ülkeleri ve dünya için hayırlara vesile olur. Ve yeryüzünde huzura, evrensel barışa ve diyaloga hizmet eder. Rahmet ve mağfiret ayı Ramazan’ın bereketi ile bizleri kucaklaması ve insanlığın yaşadığı sancılı günlerin tedavisine vesile olması temennisiyle.”

Buyrun, Ülkenin satılması ortak amaç olduğunda nasıl birbirlerine koltuk çıkıyorlar...
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
kadir45
Site Yöneticisi
Site Yöneticisi



Kayıt: Jun 03, 2004
İletiler: 3100

İletiTarih: Cmt Ekm 08, 2005 3:32 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Ben de aksini savunuyorum.O kapıda aşağılanmalar,o akıl almayacak dayatmalar çok işe yaramış,Türk milletinin aklını başına getiririp,titreyip kendisine dönmesini sağlamıştır.O ne masal anlatırsa anlatsın,millet artık işin farkındadır.Cemaatin fanatikleri ve tetikçileri dışındaki çok görüştüğümüz insanlar,bu birliğe karşıdır.Millet olaya onun baktığı at gözlüğüyle bakmıyor artık.Yunan gazeteleri bile olayın farkında.Ertesi günü "Kurtlar ULUDU" diye başlık yaptı yunan gazeteleri.Avrupa bunu görüyor,rahatsız,bizim abd de oturan Türk vatandaşı bunun farkında değil.Bize hep at gözlüğü ile bakıyorsunuz diyorlardı.KİMİN AT GÖZLÜĞÜYLE BAKTIĞI ORTAYA ÇIKTI.fG ENDİŞE ETMEKTE HAKLI.YAKINDA ONUN CEMAATİ DE KENDİNE İNANMAKTAN VAZGEÇECEK.ONUN MESAJI MÜRİTLERİNEDİR.AMA BOŞUNA.HERKES GÖZÜNÜ AÇTI.BARONLUĞU BİTMEK ÜZERE.YAKINDA O RAMAZANIN BEREKETİNİ GÖRECEK.ZİRA KENDİ BEREKETİ BİTECEK.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder
kurtoglu1919
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye



Kayıt: Dec 03, 2004
İletiler: 940
Şehir: AVUSTURYA/VIYANA

İletiTarih: Cmt Ekm 08, 2005 11:37 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Demek Abdullah Gül "takiyye" yapmış...


