Bozkurt NET{ Bozkurt NET
  Tıklayın kayıtlı kullanıcı olun
Ana sayfa ::Hasabınız :: Forumlar :: Makaleler :: İndir :: İletişim :: KURALLAR
alt1 alt1 alt1
alt1 alt1
alt1
Atatürk
Başbug
Atsız´ın Mektupları
Bozkurt
Tarihte Türkler
Osmanlı Sultanları
3 Mayis
Türk İslam Ülküsü
Ülkücü Hareket
İslam
Türk Büyükleri
12 Eylül
Dokuz Işık
Kızıl Elma
Doğu Türkistan
Türk Dünyası
Şiirler ve Marşlar
Ülkücü Şehitler
Ülkücüye Mektuplar
Sorular ve Cevaplar
Komünizm
Videolar
Müzikler
Postakartı

alt1 alt1
alt1
 Haber :
 Haber Ekle
 Haber Arşivi
 Arama
 Konular
 Baskıya hazırla
 Üyeler :
 Hesabınız
 Günlük
 Üye Listesi
 Özel İletiler
 ICQ Servisi
 Servisler :
 Kur'an-ı Kerim Meali
 Resim Galerisi
 E-Kart
 Dosyalar
 Müzikli Postakartı
 Cep Melodileri
 İletişim :
 Forumlar
 Bozkurtlar 100
 Bize Ulaşın
 Bizi Önerin
 Dökümantasyon :
 Makaleler
 Fikir ve Tarih Dünyası
 Kısa Nükteler
 Şairler ve Şiirler
 İzlenimler
 Ansiklopedi
 Dosyalar
 Dosya Ekle
 Popüler
 İlk 10
 Bağlantılar
 

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1
AB'YE HAYIR

alt1 alt1
alt1
Makaleler
·Meluncanlar ve Biz
·Türk Tarihi ve Türk Adı
·Amerikan Genç Hristiyanlar Cemiyeti (Y.M.C.A.) ve Amerikan Kolejleri
·SEVR YASALARI MECLİS’TEN GEÇİRİLEREK TÜRKİYE YENİ BİR KURTULUŞ SAVAŞINA BAŞLAMAK MECBURİYETİNDE BIRAKILDI!
·ABD, Alenî Bir Düşman Haline Gelmiştir!
·Dedelerimiz Oğuzlar Çıkmış Yola Aral Kıyısından
·Avrupa Birliğine neden hayır.. Jeopolitik Yaklaşım
·Noel Üzerine
·Gümrük Birliği Anlaşmasının Anayasanın Başlangıç Kısmına Aykırılığı -1-
·Siyasi Konjonktürde Irak Türkmenleri
·Gümrük Birliği Anlaşmasının Anayasanın Başlangıç Kısmına Aykırılığı -2-
·Kıbrıs'ın Türkiyesiz AB üyeliği mümkün mü?
·Avrupa Birliği ve Kıbrıs Konusu
·Internet mi, İnternet mi?
·DİLDE, FİKİRDE, İŞTE BİRLİK (Gaspıralı ve Türkistan)
·İSMAİL GASPIRALI'NIN FİKİRLERİ
·Türkler ve İslamiyet
·Alparslan Türkeş'in Din Anlayışı ve İslama Bakışı
·Gök Tanrı
·Şamanizm Meselesi
·Ruhban Okulu neden açılmamalı?
·Ruhban Okulu
·Çanakkale Savaşları
·Türk Kültüründe Nevruz ve Milli Birlik-Beraberlik
· Sovyetler Birliği’nin Çöküşü ve Yeni Rusya Çeçen Mücadelesi
·Türkçenin Anadil Olarak Dünyadaki Yeri
·Masonların Kirli İşleri
·Gümrük birliği mi; sömürge antlaşması mı?
·17 Ağustos 1999 Depremi ve gizlenen gerçekler

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1

alt1
Bozkurt NET :: Başlığı Görüntüle - İSLAM GÜNEŞİ
  Link 1Ana sayfa | Link 2
Arama       


Bozkurt NET
Bozkurtların Yuvası
 

Forumlar Gruplar Gruplar Hesap Aç Oturum Aç  

Sayfa: 1, 2, 3 ... 11, 12, 13  Sonraki »  

Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder 1. sayfa (Toplam 13 sayfa)
« Önceki başlık :: Sonraki başlık »  
Yazar İleti
turkiyem20
Deneyimli Üye
Deneyimli Üye



Kayıt: Sep 06, 2004
İletiler: 301
Şehir: DENİZLİ

İletiTarih: Per Haz 30, 2005 4:48 am    ileti konusu: İSLAM GÜNEŞİ Alıntıyla Cevap Gönder

mekke yi ziyaret eden yemenli tüccarlar, o esnada kabede Hatice ile namaz kılmakta olan risaletpenah efendimizi (sav) görürler. yemenliler yanlarındaki mekkelilere hitaben "ne yapıyorlar bunlar dininizi mi değiştirdiniz yoksa?" diye sorarlar. müşrikler ise " elbette hayır böyle bir şey olmadı. yalnız şuradaki adam muhammeddir ve vahiy aldığını iddia ediyor.
kendisine bir haller oldu. delirdiğini düşünüyoruz. atalarımızdan gelen her şeyi reddediyor" diye karşılık vermişler. yine yemenli tuccar "şu yanındaki kadın kimdir?" diye sorunca mekkeliler "o da haticedir. buranın soylu kadınlarındandır. simdi muhammedle evli. ticaret yapıyor. o da kocasına uydu." cevabini verirler.
yemenli tüccar bu cevabi duyunca mekkelilere donup " yemin olsun ki bu adamın dini bütün Arabistan saracak. bunca zamanlık karisi, ayni yastığa bas koyan kadın, onun deli olduğunu anlamadı da siz mi anladınız!" der...
sonuç olarak..
ailenin yanyana geldiği her eylem yeryüzünü sarsacak kadar güçlüdür..
yeter ki omuz omuza duralım..
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et
turkiyem20
Deneyimli Üye
Deneyimli Üye



Kayıt: Sep 06, 2004
İletiler: 301
Şehir: DENİZLİ

İletiTarih: Cum Tem 15, 2005 6:42 pm    ileti konusu: Kılamadığımız namazlarımız şimdi ne olacak?.. Alıntıyla Cevap Gönder






“Gençliğimizde duyarsızlık devreleri yaşadık. İbadetlerimizde ihmal ve tembelliklerimiz oldu. Şimdi ise yaşımızla birlikte aklımız da başımıza geldi.

