Bozkurt NET{ Bozkurt NET
  Tıklayın kayıtlı kullanıcı olun
Ana sayfa ::Hasabınız :: Forumlar :: Makaleler :: İndir :: İletişim :: KURALLAR
alt1 alt1 alt1
alt1 alt1
alt1
Atatürk
Başbug
Atsız´ın Mektupları
Bozkurt
Tarihte Türkler
Osmanlı Sultanları
3 Mayis
Türk İslam Ülküsü
Ülkücü Hareket
İslam
Türk Büyükleri
12 Eylül
Dokuz Işık
Kızıl Elma
Doğu Türkistan
Türk Dünyası
Şiirler ve Marşlar
Ülkücü Şehitler
Ülkücüye Mektuplar
Sorular ve Cevaplar
Komünizm
Videolar
Müzikler
Postakartı

alt1 alt1
alt1
 Haber :
 Haber Ekle
 Haber Arşivi
 Arama
 Konular
 Baskıya hazırla
 Üyeler :
 Hesabınız
 Günlük
 Üye Listesi
 Özel İletiler
 ICQ Servisi
 Servisler :
 Kur'an-ı Kerim Meali
 Resim Galerisi
 E-Kart
 Dosyalar
 Müzikli Postakartı
 Cep Melodileri
 İletişim :
 Forumlar
 Bozkurtlar 100
 Bize Ulaşın
 Bizi Önerin
 Dökümantasyon :
 Makaleler
 Fikir ve Tarih Dünyası
 Kısa Nükteler
 Şairler ve Şiirler
 İzlenimler
 Ansiklopedi
 Dosyalar
 Dosya Ekle
 Popüler
 İlk 10
 Bağlantılar
 

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1
AB'YE HAYIR

alt1 alt1
alt1
Makaleler
·Meluncanlar ve Biz
·Türk Tarihi ve Türk Adı
·Amerikan Genç Hristiyanlar Cemiyeti (Y.M.C.A.) ve Amerikan Kolejleri
·SEVR YASALARI MECLİS’TEN GEÇİRİLEREK TÜRKİYE YENİ BİR KURTULUŞ SAVAŞINA BAŞLAMAK MECBURİYETİNDE BIRAKILDI!
·ABD, Alenî Bir Düşman Haline Gelmiştir!
·Dedelerimiz Oğuzlar Çıkmış Yola Aral Kıyısından
·Avrupa Birliğine neden hayır.. Jeopolitik Yaklaşım
·Noel Üzerine
·Gümrük Birliği Anlaşmasının Anayasanın Başlangıç Kısmına Aykırılığı -1-
·Siyasi Konjonktürde Irak Türkmenleri
·Gümrük Birliği Anlaşmasının Anayasanın Başlangıç Kısmına Aykırılığı -2-
·Kıbrıs'ın Türkiyesiz AB üyeliği mümkün mü?
·Avrupa Birliği ve Kıbrıs Konusu
·Internet mi, İnternet mi?
·DİLDE, FİKİRDE, İŞTE BİRLİK (Gaspıralı ve Türkistan)
·İSMAİL GASPIRALI'NIN FİKİRLERİ
·Türkler ve İslamiyet
·Alparslan Türkeş'in Din Anlayışı ve İslama Bakışı
·Gök Tanrı
·Şamanizm Meselesi
·Ruhban Okulu neden açılmamalı?
·Ruhban Okulu
·Çanakkale Savaşları
·Türk Kültüründe Nevruz ve Milli Birlik-Beraberlik
· Sovyetler Birliği’nin Çöküşü ve Yeni Rusya Çeçen Mücadelesi
·Türkçenin Anadil Olarak Dünyadaki Yeri
·Masonların Kirli İşleri
·Gümrük birliği mi; sömürge antlaşması mı?
·17 Ağustos 1999 Depremi ve gizlenen gerçekler

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1

alt1
Bozkurt NET :: Başlığı Görüntüle - mutlaka okuyun.
  Link 1Ana sayfa | Link 2
Arama       


Bozkurt NET
Bozkurtların Yuvası
 

Forumlar Gruplar Gruplar Hesap Aç Oturum Aç  

Sayfa: 1, 2  Sonraki »  

Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder 1. sayfa (Toplam 2 sayfa)
« Önceki başlık :: Sonraki başlık »  
Yazar İleti
kaganos
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye



Kayıt: Jan 02, 2005
İletiler: 1034
Şehir: TÜRKİYE

İletiTarih: Çar Ağu 24, 2005 8:28 am    ileti konusu: mutlaka okuyun. Alıntıyla Cevap Gönder

değerli kardeşlerim.
www.internethaber.com'da yazar Behiç Kılıç'ın ''kürt mafyasının sermaye atağı ''başlıklı yazısını mutlaka okumanızı öneririm....
saygılarımla.
not ; kadir21 kardeşim bu konuda bir yazı yazarsa çok sevinirim.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
bozkurt_1977
Deneyimli Üye
Deneyimli Üye



Kayıt: Jul 28, 2005
İletiler: 401
Şehir: turkiye

İletiTarih: Çar Ağu 24, 2005 11:50 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Kaganos abi, yaziyi okudum, kafayi yiyecek seyler okudum o yazida.

seninde istegin üzerine, bende sana katilarak diyorum, Kadir abinin bir yorumu lazim bu yazi hakkinda.

selamlar, saygilar,
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et
Alper_Tunga72
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye



Kayıt: Feb 04, 2005
İletiler: 665
Şehir: TC-İzmir

İletiTarih: Çar Ağu 24, 2005 12:13 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Behiç Kılıç çok doğru yazmış ama yazdığı internethaber.com sitesi pembe tablo ve yalakalık konusunda oldukça usta görünüyor...
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et MSNM
mus25
Deneyimli Üye
Deneyimli Üye



Kayıt: May 18, 2005
İletiler: 473
Şehir: türkiye

İletiTarih: Çar Ağu 24, 2005 2:54 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Karadeniz kökenli mafyaların zayıflaması, Kürt mafyaların güçlenmesi en çok PKK'nın işine geliyor. Kürt mafyalarının güçlenmesinin ardında dış devletlerin parmağı var...
Uyuşturucudan beyaz kadın ticaretine, silah kaçakçılığından kapkaça, otoparkçılıktan çay bahçesi işletmeciliğine kadar pek çok alandan beslenen mafya, etnik bir değişim yaşıyor. Bu tespiti yapan uzmanlar, Karadeniz kökenli mafya grupları zayıflarken onlardan boşalan yerleri Kürt kökenli mafya grupları doldurmaya başladığı iddiasında.

Mafya ve çetelere karşı mücadele için İstanbul Emniyet Müdürlüğü bünyesinde 1998 yılında Organize Suçlar Bürosu'nu kuran polis müdürü Adil Serdar Saçan'a göre ise, Kürt mafyasının güçlenmesi PKK'ya yaradı.

Sorumlu ABD

Kürt mafyasının yeniden güçlendirilmesinin ana nedenlerinden birinin AB ve ABD'nin önderliğinde, Türkiye üzerinde oynanan oyunlar olduğunu öne süren Saçan, '12 Eylül 1980 öncesinde Kürt mafyasının uyuşturucu kaçakçılığı başladı. ABD'nin belirlediği uyuşturucu rotasında Kürt mafyası kullanıldı, sonra kesildi. İki yıl önce PKK yine güçlenmeye başladı. Çünkü Kürt mafyasının önü tekrar açıldı, finans damarı açıldı' diye konuştu.

Bölücü hareket destekliyor

2004 Haziran itibarıyla Karadeniz ve Kürt kökenli mafya çekişmesinin yaşandığını söyleyen Adil Serdar Saçan, 'Çatışma yakındır. Çakıcı ile Kırcı'nın yurt dışına kaçırılması, PKK'nın ateşkesi bozması tesadüf değildir. ABD hem uyuşturucu destekli Kürt terör örgütünü desteklemekte hem de Karadeniz gruplarına Sicilya üzerinden yol vermektedir' dedi. Adil Serdar Saçan, etkisiz hale getirilen Sedat Şahin, Sedat Peker ve Alaattin Çakıcı'nın ortak özelliğinin Kürt mafyasına karşı olmaları olduğunu vurgulayarak 'O da mafya bu da mafya. Ama birisinin arkasında bölücü Kürt hareketi var' diye konuştu.

Saçan, mafyanın eylemlerinin arttığını belirterek; 'Günde ortalama on eylem yapılıyor. Sokaklar mafyaya teslim edildi. Mafya da ayrılıkçı Kürtçü gruba teslim edildi. Otopark mafyası, kapkaç mafyası, pazarcı mafyası, otogar mafyası, hal mafyası, bölücü Kürtlerin elinde. Tahtakale, Polonya pazarı yine aynı grubun elinde' dedi.



SOKAKLARA ONLAR HAKİM
İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, kentte kazanılan kirli paranın önemli bölümünün PKK'ya aktığını öne sürmüştü. Konuyu Tercüman yazarı Servet Kabaklı'ya değerlendiren Cerrah şöyle konuşmuştu: 'Sokaklarda kadın pazarlayan o gençlerin neredeyse tamamı Güneydoğu Anadolu Bölgemiz'in bazı yörelerinden İstanbul'a ve diğer büyük şehirlerimize gelen, getirilen çocuklar.' Birkaç gün sonrasında ise Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın PKK'nın tekrar güçlenmeye başladığını dile getirmesi dikkatlerin tekrar Kürt mafya gruplarına çevrilmesine neden olmuştu.

AVRUPA'NIN DA BAŞI BELADA

Kürt mafyası sadece Türkiye'de değil, Avrupa'da da etkin bir güce sahip. Bu iddianın sahibi organize uyuşturucu şebekeleriyle savaşan Hollanda ve Almanya Polis teşkilatları.

Türk Polisi ile başta Urfi Çetinkaya ve Hüseyin Baybaşin gibi Kürt uyuşturucu baronlarına ağır darbe indiren, kamuoyunda Siyah Lale, Yeşil Yol, Gezgin-1, Birlik-1, Birlik-3 gibi büyük uyuşturucu operasyonlarını gerçekleştiren Hollanda Polis Teşkilatı Başkanı Johan Van Kastel, Hollanda ve Türkiye'nin uyuşturucu kaçakçılığında birer üs olduğunu belirtti.

Almanya da dertli

AKŞAM'ı Hollanda Milli Polis Teşkilatı binasında kabul eden Kastel, Türkiye'den Hollanda'ya, Hollanda'dan da İngiltere'ye giden eroin ticaretinin arkasında Güneydoğu'daki bazı aşiretlerin olduğunu söyledi. Kastel, söyleşide 'Yakaladığımız uyuşturucu satıcılarının hemen hepsinin Türkiye'de aile bağı var. Çoğu bir aşiretin üyesi. Kürt organize suç şebekeleri sadece uyuşturucu ile değil insan kaçakçılığı ve haraç toplama işinde de Hollanda'da suç işliyorlar'dedi.

Almanya'da uyuşturucu ve organize suçlarla mücade için özel olarak kurulan ZKA'nın (Zollkriminalamt) yaptığı bir araştırma uyuşturucu kaçakçılığı ve organize suç işlerken Almanya'da yakalanan kişilerin doğum yerleri ile ilgili. ZKA'nın demografik araştırmasına göre bu suçlardan yakalananların yüzde 12'sini Gaziantep ve Kilis, yüzde 2'sini Trabzon doğumlular oluşturuyor. Araştırmaya göre bu suçu işleyenlerin yüzde 4'ü Mardin, yüzde 4'ü Diyarbakır, yüzde 2'si Birecik, yüzde 2'si Gürpınar, yüzde 2'si Iğdır, yüzde 2'si İdil doğumlu.

EN BÜYÜK PAYI ÖRGÜT ALIYOR

PKK'nın Kürt kökenli suç örgütlerini kullandığını dile getiren eski İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, uyuşturucu, petrol kaçakçılığı ve kapkaçta örgütün izlerinin olduğunu söyledi. Mersin, Adana, İzmir, İstanbul gibi şehirlerde yapılan araştırmalarda PKK'nın hem ekonomik hem siyasi anlamda yer tutmaya ve güçlenmeye başladığını öne süren Tantan şöyle konuştu: 'Bugün Türkiye'deki mafya hareketine bakıldığında bundan PKK'nın önemli bir pay aldığı gözlenmektedir.

Adi suçların bile giderek siyasi suçların etkisi altına girmesi tesadüf değildir. Kürt kökenli mafya hareketleri son dönemlerde tekrar güçleniyor. Dolayısıyla PKK da güçlenmeye başlıyor. İkisi birbiriyle bağlantılı bir olaydır.'

