Bozkurt NET{ Bozkurt NET
  Tıklayın kayıtlı kullanıcı olun
Ana sayfa ::Hasabınız :: Forumlar :: Makaleler :: İndir :: İletişim :: KURALLAR
alt1 alt1 alt1
alt1 alt1
alt1
Atatürk
Başbug
Atsız´ın Mektupları
Bozkurt
Tarihte Türkler
Osmanlı Sultanları
3 Mayis
Türk İslam Ülküsü
Ülkücü Hareket
İslam
Türk Büyükleri
12 Eylül
Dokuz Işık
Kızıl Elma
Doğu Türkistan
Türk Dünyası
Şiirler ve Marşlar
Ülkücü Şehitler
Ülkücüye Mektuplar
Sorular ve Cevaplar
Komünizm
Videolar
Müzikler
Postakartı

alt1 alt1
alt1
 Haber :
 Haber Ekle
 Haber Arşivi
 Arama
 Konular
 Baskıya hazırla
 Üyeler :
 Hesabınız
 Günlük
 Üye Listesi
 Özel İletiler
 ICQ Servisi
 Servisler :
 Kur'an-ı Kerim Meali
 Resim Galerisi
 E-Kart
 Dosyalar
 Müzikli Postakartı
 Cep Melodileri
 İletişim :
 Forumlar
 Bozkurtlar 100
 Bize Ulaşın
 Bizi Önerin
 Dökümantasyon :
 Makaleler
 Fikir ve Tarih Dünyası
 Kısa Nükteler
 Şairler ve Şiirler
 İzlenimler
 Ansiklopedi
 Dosyalar
 Dosya Ekle
 Popüler
 İlk 10
 Bağlantılar
 

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1
AB'YE HAYIR

alt1 alt1
alt1
Makaleler
·Meluncanlar ve Biz
·Türk Tarihi ve Türk Adı
·Amerikan Genç Hristiyanlar Cemiyeti (Y.M.C.A.) ve Amerikan Kolejleri
·SEVR YASALARI MECLİS’TEN GEÇİRİLEREK TÜRKİYE YENİ BİR KURTULUŞ SAVAŞINA BAŞLAMAK MECBURİYETİNDE BIRAKILDI!
·ABD, Alenî Bir Düşman Haline Gelmiştir!
·Dedelerimiz Oğuzlar Çıkmış Yola Aral Kıyısından
·Avrupa Birliğine neden hayır.. Jeopolitik Yaklaşım
·Noel Üzerine
·Gümrük Birliği Anlaşmasının Anayasanın Başlangıç Kısmına Aykırılığı -1-
·Siyasi Konjonktürde Irak Türkmenleri
·Gümrük Birliği Anlaşmasının Anayasanın Başlangıç Kısmına Aykırılığı -2-
·Kıbrıs'ın Türkiyesiz AB üyeliği mümkün mü?
·Avrupa Birliği ve Kıbrıs Konusu
·Internet mi, İnternet mi?
·DİLDE, FİKİRDE, İŞTE BİRLİK (Gaspıralı ve Türkistan)
·İSMAİL GASPIRALI'NIN FİKİRLERİ
·Türkler ve İslamiyet
·Alparslan Türkeş'in Din Anlayışı ve İslama Bakışı
·Gök Tanrı
·Şamanizm Meselesi
·Ruhban Okulu neden açılmamalı?
·Ruhban Okulu
·Çanakkale Savaşları
·Türk Kültüründe Nevruz ve Milli Birlik-Beraberlik
· Sovyetler Birliği’nin Çöküşü ve Yeni Rusya Çeçen Mücadelesi
·Türkçenin Anadil Olarak Dünyadaki Yeri
·Masonların Kirli İşleri
·Gümrük birliği mi; sömürge antlaşması mı?
·17 Ağustos 1999 Depremi ve gizlenen gerçekler

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1

alt1
Bozkurt NET :: Başlığı Görüntüle - Kürt aydınları...
  Link 1Ana sayfa | Link 2
Arama       


Bozkurt NET
Bozkurtların Yuvası
 

Forumlar Gruplar Gruplar Hesap Aç Oturum Aç  

  

Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder 1. sayfa (Toplam 1 sayfa)
« Önceki başlık :: Sonraki başlık »  
Yazar İleti
kaganos
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye



Kayıt: Jan 02, 2005
İletiler: 1034
Şehir: TÜRKİYE

İletiTarih: Cum Ekm 07, 2005 5:07 pm    ileti konusu: Kürt aydınları... Alıntıyla Cevap Gönder

