Bozkurt NET

[yahyaoglu]

ÇATLI' NIN AZİZ HATIRASINA...

03 Kasım 1996 tarihinde malum kaza olduktan hemen sonra bütün Türkiye bir isim üzerinde yoğunlaştı.. Abdullah ÇATLI. Her nasıl olmuşsa, o ana kadar Türkiye’de başka bir kimlikle hayatını idame ettiren ve bu süre zarfında defalarca yurt dışına çıkış yapmasına rağmen gerçek kimliği bir türlü tespit edilemeyen (!) Mehmet ÖZBAY kimlikli kişinin gerçekte Abdullah ÇATLI olduğu on beş dakika içerisinde, araştırmacı gazeteciler (!) tarafından öğrenilmiş, deşifre edilmiş ve tüm televizyonlarda alt yazı olarak geçmeye başlamıştı…

Öyle yoğun bir enformatik bombardıman başladı ki, bu yoğunluk içerisinde, hiç kimse bu tespitin nasıl yapıldığını, olaydan hemen sonra kaza mahallinin fotoğraflarının nasıl çekilebildiğini, fotoğrafı çekenlerin kimler olduğunu vs, sorgulama ihtiyacı bile duymadı. Bu soruları soran akl-ı selim sahiplerinin ise sesleri çıkarılan kuru gürültü içerisinde kaybolup gitti..

Ve sonrası malum.. Kuyruk acısı bulunan sözde aydınların öncülüğünde, Cumhuriyet Tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir intikam ve yargısız infaz operasyonu başladı… Fantezi bile olamayacak ütopik düşünceler uçuştu durdu gazete sayfalarında, televizyon ekranlarında. Kazanın güçlü ismi Abdullah ÇATLI olunca da, televolelerde reyting peşinde koşan mankenler gibi, ülkenin Başbakanından tutunda, bürokratına, gazetecisine varana kadar herkes bir komplo teorisi üretmeye başladı…

Bunların içerisinde en sistemli yapılanı şüphesiz, Abdullah ÇATLI’ yı ve onun mücadelesini mümkün olduğu kadar aşağılamak, küçük düşürmek ve onun bir “görevli” değil “firari katil” olduğu düşüncesini milletin bilinçaltına empoze etmekti.. O yüzden kokain kullandı dediler. O yüzden Ömer Lütfi Topal’ ın korumalığını yapıyordu dediler. O yüzden Bahçelievler katliamını en ince ayrıntısına kadar –sanki olay anında oradaylarmış gibi- kadar yazdılar. Öylesine ileri gittiler ki, İzmir Suikastini bile, Çatlı’ nın tertip ettiğini yazacaklardı neredeyse..

Öyle ya ölüler konuşamazdı…

Bu güne kadar ÇATLI ile ilgili çok kitap okudum. Ve ancak tek satır bile yazmadım. İhtiyaç hissetmedim, çünkü mücadelesi ortadadır. Nasıl ki Türk Milleti tarih yapmaktan yazmaya fırsat bulamamışsa, O’da bu büyük milletin bir ferdi olarak, yaşamaktan yazmaya fırsat bulamamıştır muhakkak.

Geçmişte kuyruk acısı olanların, Çatlı’ yla ilgili yazdıkları, kabul edilebilir, kabul edilemez, fantastik ve hatta ütopik öyküler beni hiç rahatsız etmedi doğrusu. Bu bile O’ nun mücadelesinin doğruluğunun ve gerçekliğinin bir göstergesidir. Düşmanın nefretini kazanmayan bir mücadelenin meşruluğu savunulabilir mi ?

Ancak, sağlığında onunla çalışma şansı bulanların, O’ nun kişiliğine ve mücadelesine, hiç olmazsa ruhuna asgari saygı duymalarını beklemek hakkımızdır diye düşünüyorum. Rütbesi, ismi, mevkisi ne olursa olsun, bu millet için kimsenin yapamayacağı fedakarlığı yaparak, ailesinden, kendinden, vatanından feragat eden ÇATLI’ yı, küçümsemeye hakkı yoktur.

Velevki bu kişi Korkut EKEN bile olsa… (*)


Zira Abdullah ÇATLI kimsenin emir eri, şamar oğlanı, kapı kulu olmamıştır. O vatanı için serden geçmiş yiğit bir vatan evladıdır. Ve zerrece karşılık beklemeden mücadelesini yapmış, zamanı geldiğinde de bu alemden göçüp gitmiştir. Ondan evvel gidenler gibi…