Daha önce başka başlık altında değinmiştik bu olaya fakat tekrar gereki gördüm ve kardeşim yapılan araştırmaların ortaya koyduğu sonucu bu şekilde sizlerle paylaşma gereği duydum.Umarım büyüklerim affeder.
_________________
www.Turkish-Union.net.tc
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder
kadir45
Site Yöneticisi
Site Yöneticisi



Kayıt: Jun 03, 2004
İletiler: 3100

İletiTarih: Çar Ağu 24, 2005 4:30 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Değerli ülküdaşlarım;
bu yazılan yazılar tamamıyla doğru.Bizim gözlemlerimiz olsun,aldığımız bilgiler olsun bu yazılanları doğrular mahiyette.
Biliyorsunuz,pkk nın asıl gelir kaynağı,yasa dışı pis işlerdendir.
Abd nin Afganistandan başlayıp,Türkiye ve İran üzerinden batıya uzanan uyuşturucu tarfiğinde pay alanlardan birileri de bizim içimizdeki bazı kanı bozuk insanlar ile maalesef pkk.Artık sokakta oynayan çocuk dahi bu meseleyi biliyor.
Abd nin Afganistan'da kendi düzenini kurduğu günden beri bu uyuşturucu üretimi 6 kat kadar artmış durumda.İnsanlara demokrasi getireceğim vaadiyle,ülkelere müdahale eden,hükümetler deviren,hükümetler getiren abd,insanlığın en büyük düşmanı olan uyuşturucuyu,şefkatli kanatlarının altında besleyip palazlandırıyor.Bir kere şunu söylemek isterim.Ben kesinlikle mafiaya karşı olan bir insanım.Mafyanın kürdü de Türk'ü de benim için hiç farketmez.Mafia mücadele edilmesi ve bitirilmesi gereken bir örgüttür.Bu iş nasıl olsa yapılıyor,bari kürdün eline geçmesin de Türk'ün denetiminde olsun düşüncesi bana tamamen aykırıdır.Böyle bir devlet politikası olmaz.Ülkücü ahlakı ile yetişmiş insanların ne gerekçeyle olursa olsun bu işlerin içine bulaşması kabul edilecek bir durum değildir.Kutsal değerleri,gırtlağına kadar pisliğe bulaşmış insanlarla,ahlaksız gelirlerle korumak bu davaya yapılabilecek en büyük ihanettir.Kendini satan bir sokak kadınından tutun,kumara,uyuşturucuya,bahislere kadar uzanan bir sürü pislikle beslenecek,ve buradan elde edilen gelirle güya bu ülkeyi savunacaksınız.Haramlarla elde edilen gelirle alınacak o silahlar,kendimizi vurur da haberimiz bile olmaz.Böyle bir pislik,üzerimizden geçerken,bunun bizim toplumumuza zarar vermeyeceği düşünülemez.Gazete haberleri,günlük sosyal olaylar da zaten bunu doğrulamaktadır.Bu sapık düşünceler devletin derinindeki bazı sapık kesimlerden destek görüyor.Bir defa ülkücü kesimin hiç bir şekilde bu işe bulaşmaması gerekir.Yıllarca yolsuzlukla mücadele etmeye çalışan ve bu uğurda çile çekmiş bir insan olarak,benim bu tür hareketlere hoş bakmam mümkün değildir.Türk-İslam ülküsüyle yetişmiş insanlara bu düşünceler hiç bir şekilde yakışmaz.Çünkü Ahlak ve haya bizim ilk vasfımızdır.Bunlardan yoksun bir insanın zaten ne dini ne imanı olabilir.Bu birinci boyutu meselenin.
Evet Türkiyede şu anda mafyanın içinde dengeler maalesef kürtlere kaymış durumda.Pkk burada bir taşla iki kuş vuruyor.
Rant elde edilecek işleri denetimi altına alıyor.Bunu yaparken güç ve para olarak yasa dışı işlerden elde ettiği geliri kullanıyor.Bu şekilde ikinci kazancı oluyor.Birincisi hatırı sayılır bir ek gelire kavuşıyor.İkincisi elde ettiği kara parayı aklıyor.Kara paranın aklanması bunlar için neden önemli?Çünkü devlet olmaya hazırlanıyorlar.Bugün batının idarelerini demiyorum ama insanları,böyle bir gelirle kurulan bir devlete asla sıcak bakmazlar.Batı'nın inançları ne olursa olsun,iş konusunda belirli bir ahlakları var.Bizim çalışma hayatında müslüman olarak yapmamız gerekenleri ne yazık ki bunlar hristiyan olarak bizden iyi uyguluyorlar.Buna işssiz kalma korkusundan,yasaların sıkılığından deyin,adını ne koyarsanız koyun,ama bu adamlar çalışıyorlar.Hakederek kazanmaya alışmışlar.Bizde saatini doldurmayı bekleyen memur,işçisini angaryaya zorlayan bedava çalışssa sesini çıkarmayan işveren,kaytarmaya çalışan işçi manzaraları ortada.Avrupada ağlayıp sızlayarak güya mağdurları oynayan pkk nın,bunun için inandırıcı olması gerekir.Başımıza bu kadar roket nereden yağıyor,bunun hesabını vermesi gerekir.
Bakın size kendi alanımdan bir örnek vereyim.İnşaat alanından.İnşaatlara çalışmaya gelen sıvacı fayansçı,beton işçisi gibi adamlara,bir bakıyoruz ki iki yıl sonra müteahhit olmuşlar.Adam bilmem nereden gelmiş sırtında dengi ile,iki yıl sonra büro açıyor.Peşin para verip eski evleri satın alıyor.Lüks inşaatlar yapıyor.(Cilasına bakmayın,aslında kumdan mezar hazırlıyorlar,nasıl yaptıklarını görseniz oturmazsınız içinde).Ucuz iş gücü,işçisine memlekete gidinceye kadar pazar harçlığı vererek onların paralarını da kullanmak suretiyle,yerli müteahhitlerle olan rekabeti lehlerine çeviriyorlar.Şu anda Ortada Türk müteahhit pek kalmadı.Bu devlet ihalelerinde de böyle.Müteahhitlerin çoğu kürt.Yani asıl sermaye pkk dan.Çalışanlar piyon.Hayatlarına bakıyorum hiçbir lüksleri yok.Nasıl olsun para onların değil ki?
Ayrıca sanat dünyasında bizim milletin yozlaşmasından laçkalaşmasından yüz bulup marka olmuş sanatçı geçinenen kürt zibidilerini de kullanıyorlar.Otobüs firmaları,lahmacun salonları,giyim kuşam mağazaları hep pkk ile bağlantılı işler.İki kazı gütmekten aciz,4-5 danışmanın ittirmesiyle,sahnede yapacağı işleri,duracağı yeri zor kavrayan bu adamlar tirilyonluk şirketleri peynir ekmek gibi kuruyor ve yönetiyorlar.Ve de para kazanıyorlar.Evlere temizliğe bile bunların kadınları geliyor.Muazzam bir dayanışmaları var.Takip ettiğimiz bazı numuneleri var bunların.Sosyal durumlarına bakıyoruz,7-8 çocuklu,gelir yok görünüyor,bakıyoruz iki katlı güneş enerjili müstakil ev yapmışlar.
Şimdi böyle bir durumda,bunların sahilleri işgal etmesi,mafyalar oluşturup ticaret, eğlence ,inşaat,kumar,hal gibi işleri ellerine geçirmelerine seyirci kalmak çok büyük bir hatadır.Ama asıl hata,bunları yok edeceğiz diye,bu ülkenin temiz çocuklarını bu işlere bulaştırmaktır.Özellille bu yağmalar konusunda belediye başkanları çok büyük mesuliyet içerisinde.Bunlardan çok büyük yardım ve yataklık var.İşin içinde siyasi diyet ödemeden tutun rüşvete kadar uzanan çok şeyler var.Bugün kürt oyları artı iktidar belirliyor.Batının belediye meclislerinde hatırı sayılır oranlarda kürt asıllı meclis üyesi var.Peki çözüm ne?
Şu anda ülkeyi kurtarmak isteyen bir adamın yapacağı ilk şey şu.Ben bunu bir kaç kere yazdım.Şu anda yetki bende olsa ilk yapacağım şey bu belediyeleri lağveder,başkanlarını kulaklarından tuttuğum gibi kapının önüne koyarım.Buralarda inanamıyacağınız derecede pislik dönüyor.Türkiye bu sosyal yapısı bu siyasi ahlak anlayışıyla bu belediye sistemine henüz hazır ve layık değil.Kaldırın bunları diye feryat ediyorum,duyan yok.Osmanlının tek hanedanına sahip çıkmayanlar bugün kaç tane belediye başkanı varsa o kadar hanedan besliyor.Milletvekillerini saymıyorum daha.Bu cahil,ard niyetli,beceriksiz,gırtlağına kadar pislilğe boğulmuş bu adamlar ülkeye zara veriyor.Hem de aklınız almayacak derecede.Bunların kaç tanesini delilleriyle mahkemelere çıkardık.Hepsi tek tek aklandı.İçişleri bakanları bunların yargılanması için gerekli lüzum-u muhakeme kararını bir türlü almıyor.Ben böyle rezalet görmedim.
Kürt mafyasının en temel dayanağı bu belediyelerdir.Bunların batısı doğusu yok.Hepsi bu işlerin içerisinde.
Ne diyeyim ülküdaşlarım?Adam doğruları söylüyor.Biz de biliyoruz.Bugün bakın büyük şehir belediyelerini bütçelerine.
6-7 ilin bütçesine bakın Türkiye bütçesiyle kARŞILAŞTIRIN.Yolsuzlukların boyutlarını anlarsınız.Şimdi arttırılmış yetkilerle bunlar daha da azdırıldı.Ülkenin paraları bu adamların elinde ve sorumsuzca çar çur ediyor.Süresi doldu mu şapkasını alıp defolup gidiyor.
Ülkenin acı gerçeklerinden en büyüğü bu.Ülke belediyeler eliyle kürt mafyaya teslim ediliyor.Burada kaç kere yazdım.Bin kere yazsam ne olacak?Devlet kurtarıcısını bekliyor.Bunları yazmak değil,önlemek marifet.İnşaallah bir gün bu hesap sorulur...
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder
bozkurt_1977
Deneyimli Üye
Deneyimli Üye



Kayıt: Jul 28, 2005
İletiler: 401
Şehir: turkiye

İletiTarih: Çar Ağu 24, 2005 4:48 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Ayni rahmetli Gün Sazak gibi düsünüyorsun, bende katiliyorum Kadir abi, bu söylediklerini önlemeye kalkan hemen sehit edilir bu memlekette.

ya iktidar olacagiz, ya iktidar olacagiz. ya bugün olacagiz, ya yarin olacagiz.

Allah hayirlisini versin.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et
kaganos
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye



Kayıt: Jan 02, 2005
İletiler: 1034
Şehir: TÜRKİYE

İletiTarih: Çar Ağu 24, 2005 5:05 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

kadir21 kardeşim,
Yazın için çok teşekkür ediyorum.bizi bu konuda bu kadar detaylı,bu kadar güzel bir tarzda ancak sen aydınlatabilirsin...
Bunların karşısında bizim milliyetçi vatansever gurubunda ,bunlara alternatif olmamaları konusunda güzel bir uyarıda bulunmuşsun...
Bir kere milliyetçi ve vatansever kavramları bu işlerle bağdaşmaz...
Hiç bir vatansever ve milliyetçi ülkesini korumak adına ...13 17 yaşındaki çocukları uyuşturucu ile zehirlemez...16-17 yaşındaki gencecik kızların kötü yola düşmesine önayak olmaz...
Milliyetçi ve vatanseverlerden en güzel beklenecek hareket bu mafya bozuntuları ile mücadele edecek birimlere girmeleridir...Onlara yakışan hareket budur....
Eskiden mafyanında kendine göre mertçe ,erkekçe raconları varmış....
Şimdikiler ise mafya bozuntusu çapulculardır....çünkü erkek olan yiğit ,mert olan adam bir kadının önünde erkeğine silah sıkmazmış eskiden şimdi zavallı kadını bile öldürüyorlar....Ulan kadının ne günahı var be ....
Ben bu mafya bozuntuları ile iki kuruş menfaat için işbirliği içersinde bulunan tüm siyasetçi,işadamı,emniyet mensupları,devlet görevlilerine ...
''lanet Olsun'' diyorum...
Ne kadar soysuz bir girdaba girdiklerini; 14-15 yaşındaki çocukları da uyuşturucu batağına battıklarında anlarlar...ama iş işten geçer....
Benim dileğim...devletin başına geçecek aklı başında insanların tüm bu soysuzlardan hesap sorulacak günün gelmesidir.....
Saygılarımla.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
kadir45
Site Yöneticisi
Site Yöneticisi



Kayıt: Jun 03, 2004
İletiler: 3100

İletiTarih: Çar Ağu 24, 2005 5:15 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Alıntı:

Milliyetçi ve vatanseverlerden en güzel beklenecek hareket bu mafya bozuntuları ile mücadele edecek birimlere girmeleridir...Onlara yakışan hareket budur....