Değerli kardeşlerim,
Dünya'ya objektif açıdan bakmayı severim..kim ne düşünür neler yazar diye merak ederim...
Bu merakımdan dolayı her siteyi özelikle haber amaçlı olanları takip ediyorum..
Geçenlerde kürt aydınlarının yazdığı bir siteyi takip ettim...
Ne yalan söyleyeyim..onları tebrik ediyorum.bir insan olarak..
Okumuş ,kültürlü oldukları yazdıkları yazıların üslubundan belli...
Yazılarında.hiç bir küfür kötü söz yok...
Bunun için teşekkür ederim..
Yalnız benim anlamadığım...ve anlamakta zorluk çektiğim..konularda bir kaç şey sormak isterim..
Sayın kürt aydını....
Yazılarınızda ulusal bilinçten bahsediyorsunuz...
Kürtlerin bölünmsesinden yakınıyorsunuz..
Birlik beraberlik ile ulsal bilinçlerine sahip çıkmalarından bahsediyorsunuz..
Size şunu sormak istiyorum;
BU düşünceleri sizler paylaştığınız zaman İyi de...
Türkler paylaştığı zaman mı kötü oluyor..
Kendinizi bizim yerimize koyun...öyle düşünün..
bu vatan sizin hakimiyet sizde...
Bizlerde o bölgede yaşayan ASLİ unsur...yada azınlık olalım...
Bizimde bir tane YUSUF ahmetoğlu isimli kahramanımız olsun..
Bizlerde orada örgütlenip..
Kürt silahlı kuvvetlerine baskınlar yapalım...
evlerinize hergün cenazeler gelsin..
O bölgede mayınlar ,bombalar patlasın...
YUSUF kahramanımız da kah suriyede ,kah libya da ,kah ırakta..
dolanıp bizleri oralardan idare ediyor olsun...
Bizim amacımız sizlerden ayrılıp bir devlet kurmak diyerek hergün onlarca zarar ziyan verseydik....
Yahu ALLAH aşkına ne düşünürdünüz...Sayın kürt aydınları..
Bakın şurada şunu belirteyim..
Her ülke bu tür hareketlerin başını ezmekle mükelleftir....
Sizde bunu yapacaktınız tabiiki!
Devlet olmanın gereği budur...
Bunda darılmaca gücenmece yok....
Sizin ulusal bilince sahip olup olmamanızın .....
Sizin bir ülkeye sahip olamamanızın....
sebebi TÜRKLER değildir...
Siz bunun sorumlularını tarihi iyi araştırarak öğrenin..
Sorumluluğu birazda kendinizde arayın..
Sizinde bir devlet büyüğünüz çıksaydıda ..sizleri bir çatıda toplasa idi...
Öyle bölük pörçük..yarım yamalak ..ülkeler içinde kalmasaydınız...
Ama güçlüden yana olmak ..yada ondanmış gibi gözükmeyi çok iyi beceriyorsunuz..
Senelerce bu ülkenin etinden sütünden faydalandınız..
Bu millet hiç ayrım yapmadan ...kürt bakkal mecdi'den ....kürt kasap ali'den alışveriş yaptı...
Çocuklarınızı TÜRK ilkokullarında ,ortaokullarında ,liselerinde okuttunuz..
Bu yazdığınız yorumları ..Belki de lisedeki Edebiyat öğretmeni olan MÜnevver hoca!ya borçlusunuz..
Size BÖyle güzel bir türkçe ile yazı yazmanızı öğreten..
Münevver Hoca!ya teşekkürünüz bu vatanı bölmek mi olacak merak ediyorum...
Sayın kibar kürt aydınları..
Buradan tekrar ediyorum..
Hareketiniz ,yaptıklarınız...kendinize göre doğru olabilir..
her istediğinizi yapmakta özgürsünüz...
Ama bu DEVLETİN ;BU MİLLETİN ;BU ULUSUN görevi de Kendisine baş kaldıran bir zihniyetin BAŞINI EZMEKTİR...
Kendini bizim yerimize koy da ..birde öyle düşün ...
sayın kibar kürt aydını...

Saygılarımla.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
kurtoglu1919
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye



Kayıt: Dec 03, 2004
İletiler: 940
Şehir: AVUSTURYA/VIYANA

İletiTarih: Cum Ekm 07, 2005 8:17 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

ANA SAYFA



Sakık pişman olduğu için pişman

Topluma Kazandırma Yasası başvurusu reddedilen itirafçı Şemdin Sakık isyanda. Sakık: "Pişman olduğuma pişman ettiler" diye konuştu.

Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilen Şemdin Sakık, dağdaki PKK'lıların devlete sığınmamasını, her türlü bilgiyi ve hizmeti vermesine rağmen kendisi ve kardeşinin Topluma Kazandırma Yasası'ndan yararlandırılmamasına bağladı.

Örgütün lider kadrosunda bulunduğu için 'pişmanlık' düzenlemelerinden yararlandırılmayan Sakık, 1993'te Bingöl'de 33 erin katledilmesinden sorumlu tutulduğu haber-röportajlar konusunda Hürriyet'e mektup gönderdi. Bu konuda yargının hüküm vermediğini belirten Sakık, "Biri devletten, biri örgütten olmak üzere 2 idam cezası aldım. 18 yılımı heba ettiğim örgütün haini, sığındığım ve hizmet ettiğim devletin azgın teröristi oluverdim" dedi.

"Mahkeme heyetine küfreden" örgüt militanlarına bile "cezada iyi hal indirimi" olarak uygulanan eski TCK'nın 59. maddesinden kendisinin yararlandırılmadığını kaydeden Sakık, şu ifadeleri kullandı:

'Avukat bile bulamadım'

"Avukat bile bulamadım. Neden 5-6 yıldır PKK saflarından tek bir militan kaçıp devlete sığınmadı? Bu sorunun cevabını ben vereyim. Çünkü, örgütü bırakıp gelen, pişmanlıklarını belirten ve güvenlik kuvvetlerine yardımcı olan Şemdin Sakık ve Arif Sakık'ı pişman olduklarına pişman ettiniz."
Sakık'ın af isyanı, konuya ilişkin politikaların yeniden tartışılmasına neden oldu. Eski Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu Başkanı, anayasa hukukçusu Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, "Bilgi isteyip buna göre affa karar vermek, hukuk devletinin gireceği bir pazarlık değildir. Böyle af olmaz" diye konuştu.