On beş yaşımızdan itibaren namaz borçlusu olduğumuzu yazılarınızı okurken fark ettik. Kılamadığımız bunca namazlarımızın vebalinden şimdi nasıl kurtulacağız diye merak etmekteyiz? Ya bunları kılmaya ömür yetmez de borçlarımızı ödemeden gidersek gerçek dünyaya, halimiz ne olur diye de bazen ümitsizlik duygusuna kapıldık. Bize bilgi verebilir misiniz kılamadığımız bu namazlarımız konusunda?”

***

Efendim, namaz, gerçekten de en son on beş yaşlarında farz olur insanlara. O günden itibaren her namaz, borç olarak zimmetine yazılır gencin. Farz olduğu günden itibaren bu namazları kılarsa mutluluk duyar, kulluk görevini yapmış olur. İhmal eder de kılmazsa, bu defa hem namaz borçlusu olarak kalır hem de tehir etme günahı başlar. Bu tehir etme günahı, namaz kılınmadığı müddetçe devam edip gider! Ne zaman kılarsa o zaman geciktirme günahı da sona ermiş olur kıldığı namazın... Bundan dolayı namaz borçlusu olanlar, Allah’ın verdiği sayısız nimetleri peşin olarak kullanıp da ibadet borçlarını veresiyeye bırakmamalı, her vaktin girişinde üzerlerine farz olan namazlarını hemen kılma titizliği göstermeli, tehir etme günahını yüklenmeyi asla göze almamalılar. Şurası da unutulmamalı ki, namaz borcundan kurtulmanın tek çaresi, vaktinde kılmak, kılınamayanları da ilk fırsatta kaza etmektir. Kaza etme niyeti öyle zor ve karışık değildir.

‘Niyet ettim vaktinde kılamadığım en son sabah namazının, (öğle, ikindi, akşam, yahut da yatsı) farzını kılmaya...’ diyerek, en son kılamadığı namazlardan borç ödemeye başlayabilir. “En önce kılamadığım” diyerek de niyet edebilir. Bu takdirde de gençlik devresindeki ilk farz namaz borçlarını ödemiş olur.

Aslında üç kerahet vakti dışında günün bütün saatleri kaza kılmaya müsait vakitlerdir. Bu sebeple, bulunan her fırsatta kaza kılmalı, tehir etme günahına son vermeyi önemli bir kazanım olarak görmelidir. Özellikle evde, camide vakit namazları önünde ve sonunda mutlaka kaza namazı kılma alışkanlığı kazanmalı, bunu ihmal edilmez âdet haline getirmelidir ki, bunca namaz borçlarından kurtulma mümkün hale gelsin...

Böylece her fırsatta kaza kılmaya başlayarak namaz borcunu tümüyle ödeme niyetine giren samimi insan, ömrü vefa etmeyip de ebedi âleme borçlu olarak gitse bile inşallah kalan borçlarını da Rabb’imiz bu samimi kaza etme niyeti hürmetine bağışlayabilir, diye ümit etmek de mümkündür. Hatta kıldığı sünnetleri de kaza borcu yerine Efendimiz tarafından ona hediye edilebileceği yolunda müjdeli rivayetler de söz konusudur.

Yeter ki aklı başına gelen borçlu insan, büyük bir samimiyetle kaza namazlarını kılmaya başlamış bulunsun, ümitsizliğe kapılmadan fırsatları değerlendirmeye yönelmiş olsun. Şurası da bir gerçektir ki, namaz başka ibadetlere benzemez. Sevabı da günahı da diğerlerinden çok farklı olur. Nitekim Efendimiz (sas) Hazretleri’ne “Sevabı en çok amel hangisidir?” diye sorulduğunda cevabı şöyle olmuştur: “Sevabı en çok amel, vaktinde kılınan namaz ile ana babaya yapılan hizmettir...”

Öyle ise bu büyük olayın artık farkına varılmalı, daha fazla tehir günahına girmeden borcu bir an önce ödemeye yönelmelidir. Çünkü namaz borcu ancak kılınarak ödenir, başka türlü ödeme şekli yoktur.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et
turkiyem20
Deneyimli Üye
Deneyimli Üye



Kayıt: Sep 06, 2004
İletiler: 301
Şehir: DENİZLİ

İletiTarih: Cum Tem 15, 2005 6:52 pm    ileti konusu: Kur’an hakkında ne biliyoruz? Alıntıyla Cevap Gönder



Günümüzde pek çok düşünür, gelecek yılların Kur’an’a açık yıllar olabileceği hususunda hemen hemen ittifak halindedir.

Aslında, az dikkat edildiğinde, içinde bulunduğumuz çağın, düşünce ve tasavvurlarımızın üstünde bir süratle Kur’an’a doğru kaydığı da hemen sezilebilir. Artık bugün, en âmiyâne bakışlar dahi, Kur’an’ın ne denli kâinatla içli-dışlı olduğunu sezebiliyor ve O’nun varlık adına beyanlarındaki isabeti görüyor, mesajlarındaki güç ve nuraniyet karşısında hayret ve hayranlıktan kendilerini alamıyorlar. Bugün, bu yüce kitabın; varlığın bağrındaki sırları, tabiatın ruhundaki incelikleri zevkle mütalâa edilecek bir kitap şeklinde, ilim ve irfan erbabının gözleri önüne serdiğini, yine ilim ve hikmetle uğraşanlar söylüyorlar.

Varlığı didik didik edip, onun, gaye, muhteva ve esaslarını herhangi bir tereddüte meydan vermeyecek şekilde açıklayıp ortaya koyan, bize hem bu dünya hem de öte dünya saadeti sunan vahyî menşeini koruyan biricik Allah mesajı Kur’an’dır.

Kur’an-ı Kerim’le alakalı her Müslümanın bilmesi gerekli olan bazı bilgiler vardır. Şimdi bu bilgileri beraberce öğrenelim.