Değerli kardeşim kaganos.Tam ülkesini seven bir insanın yapacağı teklif bu.Teşekkür ederim.İçi vatan sevgisiyle dolu insanların polis, asker olduklarını düşünün.Bu işler düzelmez mi?
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder
kadir45
Site Yöneticisi
Site Yöneticisi



Kayıt: Jun 03, 2004
İletiler: 3100

İletiTarih: Çar Ağu 24, 2005 5:33 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Alıntı:

Ayni rahmetli Gün Sazak gibi düsünüyorsun, bende katiliyorum Kadir abi, bu söylediklerini önlemeye kalkan hemen sehit edilir bu memlekette.

bozkurt_1977 ülküdaşım.
söylediğin şu sözlerden şeref duyarım,keşke onun kadar olabilseydim.
Şehitlik konusuna gelince.Bundan asla çekinmeyiz.Bu bahsettiğimiz mücadele,cephede vuruşmaktan bile daha faziletlidir.Bu, şehitliğin en büyük makamıdır.İçeriyi düzeltmeden,dışarıya söz geçiremeyiz.Gerekirse hepimiz şehit olmaya hazırız.Elimizi taşın altına sokmadan bu işler düzelmez.Bu uğurda ne kadar kafa koparılması gerekirse koparılacak,ne kadar şehit verilmesi gerekiyorsa o kadar verilecektir.Şu milletin ekmeğini yedik,suyunu içtik.Gün bu borcu ödeme günüdür.Yoksa kul hakkıyla gideriz.
Rahmetli Ağabeyimizi bir kez daha minnet ve saygı ile anıyorum.O ebedi kurtuluşa erişti.Darısı başımıza.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder
bozkurt_1977
Deneyimli Üye
Deneyimli Üye



Kayıt: Jul 28, 2005
İletiler: 401
Şehir: turkiye

İletiTarih: Çar Ağu 24, 2005 5:42 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Kadir abi demiski;

Alıntı:

Gün bu borcu ödeme günüdür.Yoksa kul hakkıyla gideriz.
Rahmetli Ağabeyimizi bir kez daha minnet ve saygı ile anıyorum.O ebedi kurtuluşa erişti.Darısı başımıza.


amin, darisi basimiza.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et
sancaktar
Amatör Üye
Amatör Üye



Kayıt: Jul 30, 2004
İletiler: 90

İletiTarih: Sal Eyl 13, 2005 3:48 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

AMERİKAN KÖPEKLERİ



Nihat Genç (3.8.2003)







Hürriyet yazarları Yalçın Doğan, Özdemir İnce Bağdat'ta ABD askerlerince tutuklandı, gazetecilerimiz 'biz CNN'de çalışıyoruz' dediler, askerler yemedi, gözaltına aldı, inceleme yaptılar, baktılar ki hakikaten CNN'de çalışıyorlar, 'bizimkilermiş' deyip bıraktılar. Peki, başka gazete­cilerimiz, CNN'den değiller, ne olacak?.. Ama aklıma bir şey geldi. Türk askerleri de Aydın Doğan'dan 'CNN basın kartı' pekala alabilir, böylelikle 'çuval geçirilmeyi' önlemiş oluruz, 'bizim­kiler' muamelesi görürüz... Amerikalıların 'bizimkiler' muamelesi çektiği bu yazarlar, Türkiye yazarları, Türk'ün yazarları olurlar... Rezilliklere, şaka bile yapılmıyor.



Nükleer tehditlerle gezegenimiz yıkılıyor, tarihin en acımasız haksız savaşlarıyla dünya yıkılı­yor, herifin derdine bak, oturmuş plazasında klimalı odasında 'asker gönderelim' diye fetva veriyor. Doktor, hemşire, mühendis, elektrikçi, gıda yardımı gönderelim, aklından geçmiyor.



Ertuğrul Özkök, Sedat Sertoğlu, Sedat Ergin, Altemur Kılıç vb. bir yığın üfürükçü sallıyor. Şu Altemur Kılıç, herif, aksırık tıksırıklarını fikir sanıyor, aksiliklerini Türk Milleti'nin onuru sa­nıyor, Türkiye'yi üç kişiden ibaret sanıyor, babası, Atatürk ve kendisi. Ya şu Sedat Sertoğlu...



Bazı yazarlarımız kendini satmış olabilir, ama kendileri satıldı diye Türkiye'yi de satılmış ka­bul etmeleri, artık rezillik değil, palyaçoluğun dik alası.



Irak savaşı öncesi, hatırlayın. Tüm ekranlar, büyük medya, istinasız Amerika'nın yanında kılıç sallıyordu. Birkaç küçük gazete, birkaç küçük TV, Amerikan aleyhinde ancak propagan­da yapabiliyor ve aşağılanıyorlardı. Ne oldu? Büyük medya Meclisin ve Türk halkının tükürükleriyle boğuldu. Vatan haini, kalleşler, işbirlikçiler olarak beş-on kişi ortada kaldı. Kaçtır dün­yaya rezil oluyorlar.



Bakın kimleri çıldırtıyor, ekmeklerinden ediyorlar. Ülkemizde birçok elçilik görevlisi, yaban­cı medya mensubu, ABD'de de birçok düşünce kulübü (Think-Tank) işte bu medyamızı izle­yerek, Türkiye'deki havayı koklayıp bilgi edindiğini sanıyor, işte kızıl kıyamet burada kopuyor. Ülkemizi ısrarla büyük medya üzerinden koklamaya çalıştıkları için göt üstü düşüp, her defa­sında çuvallıyorlar. Düşünün, elçilik görevlisi ya da muhabirsiniz, gazetelere bakıp, Türkiye böyle düşünüyor' diye yıllardır rapor veriyorsunuz ve tüm dünyayı aldatıp yanıltıyorsunuz. Tezkere günlerini hatırlayın, tüm dünya işte böyle şaşırdı, afalladı. Medyadan aldıkları izlenim­lerle fos çıktılar, şaşırdılar. Artık yabancı elçilikler, yabancı muhabirler kafayı yemiş durumda, artık onlar da gazetelerimizi okuyup, 'asker gönderelim' sloganlarını görünce, golüyle gülü­yorlar, bu gülünçlükleri dünyaya yansıtmıyorlar!



Ancak, inanılmaz şaşırtıcı, yanlış bir siyasal hava yaratılıyor, iletişim araçlarıyla tüm dün­yanın karıncalan, böcekleri izlendiği halde, Türkiye halkının görüşlerini kimse bilemiyor. Bu da bizim işimize geliyor, hem yabancı basın, hem elçilikler, Türkiye'deki havayı koklamakta zor­lanıyor. Bizim medya yine bir balon şişiriyor, koskoca Pentagon bu balona inanıyor, kararlar alıyor, bakıyor ki sonra kazın ayağı böyle değil, bokun bokun oluyorlar. Sonra da Türkiye bizi yanılttı diye tehditlerde bulunuyorlar, sizi yanıltan Türkiye değil, köpeklerinizi



işte, Abdullah Gül Amerika'ya giderken, yine Türkiye asker gönderecek, pazarlığa geliyo­ruz diye raporlar-yazılar verdiler, yine burunlarında sinek şaplattılar. Büyük medyamız başımız­dan eksik olmasın. Hep yanıltsın. Medyamız, Türkiye halkının düşüncelerine hiç itibar etme­yerek, aynı zamanda Türkiye halkının gerçek düşüncelerini de saklamış oluyor ve Amerika her defasında bozum oluyor. Bu iyiliklerini unutmayacağız.



(Abdullah Gül'ün danışmanı Ahmet Davutoğlu çok değerli bir bilim adamıdır, Türk halkının derin hassasiyetlerinin farkındadır. Bir düşünün bu koltukta bugün Demirel, Tansu, Ağar otur­saydı, halimiz nice olurdu? Verilmiş sadakamız varmış.)



Şimdi Pentagon da ayılmaya başladı, köpeği gazetecileri kendilerini sürekli yanıltmasından bıktı, 'adam sandım eşeği, altına serdim döşeği' yine bir bok çıkmadı, diyorlar. Neyse, köpek­lerle sahipleri arasındaki bir sorun, fazla karışmayalım.



Dünya siyaset tarihi, borçlu ülkelerin fazlasıyla tavizler verdiğini yazar, ancak, borçlu ülke­lerin her denileni yapmak zorunda kaldıklarını yazmaz. Dünyada, batağa saplanmış işgal­ci Amerikan askerlerinin yanına asker göndermek isteyen tek ülke var mı? Sadece bizim 'şar­latan' yazarlarımız var. Ülkemizin, halkımızın, meclisimizin 'lavuk' olmadığını, 'satılmadığını' tezkerede gördünüz. Bu cahil ve satılmış yazarlar gibi düşünen bin kişi dahi olmadığını gördü­nüz. bu ülkenin onuru, ahlakı, stratejisinin bu büyük medyanın hiç konusu olmadığını, onla­rın hayatlarının ‘pazarlık’ olduğunu da gördünüz. Avrupa Uygarlığının ahım şahım devletleri, değerden, insanlıktan şampiyon olmuş ülkeleri dahi Amerika'ya karşı sus-pus olurken, beş kuruşsuz bu zavallı ve yoksul ülkenin tezkeredeki kararını hep birlikte gördünüz. Yine görecek­siniz. Sizlerin çuldan çuvaldan siyasetleriniz ortada. Dünya coğrafyasında bu kadar fütursuz­ca, bu kadar haince üfürüp sallayan tek bir yazar, gazete gösterin. Yok. işte, köpekleriniz sayesinde, kaçtır Irak'ta, havanda su dövüyorsunuz! Bu medya on yıllar boyu bizi çok rezil etti, biraz da sizin ağzınıza sıçsın, öğrenin, köpeklerle siyaset olamayacağını!



Neyse... Araplar bizi arkadan vurdu edebiyatı, medyada hâlâ iş yapıyor. Tarih dışı kalmış bu düşünceye hâlâ itibar eden ajanlar var aramızda. Önce İngilizler, sırasıyla, Fransızlar, İsra­il ve Amerika, Türk-Arap düşmanlığı için bu edebiyatı yüzyıllardır kullanıyor. Aynı ülkeler, Arap­lara da Türkler sizi altı asır sömürdü' edebiyatı yaptılar, yüzyıldır.



Türk yazarlarının 2003 yılında hâlâ bu gerici, provakatif ajanların fikirleriyle yazı yazıyor ol­ması cahillik, acıdan da öte, tam bir gülünçlük.



Önce bilmeniz gereken tarihi bilgi şudur, bizi arkadan vuran Araplar bugün tarih sahnesin­de yoktur, İngilizlerin kurduğu tüm krallıklar Arap milliyetçileri tarafından yıkılmıştır. Arap ba­ğımsızlık savaşları iki aşamada olmuştur, birinci cihan harbinde Türklere karşı, ellili yıllarda İngilizlere karşı. Hatta, bizi arkadan vuran Arapların oğlu Kral Faysal, yani Mustafa Kemal'e kar­şı cephede savaşan Şerif Hüseyin'in oğluyla Atatürk, Saadabat paktını kurarak, bağımsızlığı­na kavuşan Araplara karşı kin gütmediğini, dosta düşmana ve bizlere karşı milli bir devlet po­litikası olarak göstermiştir.



Ayrıca, I. Dünya Savaşı'nda ve istiklal Savaşı'nda varolma-yok olma savaşı verdiğimiz halde, bugün hiçbir Türk'te, Araplar kadar büyük İngiliz nefreti yoktur. Arap demek, tepeden tırnağa İngiliz nefreti demektir. 19601ı yıllara geldiğimizde Arap topraklarında tek bir İngiliz kal­mamıştır, İngilizlerin kukla krallıklarını Araplar alaşağı etmiş, tarih sahnesinden silmiştir. Yani, bizim, bizi, arkadan vurdular dediğimiz Araplar bugün tarih sahnesinden silinmiştir. Vahdettin'in, Abdülhamit'in silindiği gibi.



Ama hâlâ zavallı, cahil yazarlarımız yaygara koparıyor, bu fikirlerimizin Ortadoğu toprakla­rında hiçbir anlamı ve karşılığı kalmamıştır. Arap yazarlar, 'Allah'ını seversen ne diyor bu Türk­ler' diye şaşkın şaşkın bizi izliyor.



Aksine, İngiliz muhipliğini Ortadoğu topraklarında yalnız ve yalnız bizler yapıyoruz. Bizi ar­kadan vuranların elinden tutup Arap milliyetçilerinin karşısına eski kralları bir güç diye çıkarı­yoruz. Buyrun, hatırlayın. Irak Savaşı günlerinde, büyük gazetemizin manşetini. Ordumuzdan İngilizlere tarihi tokat. Güya, İngilizlere l. Cihan Harbi'ni hatırlatıp, yardım isteklerini geri çevir­mişiz. Yalan. Oysa, bu manşetle bir hainliği maskelemeye çalıştılar. O da, biz Türklerin milli düşmanı Şerif Hüseyin'in torunu, devrik kralın oğlunu Irak'a götürdük. Üstelik adamla NTV’ de röportaj yaptık. Bizi vuran Arap'ı, bizler ağırladık, karşıladık, yatırdık, yedirdik, otellere yerleş­tirip kapısına güvenlik koyduk. Bizi vuran Arap'ın çocuğunu el bebek gül bebek saklayıp, giz­leyip emaneti Irak topraklarına, yani Arap milliyetçilerine karşı savaşsın diye biz gönderdik!..



Mesela bir Türk çocuğu olarak benim Şerif Hüseyin'e karşı öyle bir kinim var ki, hâlâ onun yedi kuşaktan torununu yolda görsem, öldürürüm, diyorum kendime. Ama devletimiz, med­yamız, Türkçülerimiz hem Araplar bizi arkadan vurdu diye edebiyat yapacak, hem de bizi vu­ran Arap'ı ağırlayıp besleyip, Irak'a gönderecek.