Anayasa hukukçusu Prof. Dr. Zafer Üskül ise, "İtirafçıdan bilgi alacaksınız, bunun karşılığında suçunu affedeceksiniz. Bu istihbaratın satın alınması ve işlenmiş bir suçun yok sayılmasıdır. Bu yöntemle bir, iki kişinin yakalanması sorunu çözmüyor" diye konuştu.



20 Eylül 2005

Yorum Ekle
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder MSNM
esin38
Yeni Üye
Yeni Üye



Kayıt: Sep 14, 2005
İletiler: 20
Şehir: kayseri

İletiTarih: Cum Ekm 07, 2005 8:30 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Asker Vurulunca Değil, Unutulunca Ölür...

--------------------------------------------------------------------------------

Ben Şehit miyim, hain miyim?.

1972 doğumluyum...

Şehidim, 1992''den beri....

Komando er olarak Diyarbakır''in Kulp ilçesinde görev yapıyordum.

Devriyeden dönüyorduk.

Ansızın üzerimize el bombaları fırlattılar; kurşun yağdırdılar. Karşılık verdik...

Teröristler kaçtılar...

Baktım ki teğmenim yaralanmış..

Gittim onu kucağıma aldım ve askeri cipe doğru götürmeye başladım.

Ansızın dünyam karardı...

Bir kurşun, kafamin sağından girip solundan çıktı...

Kucağımda teğmenim, yola devrildim...

Kanım toprağa yayıldı...

Ben ne suç işledim?

Ben Şükrü Eraslan...

Tokat'ın Reşadiye ilçesine bağlı Büsürüm Beldesi'ndenim...

Ailem ve akrabalarım düğün dernek ederek yolladılar beni askere...

Milletim ve vatanım için...

Diyarbakır'ın kırsalında bir suikast silahı ile beynimi parçaladılar...

Soruyorum şimdi size: Suçum neydi benim?

Soruyorum Başbakanıma, dışişleri bakanıma:

Ben şehit miyim, hain miyim?

Ben şehit isem beni vuranlar neci?

Millet de sorsun bunu …

Güneydoğu'da yolu kesilen, pusuya düşürülen, saldırıya uğrayan ve bu nedenle can veren askerler suçlu mudur?

Onlar, oralara gidip bu ülke uğruna canlarini vermekle hainlik mi etmişlerdir?

Sakın, bu nasıl soru demeyin...

Bakın iki günde beş arkadaşımı daha vurdular...

Vuranlar mı doğru vurulanlar mı?

Cevabını başbakanımız versin...

Çünkü, bizi hatırlayan yok...

Bütün övgüler, bütün televizyonlar, bütün gazeteler çetecilere...

Öyle değil mi ey halkım, öyle değil mi?

Bize vuranlara devlet töreni düzenleniyor…

Ben Şükrü Eraslan...

Büsürüm Beldesi''nden...

Taşı sıksam suyunu çıkartırdım.

Bu vatan uğruna bin canım olsa binini de verirdim...

Çünkü, biliyordum ki ölürsem şehit olacağım...

Gel gör ki şimdi şaşkınım...

Çünkü, beni Kanas tüfeğiyle vurduranlar; devletimizi yönetenler tarafından neredeyse törenle kabul ediliyorlar...

Bütün övgüler onlara...

Suikastçinin akıl hocalarının siyasi hakkı, kültürel hakkı...

Soruyorum başbakanıma:

Ya benim yaşama hakkım...

Bundan büyük hak olur mu?

Neden kimse onu savunmaz?

Neredesin komutanim?

Ben Şükrü Eraslan! Komando er...

Tokatlı...

Isparta'da eğitimde iken bana ne demiştin komutanım?

Siz bu milletin göz bebeğisiniz.

Ölürseniz şehit, yaşarsanız gazi olacaksınız....

Öyle mi komutanim?

Beni vuranlara, şimdi en üst yöneticiler gülücükler yolluyor...

Kanas silahını kullanan, neredeyse kahraman ilan edilecek...

Herkes onların kültürel haklarının peşinde...

Benim yaşama hakkımı düşünen bile yok.

Neden bizi kandırdınız kumandanim?

Ve neredesiniz?

Resmim size yadigar

Ben Tokatlı komando er Şükrü Eraslan!

Bir nisan günü Kulp'ta, pusuda kaldım...

Şu an o kurşun yarasından daha derin bir yaram var.

Kendimi fena halde aldatılmış hissediyorum.

Binlerce arkadaşım adına...

Kanı ile yeri sulayan; arkasından ağıtlar yakılan

Türk bayrağına sarılı tabutları ile giden arkadaşlarım adına...

Diyorum ki resmime bakın, bir karar verin:

Ben Şehit miyim, hain miyim?.

Serkan Alper
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
esin38
Yeni Üye
Yeni Üye



Kayıt: Sep 14, 2005
İletiler: 20
Şehir: kayseri

İletiTarih: Cum Ekm 07, 2005 8:32 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

33 ERİ NASIL ŞEHİT ETTİLER?

Hürriyet-Yıl 1993. Malatya’dan iki sivil midibüse biniyorlar. Hepsi sivil giysili. Üniforma ve postalları çantalarında. Hiçbirinde silah yok, kendilerine refakat eden tek bir askeri personel de. Saat 18.00. Bingöl’e 10 kilometre var. Dağlık, dar bir yol.