Kur’an’ın sözlük anlamı

Kur’an-ı Kerim, Allahu Teâlâ’nın Cebrâil aleyhisselâm vâsıtasıyla Efendimize yirmi üç senede Arapça olarak indirdiği, bize kadar ilk nâzil olduğu şekilde tevâtürle, yani yalan söylemeleri mümkün olmayan üstün vasıflı insanların bildirmeleri ile gelen ve mushaflarda yazılı olup, okunması ile ibâdet edilen, hiçbir kimsenin bir benzerini getiremediği ve getiremeyeceği son ilâhî kitaptır.

Ayet ne demektir?

Kur’an-ı Kerim’deki sûreleri meydana getiren cümle veya cümleciklerden her birine ayet denir.

Sûre nedir?

Kur’an’ın ayrıldığı 114 bölümden her birine sûre denir. Bakara Sûresinden Tevbe sûresine kadar olan yedi sûreye es-Seb’ut-tıvâl (uzun sûreler), Fâtiha’ya ve âyetleri yüzden az olan sûrelere mesânî (orta), kısa sûrelere de mufassal (yâni fasıllara ayrılmış sûreler) denilmiştir. Ayrıca Mekke döneminde inen sûrelere Mekkî, Medine döneminde inen sûrelere ise Medenî sûre denilir.

Cüz ne demektir?

Kur’an’ın yirmi sayfalık bölümlerinden her birine cüz denir. Kur’an’da toplam otuz cüz vardır.

Vahiy katipliği nedir?

Allah Rasulü’ne gelen vahiyleri yazıya geçiren, Efendimiz’in devamlı yanında bulunan kişilere vahiy katibi denir. Sayıları 42’ye kadar yükselen bu vahiy katiplerinden bazıları şunlardır: Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Zeyd b. Sabit, Hz. Abdurrahman b. Haris.

Kur’an’ın inişi kaç senede tamamlandı?

Miladi 610 senesinde inmeye başlayan Kur’an, yaklaşık 23 yıl sonra Miladi 632 senesinde inen Maide sûresinin üçüncü ayeti olan, “Bugün sizin dininizi kemale erdirdim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım.” ayet-i kerimesi ile tamamlandı.

Hâfız nedir?

Kur’an-ı Kerim’in tamamını ezberleyen kimselere hafız denir. Bu tür kimseler için “Hâfız-ı Kur’ân” veya “Hâfız-ı Kelâm” ifadeleri de kullanılır.

Hatim nedir?

Kelime manası itibariyle hatim, mühürlemek, sona erdirmek ve bitirmek anlamlarına gelmektedir. Terim manası ise Kur’an-ı Kerim’i başından sonuna kadar okuyup bitirmek demektir. Bir kimsenin Kur’an-ı Kerim’i hatmetmesi demek, Kur’an’daki 114 surenin tamamını okuyup bitirmesi demektir. Hatim, Kur’an’ı yüzünden okumak suretiyle yapılabileceği gibi ezberden okumakla da yapılabilir.

Kur’an kimin zamanında kitap haline getirildi?

Vahiy, Efendimiz’in son günlerine kadar devam ettiği için parça parça yazıya geçirilmiş olan Kur’an, Allah Rasulü’nün sağlığında kitap haline getirilemedi. Efendimiz’den sonra halife olan Hz. Ebu Bekir bu iş için vahiy katiplerinden aynı zamanda hafız olan Zeyd b. Sabit’i görevlendirdi. Allah Rasulü’nün vefatından yaklaşık bir sene sonra miladi 633 yılında Kur’an kitap haline getirildi.

Mukabele nedir?

Her sene Ramazan ayında Efendimiz, Cebrail (a.s) huzurunda o zamana kadar vahiy edilmiş olan Kur’an metninin tamamını okuyordu. Allah Rasulü vefat ettiği senenin Ramazanında ise Cebrail’in kendisine Kur’an’ı iki defa okuttuğunu, yani iki kere mukabele ettiklerini bildirdi. O zamandan beri Müslümanlar, Ramazan ayında Kur’an’ı mukabele halinde okumayı âdet haline getirmişlerdir.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et
yorukhasan
Deneyimli Üye
Deneyimli Üye



Kayıt: Feb 08, 2005
İletiler: 438
Şehir: türkiye

İletiTarih: Cum Tem 15, 2005 10:17 pm    ileti konusu: esselamün aleyküm ve rahmetullah Alıntıyla Cevap Gönder

Allah (azze ve celle) razı olsun kardeşim sa.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et MSNM
turkiyem20
Deneyimli Üye
Deneyimli Üye



Kayıt: Sep 06, 2004
İletiler: 301
Şehir: DENİZLİ

İletiTarih: Cmt Tem 16, 2005 7:23 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder



ALLAH SENDEN DE RAZI OLSUN KARDEŞİM
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et
turkiyem20
Deneyimli Üye
Deneyimli Üye



Kayıt: Sep 06, 2004
İletiler: 301
Şehir: DENİZLİ

İletiTarih: Cmt Tem 16, 2005 7:28 am    ileti konusu: Yoksulun yüzüne kapısını kapatan cimri zenginin akıbeti!.. Alıntıyla Cevap Gönder





Uzun zamandır hasta bulunan kocası nihayet son nefeslerini vermiş, iki çocukla kendisini kiralık evde yapayalnız bırakmıştı. Artık kendi derdiyle kendisi uğraşma devrine girmiş bulunuyordu. Her şey neyse de kirasını ödeyemediği ev sahibinin çıkmasını istemesi onu bir başka derde giriftar ediyordu.

Günlerdir yapılan baskılara dayanamayarak nihayet iki çocuğunun elinden tutup cami avlusundaki bir medrese harabesini mesken edinmeyi denedi.

Bu sırada kendisine söyleneni de hemen yaptı. Doğruca mahallenin zengini olarak anlatılan adamın kapısını çaldı. İki çocukla cami avlusundaki güç durumunu anlattı, yardım istedi.

Adam dudaklarını büktü, omuzlarını silkti, ümitsiz konuştu:

- Senin gibi niceleri gelip böyle isteklerde bulunuyor. Ben herkesin derdine derman olamam ki? Üstelik doğru mu söylüyorsun, eğri mi, onu da bilemem ki? Başka kapıya bak! dedi ve kapıyı pat diye yüzüne kapattı.