DOĞRUSU alındık! CHP Sözcüsü, Büyükelçi Onur Öymen Meclis'te konuşurken, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'e 1995'te neler söylediğini hatırlatmış ve sormuş:
"Avrupa Birliği Hıristiyan kulübüdür diyen siz değil misiniz?"
Peki, Onur Öymen bunu sordu diye bize ne oluyor, niye alınıyoruz?
Şundan alınıyoruz, çünkü bugün Abdullah Gül'ün başına dert olan o "Avrupa karşıtı" konuşmalarını gündeme ilk getiren bizdik de ondan...
***
22 Eylül 2003 tarihli yazımızın son bölümü şöyleydi:
"Fransa'da yasaklanan bir kitap var; büyük İslam âlimlerinden Kardavi'nin (İslam'da Haram ve Helal) diye Türkçeye çevrilen ve her yerde satılan bu kitabı, bölücülük yapıyor diye Fransa'da yasaklanmıştır. Avrupa'nın özgürlük anlayışı budur, Avrupa'nın özgürlük anlayışı sadece kendi çıkarlarınadır, dolayısıyla, bu konuda da gerçek yüzü bellidir. Avrupa kulübünün gerçek tavrı budur, Türkiye'ye bakışı da budur. Müttefiklerin amacı Türkiye'yi bölmektir."
Kimdi bu zehir zemberek lafları söyleyen?
O tarihte Refah Partisi milletvekili olan Abdullah Gül...
***
ERTESİ gün Amerika'da bulunan Abdullah Gül'den çok ağır bir cevap geldi, "O konuşma kendisine ait değildi, yazımız yalan ve yanlış bilgiye dayalıydı, tamamen yalandı, Meclis zabıtları ortadaydı, hangi oturumda bu konuşmayı yaptığını açıklamak zorundaydık, yalan bilgiye dayanarak, kendisini kamuoyu önünde küçük düşürmek, bizim gibi yılların gazetecisine yakışır mıydı?"
***
ABDULLAH Gül yılların gazetecisinin "çürük tahtaya basmayacağını" da bilmeliydi; cevabını verdik:
"Diyorsunuz ki:
'Meclis zabıtları ortadadır, hangi gün ve oturumda bu konuşmayı yaptığımı ispatlamalısınız.'
Hayhay!
Sayın Gül, siz bu konuşmayı 2 Mayıs 1995 Salı günü Millet Meclisi'nde yaptınız, o tarihte Refah Partisi Kayseri milletvekiliydiniz. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Türkiye aleyhinde bir karar almıştı; Türkiye'nin Kuzey Irak'a müdahalesi, Anayasa ve hukuk reformlarına ilişkin taahhütlerini yerine getirmemesi eleştiriliyordu. O gün Meclis, Başkan Vekili Kamer Genç tarafından açıldı, önce Dışişleri Bakanı Erdal İnönü konuştu, sonra siz Refah Partisi grubu adına söz alarak, bugün inkâr ettiğiniz bu konuşmayı yaptınız.
Evet, Sayın Abdullah Gül, Meclis tutanakları ortadadır. Konuşmanız, TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 19, Yasama Yılı: 4, Cilt: 85, Birleşim: 107, s. 375-377 bölümünde aynen mevcuttur.
Eğer zahmet edip bakarsanız, ya da "çok bilen" danışmanlarınıza baktırırsanız, gerçekle yüz yüze, burun buruna gelirsiniz."
Cevabımızı şöyle bitirmiştik:
"Biz Türkiye Cumhuriyeti'nin Dışişleri Bakanı'na 'Hilaf-ı hakikat beyanda bulunuyor' diyemeyiz.
Ama siz, kendi deyiminizle 'yılların gazetecisi'ne 'yalancı' demekten çekinmediniz.
Bir gün gelir, vicdanınızla hesaplaşırsınız."
***
İKİ gün sonra Abdullah Gül, Amerika'dan telefon etti:
"Özür dilerim, hata yapmışım!"
***
İŞTE, Sayın Onur Öymen'e bu yüzden alındık, insan eski laflarını Gül'ün önüne sürerken, bir kere, bizim adımızı anar, biz de Meclis tutanaklarına geçerdik!
Tabii bunlar şaka, lise hocamız rahmetli Münir Raşit Öymen'in oğlu bu şakamızı hoşgörüyle karşılar herhalde...
Sayın Onur Öymen, teşhis ve tespitimize katılır mı acaba?
Biz ve bizim gibiler galiba akıntıya kürek çekiyoruz; çünkü "takiyye" nedir bilmiyoruz.
NE bize öğrettiler ne de biz öğrenmeye çalıştık...
Demek Abdullah Gül, on yıl önce Avrupa için o lafları ederken "takiyyenin âlâsını" yapıyormuş, gönlünde yatan aslan Avrupa'ymış...
Herhalde Erbakan Hoca'nın korkusundan öyle konuşuyormuş!

h.pulur@milliyet.com.tr
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder MSNM
kurtoglu1919
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye



Kayıt: Dec 03, 2004
İletiler: 940
Şehir: AVUSTURYA/VIYANA

İletiTarih: Cmt Ekm 08, 2005 12:48 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

FETULLAH GÜLEN SOROSLA İSBİRLİGİ Mİ YAPIYOR?
Anonymous 7.10.2005 Saat: 23:25
Erbakan'a yakın bir yayın organı olan Milli Çözüm Dergisi'nin Eylül/2005 sayısında, Osman Eraydın imzalı yazıda, geniş kapsamlı bir "Sorosçular Listesi"nde; TÜSİAD, Türk Demokrasi Vakfı, Arı Hareketi, Fethullah Gülen cemaati, Kemal Derviş, ve Cüneyt Zapsu'nun isimleri özellikle vurgulandıktan sonra şöyle deniyor:
"Küresel Baronlar'ın ağır saldırısı altındaki Türkiye'nin başbaşa bırakıldığı ‘anayasal organlara yönelik iç boşaltma girişimleri'ne seyirci kalınmamalıdır! Yargıtay ve Danıştay ile birlikte TSK, MİT, YÖK, RTÜK ve Cumhurbaşkanlığı'na yönelik ‘pasifizasyon çalışmaları' ile ‘bu planları gölgeleme gayreti içinde olan hükümet'e' tavır koymalı ve uyanık davranmalıdır. "ve Osmanlı'nın son dönemindeki Batı meraklısı paşalarla yönetimdeki İttihatçı işbirlikçilerin sonları ile Milli Mücadele döneminde Hıyanet'i Vataniye Kanunu'na paralel kurulan İstiklal Mahkemeleri'nde yargılananların tarihi akıbetleri unutulmamalıdır!"