Birden silah sesleri yankılanıyor. İlk virajı geçtiklerinde, 50 PKK’lının karşı yönden gelen Bingöl Tur’a ait bir otobüsü durdurup, çoğunluğu terhis olmuş ya da dağıtıma giden sivil erlerden oluşan 50 yolcuyu esir aldığını görüyorlar. Şoföre bağırırlar; ‘Geri dön!’ Şoför oralı olmaz. Zaten 4 saatlik yolda 3 mola vermiş... Otobüsün kapısını, ‘Orada ben yoktum’ diyen Şemdin Sakık, o zamanki adıyla ‘Parmaksız Zeki’ açıyor.

OSMAN PARTAL ANLATIYOR

Trabzonluyum. İki midibüsteki toplam 50 askerden biriydim. Van-Özalp’taki birliğime gidiyordum. Yol boyunca gereksiz molalar veren şoför bir ara lastik patladığını söyleyip durdu. Lastiğin patlamadığını, krikoya dokunmadığını gördüm. Aksın altına girdiğinde birileriyle konuşma yaptığını duydum.

Galiba telsizle konuşuyordu. Şemdin Sakık, şimdi Hürriyet’te yayımlanan açıklamalarında ‘Eylem planlanırken buradan askerlerin geleceğini bilmiyorduk’ diyor. Yalan söylüyor. Çünkü ilk otobüsün en ön koltuğunda oturuyordum. Yolumuzu kestiklerinde şoförün kapısını bizzat Sakık açtı. Toprak rengi üniforması vardı üzerinde, aynı renk kasketi ters takmıştı. Omuzundaki tüfeğin namlusu yere bakıyordu.

Şoföre, diğer otobüsün nerede olduğunu sordu. ‘Arkada, geliyor’ cevabını aldı. İki dakika sonra diğer otobüs düştü pusuya. Yani bizi bekliyorlardı.

DOĞULU-BATILI DİYE AYIRDILAR

Geceyarısına kadar teröristlerle yürüdük. Mola verildiğinde niçin kaçırdıklarını, amaçlarını sorduk. ‘TC ateşkes ilan edince, iki gün içinde sizi serbest bırakacağız’ dediler. Saat 01.00 sularıydı. Sakık’ın talimatıyla tek sıra olduk.

Şemdin Sakık nereli olduğumuzu sorup, Doğulu-Batılı diye bizi iki gruba ayırdı. Sakık, doğulu olmayan benim de içinde olduğum 34 kişinin eğitim kampına götürülmesini söyledi. Dağda koşar adım yürümeye başladık. Bize eşlik eden teröristler sürekli değişiyordu.

Toplam 300 kişiydiler. Bir köye gittik. Kapısını çaldıkları evlerden başka teröristler çıkıp gruba katıldı. Kimi terörist evlere gidip istirahat etti. Bir ahıra soktular bizi öldürmek için. Sonra vazgeçtiler. Tekrar yürümeye başladık. Sabahı göremeyeceğimi düşünüyordum. Yıldızlara son kez bakıp annemi, babamı, köyümü düşündüm.

Bir ırmaktan geçerken su içtik. Dağ yoluna çıktık. Davranışları sertleşti. Durdurdular. Saat 03.00 sıralarıydı. Yolun kenarına dizilmemizi istediler. Kolkola girip sıklaşmamızı istediler. Yanımdaki arkadaşıma ‘Devrem bizi vuracaklar’ dedim.

DEVREMİ ÖLÜ GÖRÜNCE BAYILDIM

Tir tir titriyordum. Kalaşnikof, Bixi ve Kanvasların emniyetlerini açtılar. Sonumuzun geldiğini anladım, kelimeyi şahadet getirip kendimi yere attım. Taramaya başladılar. Dizime bir mermi isabet etti. Vurulanlar üzerime düşüyordu. Kafamı koruyordum. Hepimizin öldüğünden emin olmak için yüzlerce mermi yağdırdılar.

Gittiklerini, seslerin uzaklaşmasından anladım. Altı yedi arkadaşım sağdı henüz. Diğerleri paramparçaydı. Can çekişenler, hırıldayanlar, ağlayanlar, inleyenler... Su istiyorlardı. ‘Anne, anne’ diye bağırıyorlardı. Öldüğümü zannediyordum.

Kendimi çimdikledim, ölmemişim. Devremi beyni parçalanmış görünce bayılmışım. Bizi yan yana dizip 1570 mermi sıktılar Ayılınca şehit arkadaşlarımı sırt üstü çevirdim. Dokunduğum her uzuv elimde kalıyordu. Beyin, ayak... Yardım aramak için yukarı doğru koşmaya çalıştım.

Kan kaybediyordum. Asfalta çıktım, bir kamyonla yakındaki Elmalı Karakolu’na gittim. Olanları anlattığımda dinleyen jandarmalar ağlamaya başladı. Helikopter, tanklar geldi. Şehitleri aldık. Olay yerinde 1570 mermi kovanı bulundu. Yani silahsız erlerin herbiri için 50 mermi kullanmışlardı... Şoför biliyordu

ERKAN OMAY ANLATIYOR

Adanalı hemşerim Mehmet Tura’yla Manisa-Kırkağaç’ta acemi eğitimimi tamamladım. 24 Mayıs sabahı, jandarma komando olarak Siirt’teki birliğimize gitmek üzere Malatya’dan iki sivil midibüse bindirildik. 50 askerin hiçbirinde silah yoktu. Bizi koruyan refakatçı da.