Peki, bu kadar haince, ajanca yalanlara nasıl kanıyorsunuz? Çok basit, yakın tarihimizi hiç okumamakla!



Neyse... Yakın tarihimizde devletimiz adına onur duyacağımız entelektüel çabalar da oldu. 1961 yılında ülkemizde, çok değerli yazarlarımız Şevket Süreyya Aydemir ve Y. Kadri Neyse... Yakın tarihimizde devletimiz adına onur duyacağımız entelektüel çabalar da oldu. 1961 yılında ülkemizde, çok değerli yazarlarımız Şevket Süreyya Aydemir ve Y. Kadri Karaosmanoğlu'nun çıkarttığı ORTADOĞU adında bir strateji dergisi çıkar. Yani, çok sağlam el­lerimiz, büyük bir düşünce vicdanı ve içtenlikle ülkemize büyük çapta bir hizmet yapar. Bugü­ne kadar bu yoğun kapasite ve derinlikte ve içtenlikte bir dış politika dergimiz olamadı. Dergi­nin 67'ye kadar çıkan 60'ın üstünde sayısını inceledim. Genç cumhuriyetimizin bu iki güzel öğretmeni Ortadoğu ülkelerine ağır bir saygı ve yetenekle birbirinden güzel dostluklar, mesaj­lar gönderir. Cihan harbinin yaralarını güzelce ve ahlak temizliğiyle sarmaya, Ortadoğu'daki kardeşlerimizle kutsal bir beraberliğe doğru yol alırlar. Derginin 11. sayısından sonra dergi yö­netimi tümüyle Celal Tevfik Karasapan'ın eline geçer. Yani, bu güzel duyguları ve politikaları, mit müsteşarlarımız, büyükelçilerimiz yazılarıyla paylaşır. Iran, Irak, Suriye, Mısır, krallıklar, Mağrip (Kuzey Afrika), Yemen, Kızıldeniz, Basra hakkında



olaylar, antlaşmalar, iklim, seyahatler, yumuşak bir dil­le ve bir aydın iyiliğiyle kaleme alınır. Neler öğreniyor­sunuz, neler, Libya'nın kazandığı paraları harcayacak bir halkı olmadığı için, komşu ülkelerden halk ithal etti­ğine, Pakistan'ın taşı olmadığı için, yüz binlerce Pakis­tanlı çocuğun yüzyıllarca tuğla fabrikalarında çalışmak zorunda kaldığını, Arap sosyalizminin saniye saniye gelişimi, çatışmaları...



Dergiyi okudukça ağlayası geliyor insanın. Şevket Süreyya Aydemir ve Karaosmanoğlu'nun bu sert ve acımasız coğrafyaya bir ağbi, baba yumuşaklığıyla derin dostluklar kurmaya yönelik yazılan, mesajları, ha­berleri ve yeniden siyasal ilişkilerimizi örme çabaları. Ölümcül düşmanlara karşı ağır hastalığımız milliyetçi­liğin yolunu şaşırmış militanlarına tatlı tatlı dersler veri­yorlar. Ve zaman zaman bizlere: 'Geleceğin aydınlan, Ortadoğu'yla dost olmadan yaşamayız. Ortadoğu kar­deşliğine katkısı olacak geleceğin aydınlarına...' gibi ibareler, duygudan öldürüyor insanı. Araplarla, iç içe, samimi, tam bir kardeşlik rüzgarı estiriliyor.



Son kırk yıldır işte birileri tarafından bu 'dostluk' ağ­ları parçalanıyor. Bir zamanlar, kırk yıl önce devletimiz, aydını, mit müsteşarı, elçisiyle bu dostluğu yeniden kurmanın derdindeydi... Şimdi o dergideki Şevket Sü­reyya, Karaosmanğlu'yla aynı fikirleri söylemeye çalı­şıyoruz, ama artık marjinal kalıyoruz. O günlerde dev­letimizin fikri, meşhur ve güzel yazarlarımızın fikirleriy­di. Bugünlerde, Ortadoğu bizim kardeşimiz dedikçe, devletin içinden birileri tarafından neden dışlanıyoruz.



Bu dostluk nasıl bir fırtınayla altüst oldu, inançları­mız, kardeşliğimiz nasıl çatırdayarak yıkıldı, hangi fikir­ler bozdu bu birliği?.. Bizi, komşularımıza ve coğrafya­mıza son kırk yıl içinde kimler düşman etti!.. Türk Dev­leti son kırk yılda ne oldu da, bu Ortadoğu siyasetinden vazgeçti?., işte birileri bu 'tarih'i öldürdü, bizi Araplara düşman yaptı...



(Dergide bir tuhaf durum gördüm, bugün Daily News Gazetesi'nin sahibi İlnur Çevik'in babası, Türki­ye'nin tescilli meşhur masonlarından ilhan Çevik'tir. Nasıl olmuşsa derginin on birinci sayısında bizim ya­zarlarımız Şevket Süreyya, Karaosmanoğlu gönderil­miş, imtiyaz müdürlüğüne ilhan Çevik getirilmiş. Mev­zuu çözemedim. Komplo teorilerine de inanmam. Gö­rünüyor ki masonlar, derin devletimizin strateji dergi­sinde dahi boy göstermeyi başarmışlar.)



Yani, bugün devletin strateji dergisi Avrasya Dosyası'nın Türkçü politikalarına bizi kimler getirdi? O büyük ve büyülü dünyadan bizleri kimler ayırdı?



Bugün, genel bir kanaat halini almış çok yanlış bir düşünce var. Sanki bizler, Cihan harbinden sonra kü­süp Ortadoğu'ya arkamızı döndük. Hayır. Atatürk'ün Saadabad paktını düşünün, karşı cephede savaştığı Melik Faysalla el sıkışıp antlaşmalar imzaladı. Bizlerin Araplara karşı düşman vaziyet almaya başlayışımızın tarihi, İsrail Devleti'nin kuruluşuyla başlar. Yani, bizim Ortadoğu'da temel politika değişikliğimiz cihan harbi yenilgisiyle değil, Menderes ve sonrası hükümetlerle başlar.



1950'lerde Afrika ve Ortadoğu'da bağımsızlık rüz­garları eser, tek bir bağımsız ülke yokken, 19601ı yılla­ra geldiğimizde otuz, kırk, elli ülke bağımsızlığına kavu­şur. 1950'den sonra Arap topraklarında çok kuvvetli milliyetçilik akımları güçlenir. Araplar tek tek bağımsız­lıklarını kurarlar. Burası önemli.



Çünkü, yedi yüzyıl siyaset yapamamış ve başkala­rının emrinde çalışmış Araplar, Baas rüzgarıyla sarhoş olur. ilk işleri tüm Arapları birleştirmek. Mısır ismini kul­lanmaz, Suriye'de, Birleşik Arap Cumhuriyeti'™ kurar­lar. Bu fikirlerini kendi kültürlerine uygun bir sosyalizm teorisini inşa ederek tarih sahnesine sokarlar.



Mısır'da Cemal Abdül Nasır bir Arap devi olarak gümbür gümbür konuşur. Arapların ufku gelişir ve do­ğuya ve batıya, yani Rusya ve Amerika'ya karşı bir üçüncü güç olarak naralar atarak siyasete girerler. Na­sır kadar, Ortadoğu topraklarında, İngiltere’ye, Ameri­ka'ya ve Batı'ya karşı, onun kadar sert, kararlı ve net konuşan tek bir Arap lideri çıkmadı. Müthiş bir adam­dı. Arap halkı radyo başında onu dinleyip kendinden geçiyordu. Altı günlük İsrail Savaşı'yla Nasır'ın simleri döküldü, gözden düştü ve sonra öldü.



Nasır'ın gümbür gümbür ateşli konuşmalar yaptığı bu günlerde Araplar Türkiye'yi çok seviyordu, hatta Baas, bizim Kemalizm’e tıpkı benziyor, taklitti. Zaten Baas'ın ileri gelenleri Osmanlı okullarında okumuş, çoğu Konyalı, İzmirli, Urfalı, Osmanlı'nın aydınlarıydı. Bizle­re, kardeşlikleri ve hayranlıkları hiçbir zaman bitip tü­kenmedi.



Ve her defasında bizimle, ölçülü, mesafeli, saygıyla konuşmaya çalıştılar. Ancak, 1950'den başlayarak, Türkiye Devleti'nin önce İsrail’e sonra İngilizlere taraf olmasına dayanamadılar, ipler, biz İsrail’le yakınlaştık­ça, İngilizleri destekledikçe koptu. Mısır'ın milli davası



kanal savaşında İngilizleri tutunca bizler, tarihsel bü­yüklüğümüz bir günde yok oldu. Araplar Türklere düş­man olmamak için çok çaba sarf etti, mesela tüm Arapların milli ve ortak davası Filistin'e güç vermemizi istediler... Mesela kanaldan hiçbir İsrail gemisi geçe­mez, hiçbir Arap toprağına İsrailli ayak basamaz. An­cak, bizler Ortadoğu'da siyasetimizi İsrail’le kurmaya çalıştık. Ve İsrail’in Ortadoğu topraklarında cirit attığı, alışverişe girip allem kullem ettiği tek Müslüman devlet olduk.



Türk yazarlarının en büyük cahilliği, Arapların hem İngiliz hem Amerika nefretlerini derinliği bilmiyorlardı, ciddiye almayıp, Arapları küçümsemeye çalıştılar. Bi­zim Amerika yörüngesine girdiğimiz yakın tarihte Arap­lar Amerikalılara karsı varolma-yok olma savaşına girdi. Araplar tarih sahnesinde henüz 'otuz yıl' bağımsız ka­lamadılar, bugün yarısı işgal edildi, diğer yarısı Ameri­ka'nın uydusu.



Bunun sebebi trajiktir; Araplar, özgürlük sarhoşlu­ğuna alışamadılar. Asırlar sonra ilk defa bağımsız dev­let kurmanın sarhoşluğundan kurtulamadılar, hem do­ğu blokuna, hem batıya, yani emperyalistlere külliyen meydan okuyup, naralar attılar. Boylarından çok büyük nutuklarının kurbanı oldular. Meydan okumalarla ba­ğımsızlıklarını yaşatacaklarına inandılar. Yüzyılların ezikliğiyle, bağımsızlığı, İngiltere ve Amerika'ya karşı topyekün bir savaş sandılar, İngilizleri hızla toprakların­dan defeden Arapları, çok geçmeden Amerika kıskaca aldı ve şimdi boğup, öldürmektedir. Nasır'a, 'Ameri­ka'dan gıda yardımı alıyorsunuz' diyorlardı o günlerde. Nasır bu laflan asla kaldıracak adam değildi: 'Gerekirse aç kalırız, gerekirse halkımız et yemez, gerekirse tek öğün yemek yeriz, bağımsızlığımızı kimseye, asla çiğ­netmeyiz!'...



Arapların bir hayat üslubu seçtikleri büyük Ameri­kan nefretlerine bir küçük misal vereyim. Dünya vahşet tarihinin hiç kabul edilmez en zalim katliamlarından bi­ri Esad tarafından Hama'da, diğeri Saddam tarafından Halepçe'de yapıldı, gaz bombalarıyla kasabalar yok edildi. Birinde Kürtler, diğerinde İslamcı grup Müslüman kardeşler tarihten kazındı, iki katliamında baş sebep, bir tarafta Kürtlerin Amerika politikası, diğer tarafta islamcıların Amerika'yla işbirliği yapıyorsun suçlamalarıdır. Hafız Esad, henüz geç bir subay­ken, 1964'lü yıllarda Amerikan işbirlikçisi , gördüğü Müslüman kardeşlerin ayaklanmasını affetmemiş. katliamından tam otuz yıl önce, hepsini bir gün geberteceğinin yeminini radyo başında alenen yapmıştır!



Araplar, milliyetçilik manyağı olmuştu, tüm Arapları birlik içinde, tek devlette toplayacaklar, büyük, birleşik Arap cumhuriyetini kuracaklardı, üç-dört yıl kurdular, Mısır-Suriye yan yana geldi, sonra bu deneyi Irak-Suriye yaptı, sonra iç karışıklık, darbelerle çözüldüler. Arapları bizi tanıtacak en büyük siyasi girişim, Arapların dünya siyaset sahnesindeki en büyük başarısı 'tarafsızlar' blokuna Baas partilerinin tam tekmil katıl­masıdır. Tarafsızların büyük bir lideri Tito, Nehru ise di­ğer büyük lideri Cemal Nasır'dı. Tarafsızlar bloku, dün­yayı kıskaca almış, Varşova paktı ve Amerika ve Nato'ya karşı, meydan okuyordu. Bugün dahi insanlığın tek kurtuluşu olan şu madde, tarafsızlar blokunun üçüncü maddesiydi: 'Elinde nükleer bomba bulundu­ran ülkelerle ilişkiye girilmeyecek, antlaşma yapılmaya­cak, elinde nükleer bomba bulunduran ülkelerin malla­rı alınmayacak!'.



Biz ise o yıllarda, elinde nükleer bomba bulunduran­ların kucağındaydık. Bugün, tüm dünyamız büyük bir insanlık çığlığı arıyor. Bu çığlık, bloksuzların o günkü bu maddesinde yazılı, hepimiz, dünyamız için insanlık için harekete geçeceksek, ve insanlığın tek bir şansı kalmışsa, o da, doğuda ve batıda hepimiz nükleer silah barındıranlara karşı tek cephe olmalıyız...