İki çocuğuyla sefaletle yüz yüze kalan kadıncağız, bu defa da avludaki cemaate el açmak zorunda kaldı. Onların verdikleri üç-beş kuruşla karınlarını doyurup durumu idare etmeye çalışıyordu. Bir ara ihtiyaçlar daha da zorlayınca yoldan geçen rastgele bir adamın önünü kesti. Son bir ümitle derdini ona da anlattı.

Adam anlattıklarını dikkatle dinledikten sonra:

- Vah vah, dedi. Sıkıntının böylesine göz yumulur mu? Gel benimle, hem de çocuklarını da alarak gel, dedi. Adamın evinin avlusunda kapıcı odası boş duruyordu. Oraya misafir etti.

Sonra da tembihte bulundu:

- Kimseciklere yüz suyu dökme. Bir çaresini buluncaya kadar burada misafirimiz ol. Sana ve çocuklarına bakmaya gücümüz yeter, sakın üzülme! Sen yetimlere bakan kahraman hanımsın. Sana sahip çıkmak insani görevimizdir, dedi.

İki çocuğuyla burada bir ölçüde rahatlayan hanım, el açıp Allah'a dua ediyor, gece-gündüz kıldığı namazlarında, kendisine bu iyiliği yapan tanımadığı adama cennette köşkler nasip etmesini Allah'tan diliyordu.

Bir müddet sonra ev sahibi adam, hanımıyla birlikte yanına gelip düşüncelerini anlattı:

- Hanımefendi, dedi. Seni geriden dikkatle takip ediyoruz. Sen samimi bir Müslümansın. Senin bu sabırlı, yıkılmayan halinle çocuklarına bakışın tüm ailemizi etkiledi. Biz aslında Mecusi bir aileyiz. Ama senin bu yıkılmayan samimiyetini gördükten sonra Müslüman olmak istiyoruz. Bize İslâm'ı anlat. Ne kadar dürüst, sabırlı, samimi Müslümansın sen? Senin dürüstlüğün, sabrın, ihlasın ailecek bizi etkiledi.

Ve Mecusi aile böylece himayesine aldığı yoksul hanımın örnek hali ve duasıyla Müslüman olur.

Daha önce kendisine yardım etmesi için gittiği mahallenin zengini Müslüman ise, o gece rüyasında mahşerin kurulduğunu, güneşin başta beyni kaynatırcasına sıcak saldığını hisseder, bir gölge ararken karşıdaki beyaz bir köşk dikkatini çekerek sorar.

- Bu köşk kimindir?

- Cömert Müslümanlara mahsustur, derler.

- Öyle ise ben Müslüman'ım, bırakın gireyim de, başta beyni kaynatan şu sıcaklardan kurtulayım, derken elini tutarlar:

- Dur bakalım, derler, oraya girecek Müslüman olduğun ne ile bellidir, bir görelim. Yoksul bir insan öksüzleri ile kapına geldi, boynunu büküp halini arz etti, yardım diledi, dudaklarını büküp omuzlarını silkerek kapıyı yüzüne kapattın. İşte o andan itibaren bu köşkün kapısı da sana kapatıldı. Yoksula kapısını açan Mecusi komşuna açıldı...

O gecenin sabahında ilk işi, Mecusi komşuyu bulup iki çocuk sahibi kadını istemek oldu.

- Yardım edeyim, zavallı açtır, susuzdur, barınacak yere ihtiyacı vardır. Mecusi komşu:

- Ben der, senin gördüğün beyaz köşkü görmeden sahip çıktım yoksula. Allah da bana o yoksulun duası hürmetine iman nasip etti, şükürler olsun Müslüman oldum. Git, senin yardımını kabul ederse götür!..

Kadının cevabı kısa olur:

- Sen bana kapını kapattın, Allah da sana vereceği köşkün kapısını kapattı. Yoksula kapısını açan cömert Mecusi'ye önce ona iman, sonra da cömertlere ait köşkü nasip etti. Ben cimrilerin yardımını kabul etmem. Sen kendine başka yoksul bul da cimri zenginler sınıfına girmekten kurtul!
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et
turkiyem20
Deneyimli Üye
Deneyimli Üye



Kayıt: Sep 06, 2004
İletiler: 301
Şehir: DENİZLİ

İletiTarih: Cmt Tem 16, 2005 7:37 am    ileti konusu: HER GÜN VE HER GECE KENDİMİZİ SORGULAMALIYIZ? Alıntıyla Cevap Gönder



Üç aylarda, özellikle içinde yer alan kandil gecelerimizde geçmisimizi söyle bir gözden geçiriyor, yaratilis gayemize uygun bir hayat yasayip yasamadigimizi kontrole tabi tutuyor muyuz?

Böyle günlerde iç dünyamiza mutlaka dönmeli, kendimizi bir nefs muhasebe ve muhakemesine alarak su sorulari mutlaka sormali ve demeliyiz ki:

- Hayatimi yaratilis gayesine uygun sekilde yasiyor muyum? Var olus sebebim olan kulluk görevimi eksiksiz yerine getiriyor muyum? En basta gelen Allah hakki ile kul haklari konularinda ne ölçüde dikkat ve titizlik içindeyim? Allah hakki olan ibadetlerimi yapiyor, namazlarimi mutlaka kiliyor muyum? Kilamadiklarimi da kaza etme aliskanligi kazanmis bulunuyor muyum?. Kul hakki olan helal, haramlar ne kadar netlesmistir nazarimda? Helal ile yetinme kanaati kazanmis, harama yönelme hirsindan da kendimi kurtarmis miyim? Her geçen gün günahlardan uzaklasiyor, sevaplarla bulusuyor muyum?..

Geçtigim üç aylara nispetle gelisme ve ilerleme var mi geldigim üç aylardaki halimde?..

Iste size üç aylar ve kandil geceleri muhasebe ve muhakeme sorulari.

Eger bu aylar ve gecelerde böyle ciddi bir nefs muhasebesi yapiyor, hayati gayesine uygun sekilde yasama ask ve azmi elde etmeye çalisiyorsak, üç aylari da, kandil gecelerini de hikmetine uygun sekilde yorumluyor, yasiyoruz demektir.

Sayet böyle bir muhasebe söz konusu olmuyorsa, yalniz o zaman dilimine ait birkaç saatlik bir heyecan... Sonraki günlerde yine eski ihmal ve ilgisizlik devam ediyor, hiçbir kalici gelisme söz konusu olmuyorsa durup düsünmeliyiz.