Bingöl’e 10 kilometre kaldığını belirten tabelayı geçtik, ilk dönemeçte silah sesleri duyduk. Saat 18.00’di. Karşı yönden gelen Bingöl Tur otobüsünü tarayan 50 kadar PKK’lı, çoğunluğu bizim gibi asker olan yolcuları indirmişti. Şoföre geri dönmesi için bağırdım. Duymazdan geldi. Zaten tuhaf şekilde, 4 saatte 3 mola vermişti.

Bizi indiren PKK’lılar ‘Geleceğinizi biliyor, sizi bekliyorduk’ dedi. O sırada feryat figan, yaşlı bir adam çıktı karanlıklardan. ‘Oğluma ne yaptınız’ diyordu. Adını söyleyince oğlunun otobüslerde olmadığı anlaşıldı. Çok yaşlı olduğu için babaya dokunmadılar. Geldiği gibi gitti. O baba sayesinde kurtulduk. Hepimizin öldüğü sanılıyordu. Askere gidip sağ kalanlar olduğunu söylemeseydi teröristler hepimizi öldürecekti.

YANLIŞLIKLA 9 ŞEHİT DAHA

Sürekli yürüyorduk. Ertesi gün 12.00’de silah seslerinden askerlerin yaklaştığını anladım. Asıl harekat 16.00’da başladı. Sikorsky ve F-16’lar uçuyordu tepemizde. PKK’lılar kazma kürek çıkarıp siper kazdı, kayalıklara saklandı.

Bizi hedef olarak ortada bıraktılar. Askerimiz, yanlışlıkla içimizdeki 9 eri şehit etti bu yüzden. Müthiş bir yağmur vardı. Bizi kalkan olarak kullanan Şemdin Sakık bir ara yanımıza geldi, sağ kaldığımızı görünce şaşırdı. Teröristler geri çekiliyordu. 13 kişi kalmıştık. Kurşuna dizilenlerin arasından kurtulan Osman Partal da aramızdaydı.

Ellerimizi çözmeyi başardık. Kaçmaya başladık. Karşılaştığımız birkaç teröriste ‘Bizi serbest bıraktılar’ dedik. İnandılar. Birbirimizden ayrılmış, askerlerin bulunduğu yöne koşuyorduk. Bulduğum bir dala beyaz mendil bağladım, bir yandan bağırıyordum.

Tükendiğim anda korucular ve askerlerden oluşan timle karşılaştım. Mavi berelileri görünce ağlamaya başladım. Komutan ‘PKK’lı var mı içinizde?’ diye sordu. Sonra sarılıp hepimizi tek tek öptü. Bingöl Cezaevi’ndeki bir koğuşa götürdüler bizi.

Elbiselerimizi değiştirdik. Evlerimize telefon edebileceğimizi söylediler. Kafam durmuştu yaşadıklarımdan sonra. Evin telefon numarası bir türlü aklıma gelmediği için arayamadım.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
esin38
Yeni Üye
Yeni Üye



Kayıt: Sep 14, 2005
İletiler: 20
Şehir: kayseri

İletiTarih: Cum Ekm 07, 2005 8:36 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

ŞEMDİN SAKIK NEYE İSYAN EDİYORSUN.33 CANA KIYIŞINA MI.TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİNE KARŞI İHANETİNE Mİ.HANGİ HAKLA İSYAN EDİYORSUN.BU VATAN İÇİN ASKERLERİMİZ BEDEL ÖDEDİLER .SEN ÖDEMEDİN.ASILMADIN DUA ET.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
kerkuk_turk
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye



Kayıt: Aug 06, 2004
İletiler: 855

İletiTarih: Cmt Ekm 08, 2005 8:19 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

apo, sakik, zana ve digerleri hepsi ASILMALI ki digerlerine ibret olsunlar! yada asmiyorsan at iceri, ve yap yapacagini bu vatan hainlere! ve disariya sizdirma!
boyle olur iste! nedir bu ya, turkiye de butun hainler ellerini kollarini sallaya sallaya "aydin" olmus...ne aydini...vallahi eger bu aydinlar soz gelisi saddama karsi olsalardi, o yapacagini cok iyi bilirdi..turkiye gibimi, pasa gibi surgundeler!!?
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
kurthan35
Yeni Üye
Yeni Üye



Kayıt: Aug 29, 2005
İletiler: 59
Şehir: Türkiye-İzmir

İletiTarih: Cmt Ekm 08, 2005 11:54 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Selamun aleyküm kardeşlerim,

Öncelikle bu başlık bana biraz tuhaf geldi kardeşlerim.
Bu düşüncelere inanan ve bunu savunduğunu belirten bir SOYSUZ bence aydın falan olamaz...
Aydın ne demektir ülküdaşlarım?
Nacizane bildiğim kadarı ile tarif etmem gerekirse,bir toplumda yaşayan ve aldığı eğitim ile,o toplumun genelinin üstünde bir eğitim düzeyine ulaşmış, genel düşünen insanlardan bazı konularda biraz daha farklı ve ileri boyutta düşünebilen,belli bir makama gelmiş ve insanları yönlendirebilen konumda olan insanlara bence bu sıfat yakıştırılır.