Tarafsızlar bloku, insanlığın ruhu ve vicdanıydı, bun­ları bu kadar çabuk unutmak, ahlaksızlıktır, özgürlüğün peşinden koşanlarla, köpekliğin, uyduluğun, köleliğin peşinden koşan halkların tarihlerini iyi öğrenmemiz ge­rekir!



Amerika, kısa zamanda, 70'lerin başında, Arapları içerden vurmanın yolunu fundamentalist İslami grup­larla bulmuştu, ya da petrol şeyhlerini Baas'a karşı kış­kırtarak.



Bugün Araplar, çözülmeye, heyecanlarını yitirmeye başlamışsa, bunun sebebi, dünya devi İngiliz, İsrail, Amerika'yı karşılarına almalarıdır. Sonunda Baas'ı, Arap Birliği’ni çökerten İslami gruplar da ters tepmiş, 1980li yıllardan itibaren bu gruplar Amerika'yı vurma­ya başlamıştır. Yani, Arap çöllerinde her kum tanesi Amerikan nefreti taşır. Amerikan düşmanlığı Arapların kültürel ölçüsünü, temkinini, özenini kaybettirmiş, gö­zünü döndürmüş, birer vahşi terörist görüntüsüne sok­muştur. Araplar, yani Müslümanlar bu kadar 'sert' bir millet değildi, önce İngiliz, sonra İsrail sonra Amerika'nın cehennem politikaları onları birer şizofren man­yağa çevirdi.



Arap milliyetçiliği, bağımsızlık ve onurun anlamını,, bugün dahi İngiliz ve Amerikalılardan, İsrail’den kurtul­mak olduğu düşüncesiyle anlar. Nasır'dan sonra Enver Sedat'a Amerika'nın barış ödülü vermesinin sebebi, ni­hayet bir Arap'ın Amerikalılarla masaya oturmuş olma­sıdır. Bu olay, son elli yılın hâlâ en büyük siyasi olayı ve Arap coğrafyasının yırtılmasıdır. Arap dünyası Enver Sedat'ı aradan geçen 25 yıla rağmen hâlâ affetmiş de­ğildir, zaten, bir İslamcı terörist tarafından bu yüzden öldürülmüştür. Ve Arap dünyasının büyük birleştirici abisi Mısır gözden düşünce, ortalıkta hokkabazca dö­nen, Kaddafi, Saddam gibi adamların eline kalmıştır, büyük Arap davası!



Kendi topraklarındaki amansız, emperyalizm savaşı bir yana, Arap gençleri Afganistan'a koşup, Rusya'ya karşı Afganistan bağımsızlık savaşını verdiler. Arapların varolma-yok olma savaşı verirken şehirleri, idareleri, kasabaları katliam, vahşet yerlerine döndü, birbirlerini öldürdüler, birbirlerini suçladılar. Kan gövdeyi götürdü­ğü bu elli yıl içinde, Türkiye ne yaptı, Araplar karşısın­da, İngiliz ve Amerika ve Nato, ve İsrail siyaseti izledi. Başka bir dünyanın menfaatlerine doğru uçtu...



Arapların birlik ve milliyetçi neşeleri bugün heyecanını kaybetmiştir, ancak Irak topraklarından direnişçi­ler Amerika'yı kazıdıklarında, o eski sağlıklı, kanlı, can­lı Arap neşesi, bağımsızlık keyfi yeniden yerine gele­cektir. Belki hayaldir, ama herkesin bilmesi gereken şu­dur, ama beş yıl, ama on yıl, Araplar, Amerika'yı bir gün mutlaka kovacaktır, çünkü başka türlü yaşamaları mümkün değildir. Ve unutmayın, günümüzün Arap mu­cizesi, muazzam bir direniş muazzam bir fedakarlıkla yaşayan Arap gençleridir!



İsrail saldırılarıyla Filistinliler tarih sahnesinde yalnız kalıyor, Arap topraklarının işgali karşısında, Avrupa, in­sanlık, susuyor, işgalci güçlerin tanklarını susarak sey­rediyoruz. Petrolü çalınan, talan edilen, tecavüz edilen Araplar karşısında, hiçbirimiz insanlığın vicdanından konuşmuyoruz!



Türkiye'yi bir uçuruma düşürecek dü­şünce de budur, NATO'ya, AB'ye girmesi, ABD çıkarlarını ilerletmesi, ülkemizin, insanlık vicdanından konuşmasını zora sokmakta. Ama artık, Ortadoğu topraklarında kurnazca, hileyle atılacak bir adım kalma­dı, Amerikalılar bütün siyasi puştlukları de­nediler. Türkiye'nin atacağı yanlış bir adım, bizi Araplar karşısında birkaç dolar için devleti­ni, onurunu, şerefini, askerini, tarihini satmış köleler gibi yapacaktır.



Bugünlerde hepimiz, bizi, Arapların düşmanı haline kimler ve neler getirdiğini yeniden düşünmek zorunda. Bakın doğu topraklarına dönük, CENTO'muz vardı, Türkiye-İran-Pakistan. 60'lı yıllarda CENTO sayesinde Trabzon ve Mersin limanına büyük vinçler gelip geniş­letilmiş, halen ülkemiz dünyaya bu limanlarla açılıyor, İran’a demir yolu döşenmiş ve üstüne CENTO sayesin­de 60'lı, 70'ii yıllarda komşularımızla tek bir sorun ya­şamadık! Şimdiyse, Gümrük Birliği antlaşması yüzün­den, bu ülkelere, Avrupa'dan izinsiz mal satamıyor, on­lardan, Avrupa'dan izinsiz mal alamıyoruz...



Nato, Varşova Paktının Avrupa kıtasına yönelmiş binlerce tümenine karşı Avrupa kıtasını korumak için kuruldu. Bizler tam elli yıl NATO'nun bekçiliğini yaptık. Bunun maliyeti olarak silahlara milyarca dolar, darbeler, kardeş kanı. Avrupa'nın Allah'ı olsa hiç değilse bu ülke bizim için silahlara milyarlar ödedi ve bugünkü ekono­mik çıkmazının bir sebebi de budur, der. Avrupa'nın Al­lah'ı olsa, eski dostumuz, der. Avrupa'nın Allah'ı olsa elli yıl sarıldığı dostunu, Sovyetler çöker çökmez sü­mük gibi kapıya fırlatıp, yedi kat yalnızlığa fırlatmaz. Avrupa'nın Allah'ı yoktur ve şimdi bizi eşit bir üye de­ğil, boynumuza bir demir halkayı antlaşmalarla bağla­mak istiyor. Eğer Avrupalıların Allah'ı olsaydı, AB'ye imza attığımız kırk yıl öncesinden beri, bu birliğin kuru­luş planları aşamasında birliğin içinde olurduk. Kırk yıl­dır, planlanıyor birlik, siyasi, sosyal, iktisadi, sınırlar, nüfus, parası planlanırken Türkiye hesaba katılırdı. Pro­jeler bitti, inşaat tamamlandı, şimdi de Türkiye'nin yük­leyeceği sosyal ve siyasi yükleri tartışıyorlar. Bu yük, bugünün sorunu değil ki başımıza kakıyorlar. Bu yük, kırk yıl öncesinden beri gelen bir maliyet! Şimdi, bina­yı bitirmişler, alırız da, almayız da, sonra gelin de... Tür­kiye'nin AB'ye sığmayacağı elli yıldır bilinen bir gerçek, AB'nin uzmanları, bilim adamları elli yıldır bu gerçeği bi­liyor. Oyalamalarının sebebi, bizim NATO'da köpeklik yapıyor oluşumuz.



işte Türkiye'de yüzünü Avrupa'ya içtenlikle dönmüş aydınlar arasında kafa karışıklığı ve gittikçe büyüyen Avrupa nefreti burada başlıyor. Avrupa Birliği'nin hak­sızca hukuk dinlemeden, attığı imzalan hiç dikkate al­madan Türkiye'yi kullanıp bir çöp gibi sokağa atması­nın sebebi olarak Türkiye'de yeni bir milliyetçilik rüzgarı esmeye başlamıştır. Oysa Türkiye, NATO'dan kalan alacaklarını kuruşu kuruşuna ödetene kadar, AB'nin ya­kasını asla bırakmamalı, onların istediği her antlaşma­yı yerine getirip, getirdikçe AB'yi köşeye sıkıştırarak el­li yılın intikamını almalı.



Kardeşlerim, Türkiye'nin NATO'da köpek gibi kullanılıp sümük gibi fırlatılıp atılması, en batıcı Türk ay­dınlarının dahi kafasını karmakarışık yapmıştır. Ülke­mizde yeni estirilen milliyetçilik rüzgarları tanıdık değil­dir, bu rüzgarlar, ne Namık Kemallerin, ne Mustafa Ke­mallerin ne de bizim şaşkın MHP'lilerin milliyetçiliğe benzememekte. Ne de kaba, gerici, ilkel, sebeplerle doğal olarak oluşmuş bir milliyetçilik türü değildir. Ak­sine, dikkat edin, çok okumuş, onlarca yıl batıya yönel­miş, batılı değerleri benimsemiş aydınlar arasında bu yeni Avrupa düşmanlığı patlak vermiştir.



Avrupa'nın bu kalleşliği batıda okumuş aydınlarımı­zı kışkırtmıştır, ilginç ve çağ dışı bir bağımsızdık rüz­garları estirmesine sebep olmuştur. Türkiye bu yeni tür Avrupa düşmanlığını yavaş yavaş içselleştirerek bir di­namit haline gelmekte. Ülkemiz, milliyetçi ve taşkın profesörlerle dolup taşmakta, ekranlarımız, akıl hastası Avrupa düşmanlarıyla boğulmuş durumda. Bu yeni tür düşmanlığın sahiplerine bakın! Yüzyıldır batı esaslarıy­la batılı okullarda batılı terbiyeyle batılı sanatlarla batılı bilimle büyüyen insanlardır. Bu insanların sonradan görmüş 'milliyetçilikleri de' çok daha körleşmiş, bir akıl hastalığı türüne dönmüştür. Her şeyden pirelenen, her şeyi batının ajanı savan, Avrupa'nın bizi sömürgeleştirip feshedeceğine inanan, batıdan gelen tüm kitap ve metinleri 'ajan' ve 'komplo' gibi okuyan yeni bir mil­liyetçilik türü!



Yani, aklıselim yine kaybedildi, yani uğraşıp duralım artık binlerce profesör manyağıyla... Bu terbiye edilme­miş, yatıştırılması imkansız milliyetçilik, ekranlarda kan çıbanı gibi patlayan çılgın bir düşünce dünyasını da Türkiye'ye yavaş yavaş öğretiyor!



Yani, eskiden bu toprakların gençleri azgın milliyet­çi olurdu, şimdi yer değiştirildi, şimdi, aydınları ve pro­fesörleri vahşi milliyetçileri oluyor!



Batıda doğup batıda ölseler dahi, doğu kökenli ay­dınların zihnini yönlendiren batı kültürüyle doğulu ay­dınlar bir türlü duygudaşlık kuramıyor. Duygudaşlık ku­rulmayan bir kültürü tasvip etmeleri mümkün değil. Tam tersine, öğrendiği ve yetiştiği batı biliminin bilim ve hukuk kılığında, doğulu halklara baskı uyguladığına inanıyor.



Beyni, batılı hukuk, demokrasi, siyaset gibi batılı de­ğerlerle ortak bir söylemi paylaşsa dahi, asla içselleştiremiyor. Yani, hepimiz yüreği başka, beyni başka adamlar olduk. Mesela, doğulu aydınlar batının bilimin­den vazgeçmeseler de, batının sanatsal başarılarını çoktan küçümseyip hiç ciddiye almamaya başladılar. Şimdi, bu kafa karışıklığıyla tamamen başka bir kültü­rün içine girebilmek mümkün mü? Çözülmesi imkan­sız bu sorunlar basit değil, şimdi yüzlerce profesörü­müz batılı gibi düşünmeyi 'bozulma' kabul ediyor, bu kadar büyük bir tuhaflığı bu ülke kaldırabilir mi?



Bizi batıya satan aydınlarımız*. Doğallığını kaybet­memek için direnen halkımızdı. Şimdi aydınlarımız, tür­külerimizi, sanat müziğimizi, tarihi eserlerimizi, Yunus'u, Mevlana'yı, doğuyu merak ediyor, 'dur' diyor. Halkımız ise bugün batı özentisinin en aşağılık örnekle­riyle çorbaya dönmüş Aşmalı Konak gibi dizileri izliyor. Bunları sonra tartışırız...



Bir halkımız daha var, halkımızdan içeri. Ülkemiz, dünyanın en büyük en zengin ekonomisine dahi sahip olsa, asla tatmin olmayacak, Bosna, Afganistan, Çeçenistan ve Irak'ta yaşadığı vicdan sızısını gidermeden rahat etmeyecek, bir halk.



Irak ve Bosna işgaline sessiz kalan Avrupa karşısın­da, halkımız ve aydınlarımız, bir 'insanlık' sesi arıyor, kendi kültürlerinin içinden bir adalet duygusu, bir iyilik fikri devşirmek istiyor.