Belki tuhaf ve belki de komik bulacaksınız ama zaman zaman, her ne kadar olaylar ve sosyal şartlar farklı olsada (teşbihte hata olmazmış) Çatlı ve ekibinin mücadelesini düşündüğümde ittihatçılar geliyor aklıma. 15 Mart 1921 yılında Berlin’ de, bir Ermeni komitacının ensesine sıktığı iki kurşunla yere düştüğünde, belindeki 6.35’ ini çekmeye fırsat bulamamıştı Talat Paşa.. Ve üzerinden çıkan kimliğinde “ Hilal-i Ahmer (Kızılay) görevlisi Ali Sai…” yazılıydı.. Doktor Nazım açıkladı oradakilere, onun aslında Osmanlı’nın eski sadrazamı Mehmet Talat Paşa olduğunu… Cenazesi ancak 23 yıl sonra 1944 yılında getirilebildi Türkiye’ ye.. Şu an Şişli’de, Abide-i Hürriyet tepesinde, ebedi istirahgahında…

Ve kahraman Enver Paşa.. Ruslara karşı oluşturduğu meşhur Türkistan taburunun başında, çarpışarak şehit düştü.. Onun cenazesi ise ölümünden 74 yıl sonra 4 Ağustos 1996’ da Türkiye’ye getirilmiş ve O’ da Şişli Abide-i Hürriyet tepesi’ne defnedilmişti.. Törene dönemin Cumhurbaşkanı, bazı bakanlar ve Enver Paşa’nın torunları da katılmıştı.. (**)

....

Nereden nereye… Olaya bu pencereden baktığımızda ÇATLI daha şanslı şüphesiz. Hiç değilse adına layık bir törenle, çok sevdiği bayrağa sarılı olarak taşındı, defnedildi ve ülküdaşları onu son yolculuğunda olduğu gibi, sonrasında da sahipsiz bırakmadılar...

Bu vesile ile bu vatan için, bayrak için gözünü kırpmadan ve hiçbir karşılık beklemeden kara toprağa düşen tüm şehitlerimize rahmet diliyorum..

Selam, dua ve aminlerimle..

[mamakkurdu]

BU DAVA DA BAŞKA İSİMLERİN HAYATLARINI NERDEN BULABİLİRİM İYİ GÜNLER

[yahyaoglu]

mamakkurdu

www.biyografi.net adrsinde birçok şahsın hayatı anlatılmakta. Ayrıcana bozkurt net anasayfadada olması lazım.

[yahyaoglu]

Haluk Kırcı

1958 yılında Erzurum’da doğdu. "İdi Amin'' lakabı ile tanınıyor. 24 Mart 1978 tarihinde Ankara'da Cumhuriyet Savcı Yardımcısı Doğan Öz ile 9 Ekim 1978 günü Bahçelievler semtinde 7 TİP'linin öldürülme eylemlerinin sanığı olarak hakkında arama kararı çıkartıldı. 8 Eylül 1978 tarihinde İstanbul'da sahte kimlikle yakalandı ve Ankara'ya getirildi. 12 Nisan 1988'de Bahçelievler Katliamı davasında idama mahkum oldu. Hapiste iken Fetullah Gülen çevresiyle ilişki kurmaya başladı. 16 Temmuz 1989 tarihinde Bursa Cezaevi'ndeki açık görüşte, üzerinde Ali Ekinci sahte kimliği ile firar teşebbüsünde bulundu. Çıkarılan İnfaz Kanunundan yararlandı ve 26 Nisan 1991 tarihinde Bursa Cezaevi'nden şartlı tahliye edildi. Ancak her idamı için ayrı hesaplanması gereken süre henüz tamamlanmadığından tekrar aranmaya başlandı. 1 Ağustos 1992'de Erzurum'da evlendi. Nikah Şahidi Mehmet Ağar'dı. 25 Ocak 1996'da İstanbul'da yakalandı ve aynı gün firar etti.

Kırcı bu tarihten sonra sağlık sektöründe faaliyet gösteren çok sayıda şirkete ortak oldu. Kırcı, 10 Ocak 1999'da İstanbul Terörle Mücadele Ekiplerinin bir operasyonu ile yakalandı. 8 Şubat 1999'da İstanbul DGM'de yargılanmaya başladı. 6 Mart 2000 tarihli duruşmada 115 sayfalık savunmasını okumaya çalışan Kırcı, arkadaşı Çatlı'nın da suçsuzluğunu ispatlama içerisindeydi.

[kurt_ata]

selam olsun bu davaya bas koyanlara,
selam olsun bu dava eş,dost,gardaşını koyanlara,
veyl olsun Türk ülkesinde doğupta Türk ülküsüne sahip çıkmayan kahpelere,
veyl olsun vatanı için ölenlerin arkasından konusan namussuzlara...
sen rahat uyu büyük REİS ...
yeni nesil ülkücüler senin sevginle büyüyor ...
yeni dogan cocuklara senin ismini veriyoruz ...
seni hiç unutmayacağız REİS ...
Allah senden ve dava arkadaşlarından razı olsun...