Ancak bu yaptığım tanımın içinde eğitim öğretim hayatını ve bir yerlere gelmesini borçlu olduğu DEVLETE ilk fırsatta hainlik yapmak gibi bir söz kullanmadım dikkat ettiyseniz!!!!!
İşte bu SOYSUZLAR bundan dolayı aydın falan olamaz.
Mutlaka onlarında yaptığı işin bir adı var..... o da nedir biliyomusunuz kardeşlerim....ÇAPULCULUK....!!!!!

-------------------------------------------------------------------

.................VE SIYRILDI KININDAN TAM 5O BİN BESMELE
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
kurtoglu1919
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye



Kayıt: Dec 03, 2004
İletiler: 940
Şehir: AVUSTURYA/VIYANA

İletiTarih: Cmt Ekm 08, 2005 12:33 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Telefon:
0212 244 97 90 -91

Faks:
0212 244 97 92

E-Mail:
ofis@ferhattunç.net


KÜRTLERDEN BİR İĞRENÇLİK DAHA!
TÜRK BAYRAĞINI YAKTILAR!
Saldırganlıklarının dozunu gittikçe artıran PKK ve DEHAP yandaşı Kürt enikler Türk bayrağını yaktılar!

Biz Atatürkçüler yıllardır bölücü çevrelerin, azınlıkların, devlet düşmanlarının günden güne azgınlıklarını arttırdıklarını ve bu durumun “etki tepkiyi doğurur” prensibi gereği birgün millî cephe ile gayrı-millî cepheyi karşı karşıya getirmesinin kaçınılmaz olduğunu anlattık. Muhakkak ki ülkemizde huzur ve sükûnun hakim olmasını isteriz. Türk Milleti'nin yaşayan en büyük ve güçlü devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin çatışmalara sahne olmasını arzu etmeyiz. Ancak isteklerimiz bu şekildedir diye, Türkçüler ve Türk Milleti vatanına karşı cephe almış olan şer odaklarına karşı tepkisiz kalacak da değildir. Türk Milleti yurdunun bütünlüğünü ve tam istiklâlini bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da korumak gayesindedir ve bu gaye uğrunda her zaman her türlü mücadeleyi vermeye kararlıdır.



Türk Milleti'nin vatan aşkını hesaba katamayan bölücüler, yıllardır sürdürdükleri yıkıcı faaliyetlerine son zamanlarda hız vermişlerdi. Türk Milleti ise fırtına öncesi sessizliği hatırlatır biçimde susuyor ve gelişmeleri izliyordu. Nihayet kürtlerin her yıl gövde gösterisine dönüştürmeye çabaladığı Nevruz kutlamalarının bu yıl yapılanlarında kürtler Türk bayrağını yakarak hain emellerini daha da açık bir biçimde gösterdiler. Türk ırkının buna tepkisi sert oldu. Önce Erzurum’da, daha sonra yurdun her tarafında gösteriler yapıldı. Bayrağı yakanlara ve bütün vatan hainlerine lanet edildi. Bütün Türkiye, “Bayrağa uzanan eller kırılsın!” sloganları ile doldu. Sokaklar, caddeler, binalar ay-yıldızlı al bayraklarla bezendi. Bu olaylar karşısında terör örgütü PKK’nın destekçisi olduğu bilinen DEHAP adlı partinin büroları bir süre kapalı kaldı. Ancak tepkilerin azalması ile birlikte aynı şer odakları yine ekranlarda, gazete köşelerinde ve her yerde bayrak yakma olayının abartıldığını, bunun kürtlere mâl edilemeyeceğini söylediler ve eski propagandalarını sürdürdüler. Sinsi plânlarını ve çirkin yüzlerini “demokrasi” ve “barış” maskeleri ile saklayabileceklerini düşünerek bildikleri yolda devam ettiler. Güvendikleri kurum ise her zamanki gibi Avrupa Birliği idi. Türkiye AB’ye girmeye çalıştığı için kendilerini ebediyen güvende kalacak zannediyorlardı.



Bütün bölücüler gibi “insan haklarını” savunduğunu iddia eden bir grup ise kendilerine propaganda ve eylem alanı olarak Trabzon’u seçtiler. Devlet aleyhinde suç işleyenlerin serbest bırakılması gayesindeki bölücü şahıslar Trabzon/Merkez’de bu amaçla bildiri dağıtmaya başladılar. Ancak zaten son olaylardan dolayı sinir katsayıları yükseklerde seyreden Trabzon’un milliyetçi, vatansever halkı buna müsamaha göstermedi ve bildiri dağıtanları kovalamaya başladı. Bölücü grup bir iş hanına sığınarak yasadışı sloganlar atmaya başlayınca halkın tepkisi yoğunlaştı ve birden bire binlerce kişi olay yerine toplandı. Bölücü gençlere hak ettikleri cezayı vermek amacı ile toplanan binlerce Türk, polis tarafından dahi durdurulamayınca olay yerine takviye birlikler geldi ve nihayet eylemcileri kalabalığın elinden kurtaran da Türk polisi oldu. O Türk polisi ki, yıllardır bu bölücüler tarafından “faşist”, “katil” ve benzeri ithamlarla suçlanmaktaydı. İşte Türk ırkının damarına basmak böyle sonuçlandı ve bölücü hainler kötüledikleri polise sığınmak zorunda kalarak tam mânâsı ile “rezil” oldular.