Karşılıksız iyilik, iyilik, mal gibi, borsa gibi, dolar gi­bi yükselen ya da Avrupa'nın yasaları gibi dünya alem görsün diyen hukuki metinler değil, hiçbir tanımı ve ta­rifi ve kuralı olmayan bir iyilik.



iyilik, hızla yayılır, iyilik, her insanın, her devletin in­sanlığın yasaması için olmazsa olmaz en temel duygumuzdur. insanlığın en büyük değeri. Bir küçük iyilik, dünyanın neresinde olursa olsun fırtınalar yaratır, çok çabuk çoğalır, etkileri asırlar sürer.



Şimdi, kapısı sabah vakti Amerikan askerlerince kı­rılıp parçalanan, annesi babası don gömlek yataktan fırlatılıp duvara dizilen dört yaşındaki Iraklı çocuklar, bizlerden bir 'iyilik' beklemekte. Uçsuz bucaksız çöller­de kendi halinde yaşayan bir Iraklı çoban hepimizden Allah rızası için 'adalet' beklemekte.



Bizi, aydınlarımızı, halkımızı, insanlığı yüceltecek olan değer, iyilik'tir. Rusya, ABD ve Avrupa kültürünün karşısında bizi yüceltecek ve elimize insanlık meşalesi-



ni verecek olan duygu, Allah rızası için kardeşlerimize iyilik'tir. Küçük bir iyilik, devletlerin tüm maddi yasala­rından ve zenginliklerinden ve kudretinden daha büyük anlamlar taşır! İnsanoğlu’nun kaybolmuş ruhu, ezilmiş vicdanı ve hâlâ insanoğlunun evrendeki en büyük mu­cizesi, yardımlaşma, el sıkışma, paylaşma, bir küçük yardım paketi gönderme, komşusunu düşünüp, üzülmesidir!



Petrol ve madenlerimizi ve inançlarımızı bilmeksizin yağmalayanlar karşısında insanoğlunun acısını din­dirmenin tek yolu, iyilik'tir. Hem kendimiz hem halkımız hem devletimiz hem insanlık, zalimlerin işgal ettiği bu dünyada ancak iyilikler yaparak, varolabilir.



Topraklarını, çoluk çocuklarını, inançlarını, sokakla­rını, dünyanın en manyak en delirmiş silahlarına karşı savunan insanların yanında 'iyiliklerimizle' durabilmeli-yiz. Milli menfaatler, devlet çıkartan ve politikalar dü­şünmeden yapabileceğimiz iyilikler tüm insanlığın özle­diği ve aradığı 'insanlık çığlığıdır'.



Ortadoğu toprakları kan ağlıyor. Şarkı söyleyen bir Arap çocuğunu en son ne zaman gördünüz? Yoksul, mazlum, silahsız insanlar, dünyanın en büyük şeytanları Amerika ve İsrail’e karşı ayakta durmaya çalışıyor. 15 yaşındaki evlatlarını intihar bombalarıyla havaya uçurmaktan başka şansları kalmamış.



Isa, bugünlerde ne yapıyor? Hazret-i Musa'yla, Ku­düs'te, ölen, yağmalanan, talan edilen Müslüman ço­cukların ardından kahkahalarla mı gülüyor?



Batı, kültürümüzü ve insanlarımızı neden yağmala­yıp, tarihten silmeye çalışıyor. Batı, kültürümüzü işe yarar, verimli bulmadı mı?



Ama, karanlığımızı çok işlevsel buldu. Öyle verimli karanlığımız var ki, sürekli aydınlatmaya geliyorlar. Ne komik, batının dört yüzyıllık aydınlatma düşüncesi bizi kendi petrolümüzle aydınlatmaya geliyor.



Batı, inançlarımızın ve tarihimizin eski olduğunu, bu kadar eskimiş şeyin asla modern olmayacağını, bu ka­dar eskimiş kültürün ancak zalim diktatörler yetiştire­ceğini iddia ediyor, işte bu yüzden, onurumuzu ve inançlarımızı bombalarıyla örseleyerek, artık bu hırpa­lanmış tarihten ve inançlardan kurtulup atmamızı bek­liyorlar. ABD askerlerinin sırt çantalarında getirdikleri, 'hukuk ve özgürlükleri' bayramlar yaparak kullanmamı­zı istiyorlar.



Bağdat müzesini yağma etmelerinin sebebi, bizim kültürel zengin geçmişimizdi. Ancak, karşılığı dolar olarak belirtilmemiş eserlerdi. Batı, karşılığı dolar ola­rak yazılmamış hiçbir şeyden hoşlanmaz, bu yüzden yağmaladılar, şimdi bu değerli eserler el altı serbest pi­yasada dolar karşılıklarıyla değerlendirildi ve artık bu eserler de batının envanter zenginliklerine girdi.



işgal güçlerine zorluk çıkarttığı için Iraklılara tazmi­nat davası açacak kadar delirmiş, akıl hastası batı me­deniyeti!



Artık, gasp edilmiş bir şirketin malı Irak, iki ortağı yarın birbirine girer. ABD, İngilizlere, 'üç milyar ver, sa­na bırakıp çekileyim' demeye başlar. Ya da ikisi de ar­tık çamura saplanmış bu ihaleyi Japonlara satabilir.



Şu anda, Avrupa ve Amerika'nın üniversitelerindeki bilim adamları bu kadar sessiz kalacak hangi yoğun ça­lışmalar içindeler.



insanlık sorunu kalmadığına göre, ahlak bittiğine göre artık yapacakları, 'kesin bilimdir'. Bilim tarihi de hep bu kesin bilimi arayıp durmadı mı? Çocukları öldü­rüp, ülkeleri yağmalatıp sarsılmayan tek insan türünü onlar bu kesin bilimle icat etmediler mi?



Irak'ın ne kadar barbar, geri, zalim, İslam’ın ne ka­dar vahşi bir din olduğunu dünya ekranlarından reklam etmek için Irak'ı atom bombalarıyla yağma ettiler. Bu sefer bilimsel inceleme için değil, askeri bir inceleme için geldiler. Bu ülkeyi işgal ve halkını topyekün öldür­mek, batı kayıtlarına ye idrakine, tamamen profesyonel bir çalışma olarak girdi. Bu profesyonellere yardımcı olmak hiçbir ülke ve modern insan için utanç verici de­ğil, artık.



Ama bilmedikleri bir şey var! Güneşin neden bu ka­dar parlak olduğunu hâlâ bilemiyor bilim adamları! Rüzgarın meteorolojinin konusu olduğunu sanıyor bu adamlar, rüzgarın Tanrı'nın soluğu nefesi olduğunu unutmuş, bu adamlar!



O kaskatı, sert, çelik silahlarıyla, hala iyilikten, ada­letten bahseden Allah'ın çocuklarını ve Allah'ı öldürme­ye yemin etmişler!



Yer, gök, doğu, batı, uygarlıkları, bilim adamları... Görecekler, ilahiler mi deliyor bu gök kubbeleri, atom bombaları mı?



Şimdi, hepimiz dua ediyoruz, karanlık ve kutsal yal­nızlıklarına gömülmüş Iraklı çocuklara!



Ve hepimiz artık, Bağdat'ta bir Amerikalı asker daha öldürülünce, bir çentik daha atıyoruz
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder
sancaktar
Amatör Üye
Amatör Üye



Kayıt: Jul 30, 2004
İletiler: 90

İletiTarih: Sal Eyl 13, 2005 3:51 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

KALBİMİ FİLİSTİN’E GÖMÜN

Nihat Genç

II. Dünya Savaşı’ndan sonra, sinemalarla, romanlarla, tüm dünyaya “soykırım” sözcüğünü Yahudiler öğretti. Şimdi aynı Yahudiler tüm dünya basınını ablukaya alarak “soykırım” ve “katliam” sözcüklerini yasaklamak için ellerinden ne geliyorsa yapıyorlar!



Kudüs’ü I. Dünya Savaşı sonunda 1917’de kaybettik. Bugün tam bir mezarlığa ve siyasi kaosa dönüşen Filistin topraklarını düşmana nasıl bıraktığımız “anılarda” sorgulanıyor! Bölgenin komutanı İttihat’ın en ünlü paşalarından Cemal Paşa’dır. Süveyş’te İngilizler’le savaştık, yetmedi, Yemen’de, Hicaz’da, Irak’ta İngilizler’le savaştık. Ardarda Arap ayaklanmalarıyla karşılaştık. Başta Mustafa Kemal, Refet Bele, Ali Fuat Cebesoy gibi İttihat’ın ve sonra KuvayıMilliye’nin ünlü paşaları bölgede görev yaptılar ve bize sadece anılar bıraktılar.

Cemal Paşa savaş yılları içinde bölgede bayındırlık hizmetleri, yollar, köprüler, okullar, arkeolojik araştırmalar yaptı, onca fakru zaruret içinde yetmedi, Arap şeyhlerini altına boğdu.

Süveyş’ten geri çekilip Kudüs’te tutunabilirdik. Cemal Paşa, İş Bankası yayınlarından çıkan anılarında Kudüs’ü vermemizin en büyük sebebi olarak Enver Paşa’nın bölgeye atadığı Alman komutan Falkentayn’ı suçlu bulur. Kudüs, paşalarımıza göre Falkentayn yüzünden elden çıkmıştır. Falkentayn’ın iki büyük hatası şunlar: Birincisi, Kudüs’teki kutsal mabetler zarar görür diye Kudüs’te bir savaşı göze alamaz. Cemal Paşa da aynen böyle düşünür, ancak “karşımızdaki İngilizler Kudüs’te savaşmayı göze alarak geliyor, onlar hiç düşünmüyorlar kutsal mabetleri, biz ise zarar görür diye endişeleniyoruz, oysa, Kudüs’ün çok önlerinde düşmanı karşılayabilirdik...”

İkinci sebep, Türk paşalarının ahaliyle kurduğu yakın ilişkiler. Falkentayn Arapları hiç tanımıyordu ve onlara bir komutan gibi davranıyordu. Türk paşaları Arapların büyük bir bölümünü parayla, iknayla, propagandayla kendi yanlarına almıştı.

Cemal Paşa anılarının 261. sayfasında şöyle der: “Bölgede ahali rahatsız olur diye silah araması yaptırmıyorduk. Çünkü vereceğimiz silah arama görevi askerler tarafından çığırından çıkarılıp Arapları rencide edebilirdi...”

Türk paşaları, bölgede, kıyım, sürgün değil, bir silah aramayı bile ince ince düşünürler. Tarihi ayrıntılarıyla dikkatlice okuyalım. “Soykırım”la suçlanan İttihat Paşalarının bölgede centilmenliklerinin kurbanı olduğunu görürüz.

Kutsal mabetlere mermi düşmesin, ahali rahatsız olmasın derken, Kudüs elimizden çıktı!

Osmanlı paşalarının yüzyıl önce ince ince düşündükleriyle şimdi İsrail tanklarının niyetlerini ve katliamlarını karşılaştırın!

İsrail, bu toprakların hakiki sahiplerine bugün “terörist” diyor. Osmanlı paşaları, bugünkü Filistinlilerden sayıca, daha çok ihtilalci Arapların ayaklanma ve suikastleriyle başbaşaydı. Cemal Paşa günlerini Araplara nasihat ederek geçirdi: “Ben Türk ve Arap gençliğine hitaben şunu söylüyorum: Bu iki millet birbirinden ayrılırsa, ikisi de yok olmaya mahkumdur...”

Filistin tarihi.. Yeryüzü topraklarında Kızılderililer’in kaderine bu kadar benzer bir tarih bulunamaz. Kızılderililer gibi, aynen, topraklarından çıkarıldılar. Aynen Kızılderililer gibi mülteci kamplarına yerleştirildiler. Aynen, kamplarda yoksullaşıp ölüme terk edildiler. Aynen, kamplardaki hastalıkları ve yoksulluklarıyla alay edildi. Aynen, yoksulluğu ve kamptan çıkamamanın acısıyla birçok Kızılderili genç soygunlara başladı. Aynen, ABD, Kızılderililer’i yok etmenin, aşağılamanın gerekçesi olarak bu soyguncuları gösterdi. Manitu’dan umutlarını kesen Kızılderililer dini bir buhrana sürüklendiler. Hayali bir din icat olundu. Bu dine göre İsa inecek ve ölmüş Kızılderililerle birlikte hepsini kurtaracak. Umutlarını kesen Kızılderililer bu dinin bir töreni olan “hayalet dansı”na başladı. Her akşam, İsa’yı beklediler. Aynen, FKÖ’den umudunu kesen Filistinlilerin aşırı dinsel ideolojilere bağlanmaları gibi. Aynen, Kızılderili tarihi!

Bugün, Yaser Arafat, Oturan Boğa’nın kaderini yaşıyor. Oturan Boğa gibi, savaşçılarını neden durduramadığı için suçlanıyor. Ünlü Kızılderili reisinin adı, Tatanka Yotanka’dır. Dünya solu bu ismi yüreğine yazmıştır. Yotanka, toprakları Kara Tepeler’den sürülüp Kanada’ya yerleştirildi. Oradan da kovuldu, sonunda öfke sahibi bir adam oldu. “Bütün beyazlardan nefret ediyorum. Hepiniz hırsız ve yalancısınız, topraklarımızı çaldınız, göçebe olduk” diye haykırıyordu.