Demek ki, kutsal aylarda, mübarek gecelerde layik olan nefs muhasebesi yapamiyoruz ki, kalici kararlar alamiyor, manen inkisafimiza vesile olacak aliskanliklar elde edemiyoruz... Geçen seneki halimiz ne ise bu seneki de ayni... Halbuki bu aylar, bu günler, bu geceler birer vesiledirler. Düsünüp de karar verme vesilesi... Hayatimizin hedefini bulup bulmadigini kontrol etme vesilesi... Manen ilerlemeye ait yeni kararlar alip uygulamaya koyma vesilesi.

Iste bundan dolayidir ki, hangi ayda böyle derin tefekküre girer, hangi vakitte bu türlü bir muhakeme ve muhasebeye yönelir de manen ilerletici kararlar alirsaniz, iste o ay ve o vakit sizin kutsal ayiniz, kandil geceniz olur, denmistir...

Denebilir ki, hayati gayesine uygun olarak yasama karari almadigimiz gece ve gündüzler bizim kutsal gün ve gecemiz olmaz. Çünkü sadece görüntüyü kurtarmis, sanki kendimizi yine oyalamaya almisiz. Ta balig oldugunuz günden beri almamiz gereken suurlu bir Islami hayat yasama kararini hâlâ alamamis, hâlâ kendinizi oyalamayi sürdürmüsüz...

Halbuki hadisler bize suurlu bir Islami yasayis telkin etmekte, yasadigimiz hayat boyunca ihmal edemeyecegimiz iki temel hakka dikkatimizi çekmektedir. Allah hakki ile kul hakki...

Bu iki hakki tam yerine getirmemiz halinde hayatimiz hedefini bulur, gayesine erer!.. Var mi bu haklari böyle gün ve gecelerde düsünme dikkat ve titizligimiz?

Günahlardan uzaklasma, sevaplarla bulusma azim ve askimiz?..

Halbuki mübarek gün ve geceler bunlari düsünme zaman ve zemini..

Demek ki simdilerde, geçtigimiz üç aylarla geldigimiz üç aylar arasindaki farki düsünme ve muhasebe etme devresindeyiz... Var mi geçen seneki ile bu seneki halimizde gelismemiz, inkisaf ve ilerlememiz?..

Efendimiz (sas) Hazretleri:

- Iki günü esit olan ziyandadir! buyurmustur. Iki kandilimiz esitse, ayni ihmal ve ilgisizlik devam ediyorsa ziyanda oldugumuz mu ortaya çikmaktadir? Bunlari bugün düsünmezsek ne zaman düsünecek, gelismeler kaydedecegiz?

Evet, bir daha nefs muhasebesine yöneliyor ve kendimize soruyoruz:

- Hayatimiz hedefini buluyor, gayesine eriyor mu? Yasadigimiz hayat vicdanimiza huzur, gönlümüze sürur veriyor mu? Yoksa feryatlar mi var vicdanimizin derinliklerinde? Bunlari simdi degilse ne zaman düsünecek, ne zaman hayatimizin gayesine uyup uymadigini düsünme suuru kazanacagiz?

Kalici kararlar alabilecegimiz daha nice mübarek gün ve geceler dilegimizle...

Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et
turkiyem20
Deneyimli Üye
Deneyimli Üye



Kayıt: Sep 06, 2004
İletiler: 301
Şehir: DENİZLİ

İletiTarih: Cmt Tem 16, 2005 7:47 am    ileti konusu: Ramazan’lık bir ibret levhası! Alıntıyla Cevap Gönder



Ramazan’lık bir ibret levhası!

Çileli Bağdat’ı yine kıtlık kırıp geçiriyordu. Herkesten önce de hamallar açlık çekiyordu. Avlusunda ekmek piştiği sokağa kadar yayılan kokudan belli olan evin kapısından seslendi hamalın biri:

-Allah rızası için bir parça ekmek, günlerdir lokma girmedi ağzımdan! Tandırın başındaki kadın, taze ekmekleri kızına uzattı, kızcağız da güzelce katlayıp verdi aç hamala. Hamalın sevincine sınır yoktu. Evine doğru hızlandığı sırada karşıdan gelen birinin “Bu ekmeleri hangi evden adın?” şeklindeki sert sorusuna muhatap olunca, geriye dönüp parmağıyla ekmek aldığı evi işaretledi. Adam başını sallayarak söyleniyordu:

- Yanılmamışım, başka kimin evinden ekmek alınabilir bu kıtlık zamanında!. Öfkeyle çaldığı kapı açılır açılmaz sordu:

- Ekmeği kim verdi hamala?

Hanım korkudan kızını gösterdi. Güya acıyacağı kızına tepki göstermeyeceğini düşünüyordu. Elindeki sopayı hızla kaldırdı, kızının ekmek veren eline öyle bir indirdi ki, bilek kemiğinin çıt diye kırıldığı duyuldu, el çarpık hale geldi.

- Ben her isteyene ekmek verseydim bu evde ekmek kalır mıydı şimdiye kadar? diye de bağırdı. Halbuki Rabbimiz;

- Verdiğim nimete şükrederseniz çoğaltırım, etmezseniz elinizden alır, şüküredene veririm. Size de azabım şiddetli olur..” buyuruyordu. Nitekim bu şükürsüzlüğün sonu da öyle olacaktı. Hatta çok geçmeden olmaya başladı bile. Kısa zamanda işleri bozuldu. Çarşının en işlek yerindeki dükkanını satması dahi kurtarmadı şükürsüz adamı. Bir ara o hale geldi ki, evine ekmek bile alamaz duruma düştü. Nitekim bir akşam eve gelmiş, kızcağıza da acı haberi vermişti:

- Artık benden ümidinizi kesin, çünkü bu akşam ekmek alacak kadar da para kazanamadım. Çarşıya in, tanıdığımız birinden ekmek parası iste.!

Kızcağız çarşıya inmiş, utana sıkıla sattıkları dükkanın karşısında bir köşeye büzülerek bir tanıdık beklemeye başlamıştı. Bu sırada karşıdaki dükkandan kendini seyreden bir adam yaklaştı: “Sen masum birine benziyorsun, ne bekliyorsun burada?” diye sordu. O da mecburen anlattı gerçek durumu.