"Türkiye'yi, Büyük İsrail'in bir eyaleti ve Soros'ların sömürge semti yapmaya yönelik bu gaflet ve hıyanet girişimlerinin, Kuvay-ı Milliye cephesi tarafından hangi hayırlı değişim ve devrimlere vesile ve vasıta yapılabileceği de hesaba katılmalıdır!.."



Sözkonusu dergide, İsmet Sezgin'in Fethullah Gülen hakkında yazdıklarının her Türk aydınını yakından ilgilendireceğine inandığımdan, bazı bölümlerini hiçbir yorum yapmadan aşağıya aynen alıyorum:


"... Fethullah Gülen, baştan sona bir Amerikan Planının parçasıdır. Yeni Dünya Düzeni'nin Türkiye'ye dayattığı Mafya-Gladyo-Tarikat sisteminin bir ayağıdır. Gülen'in önemi, ABD'nin Yeşil Kuşak projesinde üstlendiği rolden kaynaklanmaktadır. Saidi Nursi çizgisinde Erzurum'dan yola çıkan Gezici Vaiz Fethullah Gülen'i, NewYork-Vatikan-Kudüs hattına taşıyan sihirli güç, ‘büyük müttefikimiz' Amerika'dır. Fethullah Gülen'i Ahlat'tan şimdi bulunduğu Pennsylvania'ya uçuran süreç ve araçlar, CIA tarafından ayarlanmıştır. "


Amerika'yı karşıya almadan Fethullah sorunu çözülemez!



"Dün hükümet koltuğunda oturan Ecevit'in, Mesut Yılmaz'ın ve Devlet Bahçeli'nin, bugün ise AKP'nin, Gülen olayına yaklaşımlarını açıklayan gerçek burada gizlidir. Bunların Fethullah Gülen'le ilişkileri, aslında Amerika'yla ilişkidir. Bunu bilerek hareket etmektedirler. İlkokulu dışarıdan bitirmiş, Risale-i Nur'u istismar etmiş, vaaz verirken ağlayıp bayılmakla şöhret edilmiş ve Amerika'nın oyuncağı, ılımlı İslam'ın sahte mehdisi haline getirilmiş, bu gezici vaizin el üstünde tutulmasının sebebi, Siyonist ABD'dir. Fethullah olayını çözmek isteyenler, Amerika'yı karşılarına almak cesaretini göstermelidir.


Değirmenin Suyu Washington'dan


Fethullah Gülen'in bugün hükmettiği güç, Genelkurmay Başkanlığı tarafından 1998 başında hazırlanan bir raporda şöyle sıralanmaktadır: ‘Yurt içinde, 85 vakıf, 18 dernek, 89 özel okul, 207 şirket, 373 dershane, yaklaşık 500 öğrenci yurdu ve biri İngilizce yayınlanan 14 dergi, 15 ülkede yayınlanan 300 bin tirajlı Zaman gazetesi, ulusal düzeyde yayın yapan 2 radyo ve uluslararası yayın yapan Samanyolu televizyonu; Yurtdışında 6 üniversite ve yüksekokul, 236 lise, 2 ilkokul, 8 dil ve bilgisayar merkezi, 6 üniversiteye hazırlık kursu ve 21 öğrenci yurdu olmak üzere toplam 279 eğitim kuruluşu' bulunmaktadır.


Gülen'in avanesinin sahip olduğu 300'e yakın şirketle, 600 trilyon liraya hükmettiği saptanmıştır. Yurtdışındaki okullarının yıllık gideri ise, Fethullahçılar tarafından 1,5 milyar dolar olduğu açıklanmıştır. 1986 yılında, Özal tarafından gıyabi tutukluluktan kurtarılan Gülen'in 12 yılda bu kadar büyük bir güce ulaşmasının izahı da uluslararası bağlantısıdır.


"Sovyetler Birliği'nin çözülmesi üzerine Gülen örgütü, uluslararası okullar atağına geçti. Gülen'in öncelik verdiği ülkeler son derece dikkat çekici: Orta Asya, Kafkaslar, Balkanlar. Yani Amerika'nın ilgi alanındaki bölge ve ülkeler. Nitekim 1992'den itibaren, öncelikle Orta Asya Türk cumhuriyetleri olmak üzere Kafkas ve Balkan cumhuriyetlerinde, ‘Fethullahçı' diye bilinen vakıf ve şirketler, art arda kolejler açtılar. Ardından Asya ve Afrika ülkeleri geldi.