DHKP-C terör örgütünün mensubu olan ve daha önceden de benzer sabıkaları bulunan Zeynep Erduğrul, Nurgül Acar, Emre Bakır ve Çetin Güven adlı bu bölücüleri Türk Irkı'nın intikamından Avrupa Birliği kurtaramadı. Yine Türk’ün gücü olan Türk polisi kurtardı. Kendilerine dikkatli olmalarını tavsiye ederiz, polis her zaman bu kadar başarılı ve kendileri her zaman bu kadar şanslı olamayabilir.



Türk Milleti'nin artık vatanına, istiklâline, bayrağına, kutsal değerlerine, varlığına, güvenliğine saldıran vatan hainlerine tahammülü kalmamıştır. Bu gerçek kendisini Trabzon’da millî bir öfkeye dönüşerek en açık biçimde göstermiştir. Bölücülerin hedefleri ne olursa olsun Türk ırkı bütün bu oyunları, bütün bu tuzakları bozmaya muktedirdir. Bu yüzden asil milletimiz adına bir ihtar da biz verelim: Siz, niyeti bozuk vatan hainleri! Amaçlarınıza ulaşmanıza imkân yoktur. Bu yüzden, vazgeçin bu sevdadan. Vazgeçin ki Türk Milleti'nin gazabını üzerinize çekmeyin. Vazgeçin ki Türk’ün demir yumruğu sizi bulmasın. Ve vazgeçin ki sonra kötülediğiniz, nefret ettiğiniz Türk polisine sığınmak zorunda kalmayasınız. Kim bilir, belki birgün sizi millî öfkenin elinden polis dahi alamayacaktır.



Teröristler Hakkında Bilgi:



1) ZEYNEP ERDUĞRUL: İlk eylemi, lise son sınıf öğrencisiyken gitmekte olduğu ÖSS hazırlık dersanesinde, 10 Kasım günü saygı duruşuna geçmeyi reddedip Atatürk’e hakaret etmek idi. Dersaneden atıldı. Kazandığı Ankara Üniversitesi’nden de yasadışı faaliyetler ile gösterilerde bulunmak ve DHKP-C örgütü üyeliği sebebiyle atıldı. Daha sonra KTÜ iktisat bölümüne başlayan terörist kız burada da rahat durmadı, okul içinde ve dışında yasadışı faaliyetler düzenlediği için hakkında soruşturma başlatıldı, sonunda buradan da uzaklaştırıldı. Daha sonra Trabzon ve Rize’nin çeşitli yerlerinde yasadışı eylemler organize etti, Rize’de yakalandı ve DHKP-C örgütüne yardım ve yataklık etmek, Trabzon bölge sorumluluğunu üstlenmek suçlarından ötürü cezaevine girdi. Sırasıyla Trabzon Bahçecik, Erzurum ve Gebze F tipi cezaevlerinde yatan bu terörist “AB’ye Uyum” yasalarından faydalandırılarak şartlı tahliye edildi. Tahliyesinden sonra tekrar Trabzon’da boy göstermeye başlayan terörist Zeynep sürekli yasadışı eylemlerde bulundu. Daha önce Trabzon meydanda iki defa, Rize’de bir defa, Tonya’da bir defa halka yasadışı bildiri dağıtırken yine halk tarafından feci şekilde dövülmüştür ama bu olaylar Türkiye basınına pek yansımamıştır. Azılı terörist Zeynep şu an DHKP-C Trabzon Propaganda Sorumluluğu görevini icra etmektedir.



2) NURGÜL ACAR: KTÜ Bilgisayar ve Programcılığı MYO 2. sınıfta okuyor. DHKP-C ve Trabzon Gençlik Derneği kurucu üyesi.



3) EMRE BAKIR: DHKP-C ve Trabzon Gençlik Derneği kurucu üyesi.



4) İHSAN ÖZDİL: Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Amasya Sosyal Bilimler Bölümü öğrencisiydi, atıldı. DHKP-C ve Trabzon Gençlik Derneği üyesi.



İhsan Özdil’in benzer suçtan dolayı cezaevinde yattığı ve henüz bir hafta önce çıktığı öğrenildi.



5) ÇETİN GÜVEN: DHKP-C ve Trabzon Gençlik Derneği kurucu üyesi.


--------------------------------------------------------------------------------

KÜRTLERDEN POLİSE PROVAKASYON!


Dünya Kadınlar Günü'nü bahane edip izinsiz gösteri yürüyüşü yapan ve nazikçe ikaz edilmelerine rağmen dağılmamakta direnerek taşlarla, sopalarla polise saldıran PKK, DHKP-C, TİKKO gibi terör örgütlerine mensup kadınlardan birkaç tanesinin polis tarafından coplanması Türkiye ile Avrupa gündeminin birinci maddesi hâline geldi.



Avrupalılar, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girmesini istemedikleri için bu olayı dallandırıp budaklandırıyorlar, yani niyetleri açıkça bellidir.



Peki ama Türkiye'deki yazar-çizer ve siyasetçi takımına ne oluyor? Polise bu derece yüklenmelerinin sebebi nedir?.. Avrupa'ya yalakalık mı?



Bir tane vatan evladı ortaya çıkıp da, "Coplanan kadınlar sütten çıkmış ak kaşık değildir, hepsi de Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni hedef alan bölücü-yıkıcı terör örgütlerinin militanları veya sempatizanlarıdır." demiyor... Herkes polise çullanıyor.



Neymiş efendim, kadınlara cop vurulmazmış!..