- Hiç paramız kalmadı, bir tanıdıktan ekmek parası istemek için bekliyorum burada! deyince elini cebine sokan adam hatırı sayılır miktarda bir parayı uzattı: “Bununla istediğin kadar ekmek al, ben de nimetin şükrünü eda etmiş olayım böylece.” dedi.

Ancak, elinin birini arkasına saklayarak tek elini uzatması adamın dikkatini çekti. “Elini neden saklıyorsun, bir yara bere varsa tedavi ettireyim, saklama. Allah bana imkan ihsan etti, şükrünü yapmalı, iyilik etmeliyim. Yoksa verdiği nimetini alır elimden..” diye ısrar etti. Kızcağız da durumunu açıklamaya mecbur kaldı:

- Ben, dedi, bir yoksula ekmek vermiştim, yolda rastladığı babam sormuş, yoksul da ekmek aldığı evimizi gösterip bizi haber vermiş. Babam eve gelince elindeki sopayı ekmek veren elime öylesine bir indirdi ki, elim çarpık kaldı, kimseye göstermekten utanır oldum. İlave etti:

- Hatta bu yüzden de çarpık elle evde kaldım, kimse bana talip olmadı!.. Bu açıklamayı dinleyen genç adam bağırmaya başladı:

- Komşular! Çabuk buraya gelin, ben hayalimdeki altın kalpli kızı buldum, işte karşımda, siz de şahit olun... diyerek gelenlere başladı gerçeği anlatmaya:

- Ekmeği isteyen yoksul hamal bendim. Demek ki elinin çarpık kalmasına ben sebep olmuşum. Hem sebep olayım, hem de seni bu halle baş başa bırakayım, buna Allah razı olmaz. Seni görünce içimden bir sevgi selinin koptuğunu hissettim, bana ekmek veren kızcağıza ne kadar da benziyor, diye düşündüm. Yanılmamışım. Baban şükürsüzlük ettiğinden Allah onun dükkanını elinden alıp bana nasip etti. Şimdi ise imtihan sırası bana geldi. Ben de aynı şükürsüzlüğe düşmek istemem. Haydi gel, nikahımızı yaptırıp birlikte babanı da sıkıntıdan kurtaralım...

Böylece yola koyulurlar ekmek veren eli kıran şükürsüz babaya doğru...

Buyurun burada ayetin ikazına bir daha kulak verelim:

- Verdiğim nimete (gereken cömertliği yaparak) şükrederseniz çoğaltırım, cimrilik ederseniz elinizden alır, şükreden birine veririm.

Şükürsüzlere azabım şiddetli olur! İşte böyle!..
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et
turkiyem20
Deneyimli Üye
Deneyimli Üye



Kayıt: Sep 06, 2004
İletiler: 301
Şehir: DENİZLİ

İletiTarih: Cmt Tem 16, 2005 7:55 am    ileti konusu: Zekât vermeyi reddeden Salebe’nin son pişmanlığı onu kurtara Alıntıyla Cevap Gönder



Medine halkından Salebe, cami kuşu denecek kadar sofu bir insandı. Ne var ki, bir ara nefsinin ve şeytanın verdiği telkine uyarak ne pahasına olursa olsun zengin olma hevesine kapıldı. Hatta hayırlı ise olsun bile demiyor, sadece zengin olmayı kafasına koymuş bulunuyordu.

Bu yüzden tam üç defa Efendimiz (sas) Hazretleri’ne müracaat ederek zengin olmak için dua istemişti.

- Seni hak peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, beni zengin ederse fakirin hakkını fazlasıyla da veririm diyecek kadar da teminat vermişti.

Efendimiz (sas) Hazretleri ise “Şükrünü yaptığın az mal, şükrünü yapamadığın çok maldan hayırlıdır!” sözleriyle ikazda bulunmuşsa da, ısrarını sürdüren Salebe’nin istediği duayı nihayet yapmış:

- Salebe’ye istediği malı ver ya Rab! diye de niyazda bulunmuştu.

O sıralarda koyun alan Salebe’nin sürüsü kısa zamanda öylesine çoğaldı ki, camiden çıkmayan Salebe, artık cumaya dahi gelemiyor, çölde sürüsünün peşinde sürüklenip gidiyordu.

Efendimiz artık camide görünmeyen Salebe’yi soruyor: “Çölde koyunlarının peşinde dolaşıyor.” denince de: “Yazık oldu Salebe’ye.” diye hayıflanıyordu.

Zekat ayetleri geldikten sonra Efendimiz servet sahiplerine zekat memurları gönderdi. Fakirlerin haklarını alıp hazineye getirecekler, oradan da muhtaçlara taksim edilecekti. Salebe’ye de zekat memuru gönderdi. Onu çölde sürüsünün peşinde bulan zekat memurları anlattılar.

- Malı çok olanların kırkta birini yoksulun hakkı olarak ayırıp vermesi gerekiyor. Biz bunu alıp götürmek üzere geldik.

Salebe, servet sahibi olduktan sonra değişmişti. Öyle her isteyene mal verecek kadar da ürkek biri değildi artık. Nitekim zekat memurlarına ağızlarının payını vermekte(!) çekinmedi:

- Çölde aç susuz dolaşarak kazanan benim. Size ne oluyor ki gelip benden haraç istiyorsunuz? Bu sizin istediğiniz haraçtan başka bir şey değildir diyerek Resulüllah’ın gönderdiği zekat memurlarını eli boş çevirdi.

Salebe’nin zekat memurlarını reddini duyan Resulüllah (sas) Hazretleri:

- Yazık oldu Salebe’ye! diye üzüntüsünü tekrarladı.

Bu olay üzerine Tevbe Sûresi’ndeki ayetler geldi:

- Münafıklardan bazıları da mal mülk verip zengin ettiği takdirde Allah’a daha çok itaat edip, fakirlere daha çok yardım edeceklerine söz verirler de, Allah onlara istediklerini ihsan edince verdikleri sözleri unuturlar, cimrilik edip yoksulun hakkını vermezler!