"… Fethullah okullarının ülkelere dağılımı şöyle: Kazakistan (28), Rusya Federasyonu'na ait çeşitli bölgeler (24), Özbekistan (18), Türkmenistan (15), Azerbaycan (14), Kırgızistan (11). Bunları Arnavutluk ve Moğolistan (4'er); Afganistan, Irak, Gürcistan,Ukrayna ve Romanya (5'er); Moldova (2); Pakistan, Bangladeş, Makedonya, Macaristan, Fas, Güney Afrika, Sudan, Endonezya, Tayland, Çin ve Tayvan 1'er okul.


"Nevval Sevindi'nin Sabah Kitapları'ndan çıkan, ‘Fethullah Gülen ile New York Sohbeti'nde, ABD emperyalizmiyle Fethullahçıların bağı açıkça dile getiriliyor. İşte kitaptan bazı seçmeler: ‘Amerika şu andaki konum ve gücüyle bütün dünyayı kumanda edebilir. Bütün dünyada yapılacak işler buradan idare edilebilir. Amerika hala bu dünya gemisinin dümeninde oturan bir milletin adıdır.' (s. 6)


‘Amerika daha uzun zaman dünyanın kaderinde çok önemli rol oynayacaktır. Bu realite kabul edilmeli. Amerika göz ardı edilerek şurada burada bir iş yapılmaya kalkışmamalıdır.' (s. 7) ‘Amerikalılar istemezlerse kimseye dünyanın değişik yerlerinden hiçbir iş yaptırmazlar. Şimdi bazı gönüllü kuruluşlar dünya ile entegrasyon adına gidip dünyanın değişik yerlerinde okullar açıyorlarsa, bu itibarla, mesela Amerika ile çatıştığınız sürece bu projelerin gerçekleştirilmesi mümkün olmaz. (s. 8)


‘Amerika ile iyi geçinmezseniz işinizi bozarlar. Şurada bulunmamıza izin veriyorsa, bu bizim için bir avantajsa, bu avantajı sağlıyor demektir.' (s. 9)
Şimdi söyleyin, Fethullah Gülen, yegane kuvvet ve kudret sahibi olarak, Allah'a mı inanıyor, yoksa Amerika'ya mı?


"… Fethullah Gülen cemaati tarafından yurt dışında, özellikle de Türk Cumhuriyetlerinde açılan okullarda, diplomatik pasaportlu Amerikalı CIA ajanları, ‘İngilizce öğretmeni' diye barındırılıyor. Bu işbirliği, Türkiye'de yapılan üst düzey resmi bir toplantıda, bizzat Fethullahçı okul yöneticisi tarafından itiraf edilmiştir. Toplantıda, dönemin Milli Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam ve MİT temsilcisi de bulunduğu halde, olay karşısında sessiz kalındı. Durum, devletin resmi olarak yayımladığı kitapla da belgelenmiştir.


"… Fethullah Gülen'in yurtdışındaki okullarında çalışan bine yakın ABD'li öğretmende, yalnızca devlet görevlilerine verilen ABD resmi pasaportu var. Çoğunluğu Türk Cumhuriyetleri'nde faaliyet yürüten okullardaki ABD'li öğretmenler, İngilizce adıyla ‘official passeport'a sahipler. Amerikan Eğitim Bakanlığı personeli olmayan ABD'li öğretmenlerin, normal olarak turist pasaportu sahibi olmaları gerekiyor. Ancak, Amerikan devleti, Gülen'in okullarında çalışanları resmi görevli sayıyor. Türkiye'deki karşılığı ‘yeşil pasaport'olan resmi görevli pasaportu, ABD'li öğretmenlere diplomatik dokunulmazlık sağlıyor. Amerikalı kaynaklar, bu pasaportların CIA'nin talimatıyla düzenlendiğine işaret ediyorlar. Emperyalizmin istediği ‘Ilımlı İslam', müslümanlığı yozlaştırmayı amaçlıyor!