Oturan Boğa, Tatanka Yotanka’nın sözleri bugün değil kitaplara, gençlerin gömleklerine, tişörtlerine kazıldı: “Ve bilmelisiniz ki, bize hayvanmışız gibi davranıldığı için bugün böyle birtakım duygular besliyorum. Yurdumun kötü bir adı olduğu kanısındayım ve iyi bir adı olsun istiyorum. Hem eskiden iyi bir adı vardı yurdumun zaten, bazen oturup düşünüyorum, kim ona bu kötü adı yakıştırdı” diye...

Birinci baskısı 1973’te yapılmış, E Yayınları’ndan çıkmış, Kızılderililerin yok olma savaşını anlatan “Kalbimi Vatanıma Gömün” kitabı, bir gençliği ağlatmıştır. Hepsi toplama kamplarına alınan Kızılderili reislerinin sözleriyle doludur:

“Ailemle birlikte barış içinde yaşıyordum. Yiyeceğim boldu ve iyi uyuyordum. Halkımla uğraşıyordum. Hayatımdan memnundum. Bu kötü hikayeler de nereden çıktı, bilmem. Orada halkım ve ben ne kadar iyiydik. Kötü bir şey de yapmamıştım. Ne at öldürmüştüm, ne de insan ne Amerikalı, ne Kızılderili. (...) beni tutuklamanız için kim emir verdi, söyleyin. Orada, ailemin yanıbaşında barış içinde yaşayabilmek için aydınlığa ve karanlığa, Tanrıya ve güneşe dua ettim. Hakkımda kötü konuşmalarına sebep ne, bilmiyorum. Bunlardan bıktım artık. Eğer bir adam tavırlarını düzeltmeye çalışıyorsa, gazetelere böyle masallar konmamalı. Adamlarımın sayısı çok azaldı. Evet, bir zamanlar kötü şeyler yapmışlardı gerçi, ama artık bunları unutalım ve bir daha sözünü açmayalım. Hem zaten kaç kişi kaldık şunun şurasında...”

Bir Kızılderili reisi Kara Geyik’in sözleri: “ O zaman kaç kişinin öldüğünü anlayamamıştım. Şimdi kocamışlığımın şu yüksek tepesinden gerilere baktığımda, yerde birbirleri üzerinde yığılı duran boğazlanmış kadınları ve çocukları, hâlâ o genç gözlerimde görebiliyorum. Ve orada, o kanlı çamurun içinde birşeyin öldüğünü ve o kar fırtınasına gömüldüğünü görebiliyorum. Evet, bir halkın düşü öldü orada. Güzel bir düştü, evet. Sonra bir ulusun umudu kırılıp, paramparça oldu. Artık yeryüzünün merkezi yok, ölüp gitti, kutsal ağaç!..”

Amerika’da öldürülen aynı kutsal ağaç, bugün kudüs’te öldürülüyor!

***

LeMan dergisinden Kutlu Esendemir, Ankara’ya iner inmez, “yarın Filistin Büyükelçisi Fuat Yasin’le yemekteyiz”, dedi. “Başka kimler var” dedim, “kimse yok, yalnız ikimiz...”

Ankara’nın en kıdemli büyükelçisi, diplomasinin duayeni. Bir Kızılderili reisi gibi. Kısa boyuyla Konur Sokak kalabalığı içinde gördüğümüzde heyecanlandık. Kutlu’ya “Nasıl hitap edeceğiz?” dedim. “Sayın Büyükelçi, deriz”, dedi. Türkçesi var, ama az. İki buçuk saat, gazeteci arkadaşımız Saadet Uluç aralıksız konuşmamızı sağladı. Yemeğin sonunda Fuat Bey, bir değil iki kahve içti!. Görüşmemizi bir yana bırakıp, büyükelçinin tatlı tatlı kahve içişini saatlerce anlatabilirim.Türk kahvesinin bu kadar derin izleri olduğunu bilmiyordum. Küçük yudumlarla usul usul... Bu eski adamların “kahve içişlerindeki” güzelliğe bayıldım. Aynen Kızılderililer gibi, barış çubuğu tüttürür gibi, sigara!

Öfkeden çılgına dönmüş bir adam hayal ediyorduk. Kahve köpüklerini dahi sarsmadan ölüler evinden, yurtsuzların ülkesinden küçük küçük hatıralar anlattı. Ezilmiş, hor görülmüş, kovulmuş ve katliamdan geçirilmiş bir halkın sözcüsüydü. Istıraplar, derisinin kabuğunu kuvvetli ağaç kabuklarına döndürmüştü.

Büyükelçiden çok etkilendik. Sınırsız, tanksız, tüfeksiz, devletsiz, topraksız bir halkın temsilcisi olmak, nasıl bir duygu diye sorduk... Elçi, bütün hayatını özetler gibi, eliyle kalbini gösterdi. Bu halkın kaderine yön veren, kalpleriydi! İyi ve cesur insanlar kalplerini tutarken gözyaşlarını tutamaz! Tekrar, elini kalbine götürdü: “Bizi yaşatan kalbimizdir, Filistin bizim kalbimizdedir. Dünyada yalnız Filistin diye bir ülke coğrafyada değil kalplerde yaşıyor...”

Aklıma Kızılderililerin Kara Tepeler’den sürüldüğü “Kalbimi Vatanıma Gömün” kitabı geldi. Saadet’e Oturan Boğa Tatanka Yotanka’nın sözlerini çevirmesini rica ettim. Oturan Boğa, tüm siyaset bilimi kitaplarına önsöz olacak muhteşem güzellikte laflar etmişti. “Biz” der, “Bu toprakları Manitu’nun bizler için yarattığına inanırdık. Ama sonra gördük ki, Manitu beyaz adamı da yaratmış. Manitu beyaz adamı da yarattığına göre, bu topraklar hem beyazların hem bizim, birlikte oturmalıyız!..”

Büyükelçi, eski insanlar, eski zamanlar gibi konuştu: “Biz İbraniyiz, İbrahim’in dinindeniz. Bütün çocuklarımızla hergün İbrahim’in çocuklarına dua ederiz. Bizim Yahudilerle sorunumuz yok. Bizim İbrahim’in çocuklarıyla sorunumuz olamaz. Bizim sorunumuz İsrail Devleti’yle... İbrahim’in çocukları düşman olmamalı!”

Büyükelçiye, zarafeti, inceliği konusunda, çelebi, kalender kelimeleriyle iltifat etmek istedim. Çevirmen, kelimelerin içine ister istemez “centilmen” kelimesini ekleyiverdi. Çok ihtişamlı ve çok süslü bir söz söyler gibi: “Centilmen kelimesi, İngiliz, Avrupa çağrışımlı bir kelime. Oysa ben “doğuluyum”, kendimizi ifade ederken doğulu sözcükler bulmalıyız...”

Büyükelçinin, “Ben doğuluyum” sözü, soluğumu kesti! Biz de doğuluyuz ve yüzyıllardır bu sorunu çözemiyorum, neden hâlâ aramızda bir çevirmenle oturuyoruz!

“Ne içersiniz? Meyve suyu, kola, içki..?”, gülerek, tatlılıkla, içkiyle ilgili hoş hikayeler anlattı. Varşova’da elçiyken herkes içiyormuş, gün ortasında. O içmiyormuş. Çünkü gün ortasında, şimdi Filistin davası için mesaide olduğunu belirtti. “Akşam saat sekizi geçtiğinde misafiri olursak, birkaç kadeh keyif içkisi içebileceğimizi” söyledi.

“Peki kola?”.. Seksenini devirmiş büyükelçi, 17 yaşında bir solcu militan gibi bize nasihat etmeye başladı: “Kola, bizim düşmanımız, biz kolaya karşıyız. Doğduğumuz günden beri içmeyiz. Kolaya ödediğimiz paralar, sonra gelip Filistin’de evlerimizi yıkıyor, çocuklarımızı öldürüyor!”

Otuz yaşıma kadar kolayı hiç tatmamış, yabancı sigara hiç içmemiş ve kot pantolon giymemiş, benim için bu sözler, günah çıkartıp, hüngür hüngür ağlamanın sırasıydı. İçimden, kendime, “Allahım sen de bana seksen yaşımda, emperyalizme karşı hâlâ keyif ve neşeyle gençleri uyaran bu tatlı adamın iradesinden ver”, dedim.

Basit ve sakin bir sevinçle Türk halkının Filistin’e verdiği tam destekten çok duygulandığını anlatıverdi. Sivil kurumların ayaklanması çok hoşuna gitmişti. “En çok da, körler” dedi, “Düşünebiliyor musun körler geldi yanıma, çok sevindim”, hemen peşinden, “Travestiler geldi... O kadar mutlu oldum ki, travestiler yanıma geldi, destek verdi bize!.. Lütfen Türk halkına onların ilgisinden çok duygulandığımızı iletin!”

Büyükelçiye Türk solunu anlatmanın sırası gelmişti, irili ufaklı yirminin üstünde dergide Filistin davasının kapak olduğunu ve uzun yıllardan sonra ilk defa bu kadar heyecanlı, coşkulu Filistin’e sahip çıkıldığını söyledim. Bizler doğduğumuz günden beri FKÖ’lüyüz, Arafat’ın yanındayız, dedim. Klonlanan babasız koyun Dolly’i anlatırken Alman yazar Günter Grass “babasız bir gelecek tasarlanıyor”, der. İsrail Devleti, “babasız” bir Filistin istiyor. Bugün yaşayan hiçbir Filistinli’yle anlaşma masasına oturmak istemiyor. Ancak, öldürdükleri Filistinli cesetlerinden klonlayarak, babasız, tarihsiz, geleneksiz, bir Filistin’le yaşamak istiyorlar.

Türk solunun, 80’li yıllarda yükselen Hizbullah, Emel, Hamas gibi sert islami hareketleri çok düşünüp, çok tarttığını ve pek mesafeli durduğunu, Filistin davasının Hamas’ın eline geçmesinden çok büyük rahatsızlık duyup, Filistin heyecanının yok olduğunu, ancak son iki yılda yükselen Arafat’la, Filistin davasına tıpkı 68’lerde olduğu gibi yeniden sarıldıklarını, anlattım.

Büyükelçi hiç düşünmeden cevap verdi: “Ladin’i Amerika, Hamas’ı İsrail yarattı!..”

Arafat bir Hristiyan kadınla evliydi ve bugün en korkulan şey, Müslüman-Hristiyan çatışmasının önünü aldığını, ayrıca Marksist bir gelenekten gelip, toprağında yetişen İslami hassasiyetleri dışlamayıp, politik içiçeliğin kaçınılmaz olduğunu hepimize Arafat’ın öğrettiğini, bunların bizim için de çok öğretici olduğunu söyledim.

Arafat babasının mezarına hiç gitmedi. Çünkü babası, babadan kalan topraklarını satmıştı: üstelik bir Yahudi’ye. Arafat, “Bana bir avuç Filistin toprağı bırakmadın” diye babasına ebediyen küsmüştü.

Büyükelçi, “Siz nasılsa soracaksınız, siz söylemeden hemen cevaplayayım” deyip anlatmaya başladı, intihar eylemlerini:

“İntihar eylemleri bir politika değildir, bilinçli bir gaye değildir, bir halkın sürüklendiği trajik bir kaderdir. Bunun adına şimdilik meşru müdafaa diyoruz, ama tam anlatamıyoruz. Yurtsuz, silahsız, bedeninden başka hiçbir şeyi kalmamış bir halkın artık teker teker patladığını... Bu kadar ağır katliamlara, mezalime karşı Filistinliler’in değil, taşın da, çiçeğin de, meyvenin de, patlayacağını... Depremi, güneş tutulmasını engellemek elimizde olmadığı gib, teker teker insanların bedenlerini parçalayarak ölmelerini durdurmanın artık ellerinde olmadığını... Ancak Filistinli olanların anlayabileceği bir duygudur bu” dedi. Çünkü Filistinliler, elli yıldır böyle bir eylemi hiç düşünmediler. Bitmek bilmeyen eziyetler, sürgünler, öldürmeler, çoluk çocuğa mezar olan bu toprakta hergün yaşanan faciaları görerek yaşamış insanlar, artık insanötesi çabaların, çözümlerin peşine düşüyor”, diye ekledi.

İntihar eylemlerini, hiçbir şans, hiçbir çıkış yolu bırakmayan İsrail Devleti’nin hazırladığını, söyledi!

İki arada bir derede, büyükelçiyle, ideolojik şeyler de konuşmaya çalıştık. Sürekli düşman, sürekli silah üreten, Fransız ihtilali çıkışlı “vatan” milliyetçisi olmadığımızı söyledik. Kızılderililerin topraklarına bağlılıkları gibi derin bir toprak sevgimiz olduğunu anlatmaya çalıştık. Toprağını anılarına, hatırasına ve geçmiş ölülerimize derin bağlılığın bizi sürekli milliyetçi tuzaklara düşürdüğünü, bundan kurtulmanın yolunun, toprak üstünde yaşayan hayatların kutsallığından doğan bir “yaşam milliyetçiliği” tezini savunduğumuzu, ne edip edip lafların arasına sıkıştırıverdik.