Ayetler, verdiği sözünde durmayarak yoksulun hakkını vermeyen Salebe’nin münafıklar sınıfına geçtiğini işaretliyordu. Bunu üzüntü ile anlayan bir yakını, gidip derhal zekatını vermesini, yoksa gelen ayetlerle münafıklardan biri olarak damgalanmış olacağını hatırlattı. Akrabasının bu zorlaması üzerine zekatını alıp Medine’ye gelen Salebe, Resulüllah Hazretleri’ne istenen yardımı getirdiğini ifade etti. Ancak Resulüllah üzüntülü bir eda ile:

- Senin yardımını alamam artık Salebe, malınla geldiğin yere dön! buyurdu.

Resulüllah’ın (sas) ahirete teşrifinden sonra Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Ömer’e de sırasıyla müracaat eden Salebe, malının zekatını getirmişti ama:

- Resulüllah’ın kabul etmediğini biz de kabul edemeyiz diyerek, zoraki bir duyguyla getirdiği yardımını halifeler de almadılar.

Nihayet Hazret-i Osman (ra) zamanında, son nefeslerini verdiği sıralarda Salebe’nin kulaklarında Resulüllah’ın yaptığı ikazlar yankılanıyordu:

- Şükrünü yaptığın az mal, şükrünü yapamadığın çok maldan hayırlıdır!

Ama vakit çok geçti. Salebe zekatını gönül arzusuyla vermeyen cimri zenginlere ibret olacak bir örneği teşkil edecekti artık, tarih boyunca.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et
mus25
Deneyimli Üye
Deneyimli Üye



Kayıt: May 18, 2005
İletiler: 473
Şehir: türkiye

İletiTarih: Cmt Tem 16, 2005 8:30 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

ALLAH RAZI OLSUN
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder
turkiyem20
Deneyimli Üye
Deneyimli Üye



Kayıt: Sep 06, 2004
İletiler: 301
Şehir: DENİZLİ

İletiTarih: Pzr Tem 17, 2005 3:36 pm    ileti konusu: Sıcak günlerin tesettürü üzerine Alıntıyla Cevap Gönder



Soru: Sıcak günlerde tesettürlü giyimin zorluğunu düşünüyorum. Bu sebeple giyimimde kolay kullanılır giysileri tercih ediyorum. Yani bulunduğum çevremizden farklıca bir giyimim söz konusu oluyor. Mesela, etek uçları uzun kocaman bir pardösü giyemiyorum bu günlerde. Çünkü sırtımda taşımakta zorluk çekiyorum bu ağır yükü.

Taşımaya gözümün kestiği giyimi tercih ediyorum. Giydiğim pantolon üstünden diz kapaklarıma kadar inen bir kısa (tunik) pardösü bana daha kullanışlı geliyor. Başörtümde de sırtımdan aşağılara kadar sarkan bir büyüklük söz konusu değildir. Başımı örtecek büyüklükte olması bana yetiyor, saçlarımı kapatmasını kâfi buluyorum. Tabii bunlar çevremizdeki geleneksel tesettürü tatbik edenlere göre çok da hoş karşılanmıyor, tam tesettür olarak yorumlanmıyor. Ben de durumumu size sorma gereği duyuyorum. Beğenip tercih ettiğim giyimlerle tesettürlü olamaz mıyım? Mutlaka başkalarının beğendiği, benim ise hoş görmediğim geleneksel giysileri mi tercih etmek zorundayım?

Anlattığınız giyiminize çevreniz ne manalar yüklüyor, nasıl bir yorum yapıyorlar onu bilemiyorum. Ben sadece tesettür konusunda bildiğim iki temel ölçüyü arz edeyim. Kararı siz verebilirsiniz bu ölçülere bakınca.

Tesettür, el yüz dışında bütün bedenin örtülmesi demektir. Bunu sağlayan her türlü giyim kuşam tesettürdür. Bir de bu giyim bol olsun, beden hatlarını belli edecek darlıkta olmasın.

Bu tarifle tesettüre baktığımızda, beğenmediği modelleri giymeye mecbur bırakan bir model zorlama söz konusu değildir. Mühim olan, arz ettiğim ölçüde örtünmeyi sağlamaktır. Bunu kimileri mahalli alışkanlıklarına uygun giyimle sağlar, kimileri de kendi çevrelerinin yadırgamayacağı beğendikleri daha yeni giyimlerle temin eder. Mühim olan, el yüz dışında bol bir giyimle bütün bedenin örtülerek bakışların rahatsız ediciliğinden korunmuş olmaktır.

Pantolona gelince: İfade edildiği gibi, yukarıdan aşağılara sarkan bir giyimle kabasından kapatıldığı takdirde pantolon mahzurdan kurtulur. Yeter ki, tunik dedikleri diz kapaklarından aşağı sarkan pardösü gibi giyimle kabalar kapatılmış, görüntü darlığı söz konusu olmaktan çıkarılmış olunsun.

Tesettür konusunda şu bakışı hatırdan çıkarmamak gerektir. En iyiye, en iyi ile başlanmaz. Tam aksine eksiklerle başlanır, sonra tamamlanarak en iyiye doğru ilerleme sağlanır. Zaten hiçbirimiz dinî hayatımıza en mükemmeliyle başlamış değiliz. Dinî hayat Kur’an öğrenmeye benzer. Hiç kimse Kur’an’a kusursuz okuyuşla başlamaz. Başlamalar hep yanlış okumalarla olur. Ama zamanla yanlışsız okumaya ulaşmak mümkün hale gelir. Bu konuyu şöyle de ifade edebiliriz. İnsan kendi nefsi için takvayı tercih etmeli, en mükemmeliyle başlamayı istemelidir. Başkalarının ise sadece başlamasını kafi bulmalı, kusurlarını sonra düzeltebilir diye ilgi göstermeli, tebrike layık bir başlangıç diye yorumlamalıdır. Bilmem demek istediğimi diyebildim mi? Yoksa çok mu kapalı oldu, bir şey anlaşılmadı mı?
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et
turkiyem20
Deneyimli Üye
Deneyimli Üye



Kayıt: Sep 06, 2004
İletiler: 301
Şehir: DENİZLİ

İletiTarih: Pzr Tem 17, 2005 3:40 pm    ileti konusu: mahremiyet sınırları aşılınca! Alıntıyla Cevap Gönder



Telefonda meçhul bir ses:
-Ben dedi, kamuda çalışan evli ve iki çocuk annesi bir bayanım. Sizin (Yeni Aile İlmihali) kitabınızdaki tabirinizle hanımım.