"Gülen'in Türk Dünyası'na yaklaşımı, Amerika'nın Orta Asya'ya olan yaklaşımı ile tam bir uygunluk göstermektedir. Türkiye'nin, diğer Türk cumhuriyetleriyle ilişkilerini geliştirmesi, son derece önemlidir. Bu ilişkilerin, koşulların elverdiği ölçüde sıkı olması, elbette Türkiye'nin çıkarınadır. Ancak Amerika'nın güdümünde kurulacak ilişkiler, Türkiye'nin komşularıyla olan ilişkilerinin bozulmasına, bölgesel karışıklıklara ve savaşlara yol açmaktadır. Amerika'nın istediği de budur, yani Türkiye'nin Siyonist sömürüye taşeronluk yapmasıdır. Fethullah Gülen, ABD'nin bu planlarında rol almaktadır.


"Kırgızistan ve Özbekistan darbeleri, Fethullah Gülen'in, yani ABD'nin güdümündeki Nurculuğun, Türkiye'nin Türk Cumhuriyetleri'yle ilişkisinde oynadığı rolün son kanıtıdır. Halbuki Fethullahçıların ve Zaman'cıların bu Amerikan aşıklığı ve İsrail uşaklığı, ne İslam'ın ruhuna ve ne de Bediüzzaman'ın yoluna asla uymamaktadır.


"Rejisör, Siyonist mihraklardır. Fethullahçılar sadece figürandır."

YENİÇAĞ-AYDINLIK
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder MSNM
kurtoglu1919
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye



Kayıt: Dec 03, 2004
İletiler: 940
Şehir: AVUSTURYA/VIYANA

İletiTarih: Cmt Ekm 08, 2005 5:02 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

MİSYONERLER NEYİN PEŞİNDE?
ORKUNSANCAK 3.10.2005 Saat: 19:02
MİSYONERLER NEYİN PEŞİNDE?


Misyonerlik faaliyetleri temelde bütün insanlığı hedef alan iki aşamalı bir projedir.Birinci aşama dindir ve amacı Hıristiyanlığı yaymaktır.Misyoner denen kimse,kendisini Kiliseye adayan insan demektir.Misyonerler,kutsal kabul ettikleri böyle bir amaç için her şeyi yapmayı göze alırlar.



Onları her yerde asker,doktor,öğretmen,gazeteci,sporcu,çevreci,barış gönüllüsü vs. kimliğiyle görebileceğiniz gibi yardım sev er bir rahip veya rahibe,çeşitli sosyal faaliyetlerin öncülerinden biri olarak da karşınıza çıkabiliriler.

Misyonerlik projesinin ikinci ve asıl aşaması siyasidir.Aslında birinci aşama ikincisine geçiş için bir süreçtir.Misyonerliği dini bir faaliyet olmaktan çıkarın,onu gerçek amacına taşıyan ve sömürgeleştirme politikalarının bir parçası hâline getiren çeşitli ekonomik,siyasi,tarihi,sosyal ve kültürel sebepler vardır.

Esasında misyonerlik,hem kilisenin hem de ilgili devletin içte ve dışta güç kazanma adına Hıristiyanlığı bir araç olarak kullanmasıdır.Amaç Hıristiyanlığın yayılması olsaydı,batılı devletler kendi içlerine ateistlere,satanistlere karşı veya kaybolan din duygusun geliştirmeye dönük daha etkin bir faaliyet gösterirlerdi.Eğer yapılan bu değilse o zaman misyonerlik,gerçek anlamda din istismarcılığından başka bir şey değildir.

Misyonerlik faaliyetlerine karşı etkili ve güçlü olmanın iki sağlam yolu vardır.Birincisi onların gaye ve yöntemlerini çok iyi bilmek ve izlemek,ikincisi kendimizi tanımak,zaaflarımızın istismar edilmesine izin vermemek,inanç ve kültür değerlerimize sahip çıkmaktır.

1911 yılında bugünkü Libya sınırları içinde kalan Trablus garp’ın kuş konmaz kervan geçmez,insan yaşamaz bir yerinde İtalyan casusları yerli şeyhlerin kıyafetiyle ne arıyorlardı?Yani insanın yaşamadığı çöllerde bunlar ne arıyorlardı? Bu casuslar bu bölgede Trablus garp çıkarmasının yapılacağı alanda su ve yolların haritasını çıkarırken yakalanmıştı.Demek oluyor ki misyonerlikte asıl amaç ikincisi olan sömürgecilik daha büyük bir anlam kazanıyor.Yani Hıristiyanlık sadece sömürüye giden yolda yumuşak bir geçiş yapmaktır.Yani bir nevi insanları kültürel bir beşin yıkamasına tabi tutarak sömürüye karşı tepki göstermelerini önlemek yani yumuşak geçiş yapmaktır.Gönüllü müstemlekecilik işte buna denir.Sözde aydınlar bu şekilde çağdaşlık adına sömürenlere karşı isyan etmek yerine kendilerince bir kılıf bularak halkın tepkisini yumuşatma görevini de başarıyla üstelinler.