Dil, din, ırk ve milli törenler ve milli düşmanlıklarla, insanoğlunun dünyada yaşayamaz olduğunu, erdem, vicdan, sanatın dahi sona erdiğini... Silah üreten, düşman üreten bu milliyetçiliğin tam kapitalizmin, tam emperyalizmin ağzına layık savaşlar çıkartmaya bahane oluşturduğunu... Velhasıl, toprağın üstündeki yaşamlardan, yanayız, dedik...

Ezcümle, ideolojik görüşümüzü belirttik: “Toprak eğer üstünde insanlar yaşıyorsa, vatandır!”

Bundan bir ay önce Ankara’da Gençlerbirliği-Fenerbahçe maçı oynanmış, Gençlerbirliği’nin Mısırlı oyuncusu El Saka sahay çıkar çıkmaz tribünlere Filistin bayrakları atmıştı. Büyükelçiye anlatalım, dedik. İlk golü Revivo atmış, maçın bitmesine tam sekiz saniye kala yine Mısırlı Ahmed Hassan kafayla karşılık vermişti. Bugün Gençlerbirliği tribünlerinde El Saka için özel seyircilerin olduğunu söyleyelim. Ancak, çeviriyi “espriyle” aktaramayız, diye düşündük. Çünkü İslamcıların pankartlarında “Revivo dışarı” yazılmıştı, bu çok çirkin pankartlardan hepimizin rahatsız olduğunu, İslamcıların hızını alamayıp “Hitler seni şimdi anlıyoruz” gibi, kabul edilemez pankartlara midemizin kalktığını söyledik.

“Sayın Büyükelçi, hiç sevmediğimiz başbakanımızı dahi sayenizde sevmeye başladık!” dedim. Dünya liderleri içinde Filistin halkına en kararlı desteği Ecevit çıkmıştı. Çok eski ve solculuk defterini çoktan kapatmış bir solcunun dahi giderayak bizi çok mutlu ettiğini anlattım. Ayrıca büyükelçiye, Türk emniyetinin ve polisinin eylemlerin önünü açtığını, hatta teşvik ettiğini gözlediğimi söyledim.

Büyükelçi, Türk devletinin İsrail’le siyasi ilişkilerini anlayışla karşıladıklarını, Türk devletine en küçük bir sitemleri dahi olmadığını, söyledi.

Arap ülkelerinin, özellikle Arap gençliğinin Filistin davası karşısındaki ayaklanmalarından memnun musunuz? Büyükelçi, “Arap devletlerinde iki siyaset var”, dedi ve ekledi: “Arap halkları ve gençliği bizim gibi düşünüyor, arkamızda, ancak devletleriyle halkların heyecanları aynı değil.”

Büyükelçiye, başta LeMan dergisi, Filistinli çocuklara oyuncak göndermek istediğimizi, bunu nasıl yapabileceğimizi sorduk. Büyükelçi, İsrailli askerlerin oyuncakları kırıp içine baktığını, bunun şimdilik mümkün olmadığını söyledi.

Sayın Büyükelçiyle İsrail lobisinin İslamcılara karşı yönettiği antisemitist suçlamalarının, Filistin davasına bizler de tam destek verince aynen bize de yönelttiğini, İsrail’e karşı kim karşı gelirse antisemitizmle suçlandığını, söyledik. Büyükelçi: “İsrail’in antisemitistleri çok sevdiğini, çünkü onlar sayesinde katliamlarını haklı gösterdiklerini” söyledi.

Peşinden hemen 1917 yılına kadar Türk ve Arap topraklarında tek bir Yahudi’nin burnunun dahi kanamadığını, Avrupa’nın göbeğinde katledildiklerini söyledik.

Sayın Büyükelçiye, Kudüs’ün mabetlerle dolu labirent gibi sokaklarının asla bölünmeyeceği, ve bu saatten sonra Kudüs’te yaşamanın gittikçe imkansızlaştığını anlatmaya çalıştık.

Büyükelçi, kahvesinden yudumlayıp, sigarasını yaktı: “Şimdi, size bir hikaye anlatmak istiyorum”, dedi. Hintli filozoflar bir ay bir eve kapanıp, Allah’ı tartışmışlar. Dünyanın bütün dinlerindeki “Allah” tasavvurlarını teker teker masaya koymuşlar: Allah nedir? Biri, başı sonu olmayan, biri zaman mekan dışı... Herkes bildiği, duyduğu, anladığı Allah tanımlarını tartışmış... Bir ay sonra, ortaya şöyle bir görüş çıkmış. Hangi dinin Allah’ını konuşsak, “zamana” gelip takılıyoruz. Allah’a yapılan tanımlamaların hepsi “zamanla” ilgili... Yani, Allah, zamandır, gibi son fikre varmışlar.

Büyükelçi, “ben”, dedi, “zamana inanıyorum ve zamana iman ediyorum, zaman herşeyi çözecektir!”

“Bu çözüm, Kudüs’te birlikte yaşamayı çözmek, insanlık için çok büyük bir devrim. Evet, Kudüs’te birlikte birçok dinin yaşamayı öğrenmesi, yazının bulunması, ateşin icat olunması gibi büyük bir insanlık devrimi olacak!”

Büyükelçiye, bundan 15-16 sene önce, sürgünde Arafat’ın en yakın arkadaşı, Filistin davasının büyük önderlerinden Ebu Iyad’ın Mossad tarafından öldürüldüğünü duyunca, günlerce yas tuttuğumuzu... Hatta, Ebu Iyad’ın Türkçe de yayınlanan hatıralarından, pasajlar vermeye çalıştım. Büyükelçi duygulandı... Elini, sırtıma attı... bir şey diyemedi. Bir arkadaş gibi sarıldı bana... Uzun süre elini sırtımdan çekmedi. Bu duygusal havayı bozmak için Amerikan generallerinin Kızılderililer için gönderdiği bir telgrafı anlattım. General şöyle diyor: “Kızılderililere yeterince kayıp verdirtmeden, yeterince acı çektirmeden, barış masasına oturmayın!” Generalin bu sözünü yüzyıllar geçse beyaz adamın tattikleri hiç değişmiyor diye araya sıkıştırdım...

Tarih hiç değişmedi. Büyükelçinin gün ortasında tam üç saatini çalmıştık. Biz, konuşmayı kestik, sustuk, ama büyükelçi devam ediyordu... Uzamasın diye, karşılık vermedik... Büyükelçi hızını kesmeden devam ediyordu... En çok sevdiği Türk yazarlarını sorduk, Nazım Hikmet ve Aziz Nesin, dedi. Ayrıca Bilkent’te düzenlenen Nazım Gecesi’nde Nazım’ın Arapça’ya çevrilen bir şiirini okurken ağladığını da başkalarından öğrendik!

Büyükelçiye, “hâlâ Ümmü Gülsüm ve Abdülvahap dinler misiniz?” dedim, “hâlâ dinlerim, bıkmadan!”



İşte böyle zamanlarda irili ufaklı onlarca sol dergiye, irili ufaklı onlarca sivil kuruma, meydanlara koştukları, Filistin davasına kayıtsız şartsız destek verdikleri için, kalbimizin neşesini yeniden canlandırdıkları için, sonsuz teşekkürler!..

Büyükelçiye anlatmaya utandığımız şeyler de vardı, anlatamadık. İki-üç yıl önce İsrail’in gelişmiş teknolojik silahlarını sevimli göstermek ve düşmanın (Filistinlilerin) gözünü korkutmakla görevlendirilmiş Türk Gazetecileri İsrail’e davet edildi. Başta Güneri Cıvaoğlu, Duygu Asena, falan.

Civaoğlu, İsrail tankları içinde şirin poz verirken şunları yazıyor: “Tabii bu tankları, insanlık yararına, barış için kullanıyorlar.”

Yetmedi, devam ediyor: “Bu gelişmiş silahlar çok sert ama sizi korkutmasın, bu tankların komutanları o kadar ince, o kadar beyefendi, o kadar tatlı insanlar ki, bu komutanları tanısanız, fikrinizi değiştirirsiniz!” diyor.

Türk çocukları ve Türk halkı, bu röportajı unutmadı. Şimdi Civaoğlu’na soralım: “Neymiş o tanklar Sayın Civaoğlu?”.. “Bu tanklar kaç tane Filistinli çocuğu grayder gibi ezip paramparça etti?..”

Dert bir tane olsaydı, ağlaması kolay olurdu.

Emin Çölaşan ve Bekir Coşkun’un Şaron’un yanında yer alan yazılarını dünya basınında bulamazsınız. Bu yazıları dünyada tek bir kişi, ancak Şaron yazabilir.

Devletimiz ve medyamız, bu iki güzide zekamızı, müzede saklasın, soykırım müzesinde Miloseviç’le, Şaron’la yanyana.

Hele, Bekir Coşkun’un yazısını sormayın. Anadolu’da bir laf vardır: Şaştı Bekir, salavat getir cemaat!

Milletçe salavat getirdik. Köpeği Pako’nun hayvan sevgisinden, çok özel bir duygu, hayvan sevgisi kasıntısı oluşturmuş yazarımız, Filistin mülteci kampının üstünden onlarca tank geçip, binlerce insanı taşların, evlerin altına gömerken, Şaron’un yanında yer aldılar!

İsrail zaferlerine bu kadar sevincinizin sebebi nedir?

Şaron’un bülbülleri, ne zaman tankların, tüfeklerin değil, mazlumların yanında olacaklar? Gazetesi, ekranı bol, vicdanı kıt, bu ülke yazarlarını tanıyan İsrail, Amerika, tabii ki ortalığı bomboş görüp zırt pırt katliam yapacak!
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder
mrtclk
Yeni Üye
Yeni Üye



Kayıt: Jun 25, 2005
İletiler: 1

İletiTarih: Per Eyl 22, 2005 9:37 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

S.A ÜLKÜDAŞLARIM (KONUYLA ALAKASIZ AMA YENİ KONU AÇAMIYORUM) POSTA GAZETESİNDE BUGÜN OKUDUĞUM BİR HABERİ AYNEN SİZLERLE PAYLAŞMAK İSTİYORUM.
ÜLKÜCÜ ÇETEYE 36 YIL HAPİS İSTENDİ
FATİH ÜLKÜ OCAĞI BAŞKANI SERDAR AĞTAŞ İLE ÜYELER SERHAT VE SABRİ TABAŞ,MEHMET OKAY ÇAVUŞ VE SERDAR PAMUK HAKKINDA HARAÇ VE SİLAHLI GASP İDDİALARIYLA DAVA AÇILDI.İSTANBUL BAŞSAVCILIĞI'NIN HAZIRLADIĞI İDDİANAMEDE,AĞTAŞ VE OCAĞA GELEN KİŞİLER ARASINDAN ÖRGÜTLEDİĞİ BU GRUP,28 AĞUSTOS 2004'TE TURAN YOLASIĞMAZ VE 19 MART 2005'TE MEHMET KARAMAN'IN SİLAHLA ,SERDAR TOPRAK'IN BIÇAKLA YARALANMASI 10 NİSAN 2005'TE MEHMET GÜNEŞ'İN OTOMOBİLİNİN GASP EDİLMESİ OLAYLARINA KARIŞMAKLA SUÇLANDI.AYRICA GRUBUN 7 MAYIS 2005'TE , KENDİLERİNDEN ALDIKLARI PİDELERİN PARASINI İSTEYEN İŞYERİ SAHİBİ HAKAN ÇELİK'İ DÖVDÜKLERİ BELİRTİLDİ.SANIKLAR 25 İLA 36 YIL ARASI HAPİS CEZASI İSTEMİYLE YARGILANACAK.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
gelibolulu
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye



Kayıt: Jun 25, 2005
İletiler: 750
Şehir: TÜRKİYE-Çanakkale

İletiTarih: Per Eyl 22, 2005 10:55 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Ülkücü çete olmaz olamaz...
Eğer adı geçen kişiler bu tip olayları yapmışlarsa kendi şahsi çıkarları için yapmıştır. Asla tasvip etmiyor ve kınıyorum.
Biz mafya değiliz. Biz gönül erleriyiz. Mafyacılık oynamaya çalışanlar bizden değildir...
Bir reis böyle birşey yapamaz... Zaten şuursuzlar bize pislik atmak için aranıyorlar, bir de bunlar çıkıp bizi rezil ediyor...
Umarım merkez bu kişilerle ilgili gerekeni yapar... Tabiki iddialar doğruysa...
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder 1. sayfa (Toplam 2 sayfa)

Sayfa: 1, 2  Sonraki »  


 
Forum Seçin:  
Bu forumda yeni konular açamazsınız
Bu forumdaki iletilere cevap veremezsiniz
Bu forumdaki iletilerinizi değiştiremezsiniz
Bu forumdaki iletilerinizisilemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © 2001, 2005 phpBB

alt1
1998-2007 Bozkurt NET
alt1
1998-2010 BOZKURT NET
--------------------------------------
Web sitemiz PHP-Nuke (© 2003) kodlarına sahiptir. PHP-Nuke GNU/GPL lisansı altında dağıtılan ücretsiz yazılımdır.
alt1