Ancak hanımlık özel bir edep ve terbiye gerektiriyor galiba. Bu gidişle ben hiç hanım olamayacağım anlaşılan.

-Belli olmaz, dedim. Sizin gibi çalışan bayanlar, hanımları da geçebilirler. Yol açık...

-Ne yazık ki geçemezler. En azından ben geçemeyeceğim inancındayım. Çünkü ben çalıştığım yerdeki bir beyle iki ikiye sohbete başladım. Çok efendi ve kibar bir beyefendi olan bu insana nasıl oldu ise oldu, hiç beklemediğim bir anda farklı duygularla bakmaya başladım. Bununla da kalmadım, hiç yapmadığım şeyi yaparak ona duyduğum sevgiyi de açıklamaktan çekinmedim!..

-Nasıl olur? Siz evli ve iki çocuk annesi bir bayan olduğunuzu söylediniz şimdi!

-Zaten benim de kendimi affedemeyişim bundan ya. Evli ve çocuk sahibi bir bayan olmama rağmen yabancı insanla tenha yerde iki ikiye konuşmaya başlayınca duygularımı açıklamaktan çekinmedim!..

-Nasıl karşıladı açıkladığınız duygunuzu?

-Onu hiç sorma! O gün bugün beni şok eden cevabın etkisi içindeyim. Çok vakarlı ve soğukkanlı bir şekilde kaşlarını çatıp bakışlarını bana doğru dikerek dedi ki:

- “Bayan bayan! Senin bana duyduğunu söylediğin sevgi, yolunu şaşırmış sevgidir! Sen önce Allah’ı, Peygamber’i, ondan sonra da nikahlı eşini ve çocuklarını sevmelisin! Evli bir bayanın sevgisinin yolu buralara çıkmalıdır, başka adreslere değil! Buna rağmen bana sevgi duyduğunu sanıyorsan bu sevgi değil, şeytanın hislerini körükleyip, seni bana karşı kışkırtmasıdır!” Ben şu anda bile bu kurşun gibi sözlerin şokundayım. Bu sözlerden sonra kendime gelir gibi oldum. Geçmişte kılıp da bıraktığım namazlarıma yeniden başladım.

-Ne güzel. Artık kendinizi korumaya almışsınız. Bir daha böyle mahremiyet sınırlarını aşmaz, yabancı bir erkekle iki ikiye tenha bir yerde baş başa konuşmaya kalkmazsınız!

-Şey!.. Benim de sormak istediğim buydu zaten. Böylesine dürüst bir insana artık kardeşçe hislerle bakıyorum. Sözlerinden çok etkilendiğim bu beyle tekrar konuşarak irşadından istifade etsem olmaz mı diye sormak istiyordum size?

-Seni uçurumun kenarına getiren, mahremiyet sınırlarını aşarak onunla iki ikiye konuşman olmuştur. Şimdi tekrar aynı mahremiyet sınırlarını yine aşarsan, aynı duruma yine düşer, aynı şeytan körüklemesine yine maruz kalır, muhatabını da maruz bırakırsın. Hem siz iki ikiye, baş başa kalınca yanınızda bekleyen üçüncüyü de unutmamalısınız!..

-Hayır, hayır! Biz iki ikiye konuşuyorken yanımızda üçüncü kimse hiç olmuyor!

-Sen öyle san! Bak Allah Resulü Efendimiz, yanınızdaki üçüncüyü nasıl haber veriyor:

- “Yabancı bir erkekle bir kadın iki ikiye, tenha bir yerde baş başa kalırlarsa üçüncüleri şeytan olur!”

Nitekim senin gibi evli bir hanımı uçurumun kenarına getiren de işte yanınızdaki bu görünmez üçüncünün körüklemesi olmuştur. Muhatabın sağlam duruşuyla uçurumun dibine yuvarlanmaktan kurtulmuşsun. Eğer bu konuşma tekrar başlayacak olursa, dürüst muhatabını da uçurumun dibine yuvarlama tehlikesiyle karşı karşıyasın!

-Peki, çare olarak ne tavsiye ediyorsunuz?

-Mahremiyet sınırlarını bir daha aşmamak, üçüncüleri şeytan olan ikili haline düşmemek!..

-Kolay mı sanıyorsunuz bunu?

-Kolay olmayacaktır elbette. Ama sonundaki yuva yıkımını hayal edecek olursanız, en kolayı da budur.

Yoksa iki mutlu aile birden yıkılabilir! Hem kendi ailen, hem de mazbut muhatabının ailesini yıkmanın baş sorumlusu haline gelebilirsin bu durumda! Telefonda bir sessizlik... Neden sonra kulağıma gelen son sözleri dinledim.

-Çok acı, ama çok faydalı bir ikaz bu. Belki de uçurumun kenarından bir daha dönüyorum bu konuşmayla. Dinde mahremiyet sınırları neden konmuş şimdi daha iyi anladım. Aslında buna “mahremiyet” değil de aileyi koruma sınırları denmeliydi. Beni düşündüren kitabınızı keşke daha önce okusaydım. Çok teşekkürler...
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et
ozbeken
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye



Kayıt: Aug 24, 2004
İletiler: 566

İletiTarih: Pzr Tem 17, 2005 3:48 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

.......

En son ozbeken tarafından Cum Şub 01, 2008 1:43 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
turkiyem20
Deneyimli Üye
Deneyimli Üye



Kayıt: Sep 06, 2004
İletiler: 301
Şehir: DENİZLİ

İletiTarih: Pzr Tem 17, 2005 7:28 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder



SORMA NEDENİNİ YAZ BEN DE SANA SÖYLEYEYİM
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et
Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder 1. sayfa (Toplam 13 sayfa)

Sayfa: 1, 2, 3 ... 11, 12, 13  Sonraki »  


 
Forum Seçin:  
Bu forumda yeni konular açamazsınız
Bu forumdaki iletilere cevap veremezsiniz
Bu forumdaki iletilerinizi değiştiremezsiniz
Bu forumdaki iletilerinizisilemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © 2001, 2005 phpBB

alt1
1998-2007 Bozkurt NET
alt1
1998-2010 BOZKURT NET
--------------------------------------
Web sitemiz PHP-Nuke (© 2003) kodlarına sahiptir. PHP-Nuke GNU/GPL lisansı altında dağıtılan ücretsiz yazılımdır.
alt1