Türkiye’mizde yakın bir geçmişte örneği görülen bir mankenin Hıristiyanlığı seçmesi Türkiye’de Türk Milli Kültürünün gençlere tam anlamıyla tanıtılamamış olmasını gösteriyor


www.turkceblog.com/?u=orkunsancak
www.blogcu.com/orkunsancak
www.blogcu.com/sancaktar44
www.turkceblog.com/?u=sancaktar
www.blogcu.com/alsancak
http://orkunsancak.sitemynet.com
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder MSNM
reisim25
Özel Üye
Özel Üye



Kayıt: Mar 25, 2005
İletiler: 779
Şehir: TR

İletiTarih: Cmt Ekm 08, 2005 5:28 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Sayın Gönüldaşlarım,
Vuslatım hoş geldin Kardeşim;


Misyoner yapının amacı önec, insanları İslamdan uzaklaştırmak ve sonra hristiyan yapmak. Daha farklı söyleyecek olursak İslam'ı hristiyanlar karşısında efemine etmek.
İslam düşünce ve fikrini light hale getirerek, musevi ve hristiyanlar karşısında savunulmayacak duruma düşürmektir.
Belki F:gülen ve RTE arasında bilmediğimiz ama kuvvetle tahmin ettiğimiz bir bağlantı, yada göbek bağıyla ABD tarafından birleştirilen bir güce sahiptirler. Belki de "DİNLER DİYALOGU" VE "MEDENİYETLER BULUŞMASI" bir sembol veya bir işaret yada bir "ŞİFRE".
Bence çok mantıklı görünüyor, çünkü ABD böyle istiyor.
Yahudi, siyasi siyonist, hristiyanın her türlüsüyle yakınlaşmak kimlerin işine geliyor çok iyi mütaala yapmak gerekiyor.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder
kurtoglu1919
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye



Kayıt: Dec 03, 2004
İletiler: 940
Şehir: AVUSTURYA/VIYANA

İletiTarih: Pts Ekm 10, 2005 10:32 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Ülküdaslarim

bazi kaynaklarin adres,leri

http://dosyalar.hurriyet.com.tr/
http://arsiv.hurriyetim.com.tr/gulen.htm

saygilar sevgiler
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder MSNM
bozo_komutan
Yeni Üye
Yeni Üye



Kayıt: Oct 10, 2005
İletiler: 8

İletiTarih: Çar Ekm 12, 2005 4:08 pm    ileti konusu: Türk Milleti Çok Geç Olmadan Uyan!!! Alıntıyla Cevap Gönder

Bunları destekleyen ve reklamını yapan insanlara acıyorum belki bir gün koyun postunun altındaki tilkiyi görürler
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
sonihvan25
Yeni Üye
Yeni Üye



Kayıt: Oct 18, 2005
İletiler: 9

İletiTarih: Sal Ekm 18, 2005 11:20 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

beyan dergisi deyince aklıma geldi
birde şu linke bakın

http://www.beyan.com.tr/arsiv/agustos2004/dosyabeyan.htm
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
Altaylardan-T
Amatör Üye
Amatör Üye



Kayıt: Feb 04, 2006
İletiler: 103
Şehir: Almanya

İletiTarih: Sal Nis 11, 2006 11:46 pm    ileti konusu: Fetullah Gülen Belgeleri Alıntıyla Cevap Gönder

http://fethullahgulen.belgeleri.com/include.php?path=content/content.php&contentid=7

Bütün ülküdaslarimizin bu linke bakmali bence.
Fetullah Gülenin ne mal oldugununu apacik gösteriyor.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder 7. sayfa (Toplam 8 sayfa)

Sayfa: « Önceki  1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8  Sonraki »  


 
Forum Seçin:  
Bu forumda yeni konular açamazsınız
Bu forumdaki iletilere cevap veremezsiniz
Bu forumdaki iletilerinizi değiştiremezsiniz
Bu forumdaki iletilerinizisilemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © 2001, 2005 phpBB

alt1
1998-2007 Bozkurt NET
alt1
1998-2010 BOZKURT NET
--------------------------------------
Web sitemiz PHP-Nuke (© 2003) kodlarına sahiptir. PHP-Nuke GNU/GPL lisansı altında dağıtılan ücretsiz yazılımdır.
alt1