Devlet düşmanının kadını-erkeği olmaz. Devlet düşmanına cinsiyet ayrımı uygulanmaz. Kimse o kadınları devlete düşmanlık etmeleri için zorlamadı, kendi özgür iradeleriyle bu yolu seçtiler. Öyleyse, sonuçlarına da katlanacaklar.



Neredeyse her hafta Ankara, İstanbul gibi büyük şehirlerin en işlek caddelerinde eylem düzenleyerek taşlarla, sopalarla, molotof kokteyilleriyle polise saldıran ve bu da yetmezmiş gibi dükkânların, işyerlerinin camlarını kırarak, yol kenarına park etmiş otomobilleri ve otobüs duraklarını tahrip ederek, hayvanca bir hırsla kaldırım taşlarını bile baştan sona kadar sökerek devletin ve vatandaşın malına zarar veren teröristler Dünya Kadınlar Günü bahanesiyle bir kez daha ortaya çıkmışlar; görevli polisler bunları dağılmaları için ikaz etmiş, fakat ikaza uymak yerine saldırıya geçtikleri için cop kullanmak zorunda kalınmış... Olay budur... Polisin herhangi bir suçu yoktur, yapması gerekeni yapmıştır. Ellerine sağlık.



Polisi cop kullandığı için eleştirenler, kaç tane polisimizin ve askerimizin o kadınların destekledikleri terör örgütleri tarafından şehit edildiğini biliyorlar mı?.. Meslektaşlarını, belki de yakın arkadaşlarını teröre kurban vermiş, kendisi de kelle koltukta görev yapan polisi suçlu ilan etmek marifet değildir; yiğit olan asıl suçluları eleştirsin.



"Demokrasi, insan hakları, fikir özgürlüğü" kavramlarının ardına saklanan vatan millet düşmanlarına müdahale etmek gittikçe zorlaşıyor, polisimiz çaresiz durumda... Türk evladı, polisine sahip çık! Kirli siyaset çarkının dişlileri arasında ezilmesine izin verme!


--------------------------------------------------------------------------------


TÜRKLER'E YÖNELİK PSİKOLOJİK SAVAŞIN DOZU ARTTIRILIYOR


Amerika'nın icraatlarına, kürtlerin fütursuzca çıkışlarına, AB'nin bizi sömürge gibi görmesine sinirlenen Türkler'de bir kıpırdanma başladı. Birçok kişi oy verdikleri partileri; inandıkları, daha doğrusu kandıkları şahısları ve kurumları sorguluyor; Türklük bilinci ülke genelinde tekrar yükselişe geçiyor. Bu yükselişten korkan ABD, AB ülkeleri ve yerli işbirlikçileri de Türkler'e karşı yürüttükleri psikolojik savaşın dozunu arttırıyorlar.



Emeklemeye başlayan Türklük bilinci karşısında korkuya kapılan Türk düşmanları, aralarındaki işbirliğini güçlendirerek aynı anda dört koldan saldırıya geçtiler. İçeride ve dışarıda gazeteler, kitaplar, televizyon yayınlarıyla Türkler'e karşı kinlerini, nefretlerini kusmaya başladılar. Türkler'in dikkatini Türk milletinin önemli sorunlarından uzaklaştırıp başka yöne çekmek için Amerikan ajanı Fethullah Gülen'in reklamını yapan yayınlar acilen devreye sokuldu. Dinî konulardaki hassaslık dikkate alınarak dinle beyinler uyuşturulmaya çalışıldı. Bu Fethullah ne mübarek(!) bir insansa; müslümanlara karşı haçlı seferi başlattığını açıklayan Bush'un ajanlığını yapmakta müslümanlık açısından bir sorun görmüyor. Uşağı olduğu Amerika'nın müslüman din kardeşlerini işkencelerde, camilerde hunharca katletmesine ses çıkartmıyor. Boy boy reklamı yapılan bu Amerikan ajanının kirli çamaşırları 40 yıllık arkadaşı tarafından ortaya serilmeye başlanınca, hemen yayın yasağı getiriliverdi.



Diğer taraftan Hulki Cevizoğlu'nun programında da bahsedilen Metal Fırtına adlı bir kitap acilen piyasaya sürülüyor ve sanki Türkleri Amerika'ya karşı uyaran milliyetçi bir kitapmış gibi lanse edilmeye çalışılıyor.



Sanki bir tiyatro sahnesindeymiş veya bir film stüdyosundaymış gibi Türk karşıtı oyunlar alenen oynanıyor. Yönetmenler ortada dolaşarak açıkça yerli işbirlikçilere emirleri veriyor. Sonra bir de bakıyoruz ki, bir yazar bozuntusu "Türkler ermenileri, rumları, kürtleri katletmiştir" açıklaması yapıyor ve Türklerin aleyhine olan bu gerçekdışı sözleri söyledikten sonra yıldızı parlıyor, kahraman ilan ediliyor. Ama kimler tarafından kahraman ilan ediliyor? Tabii ki yediği ekmeğe ihanet eden ermeniler tarafından... Yakında bu şahıs Türk düşmanlığı yaptığı için Nobel Edebiyat ödülüne aday olur, hatta ödülü alır.



Arkasından başka hainler sazı ellerine alıyorlar... "Bu gazete var olduktan sonra başka düşmana gerek yok" dedirtecek türden ihanet yazılarıyla dolu olan Milliyet gazetesinde Türklere yeni bir saldırı başlatılıyor. Bu sefer bu saldırıda Halil Berktay adlı tarihçi kullanılıyor. Bu şahıs aracılığıyla ermenilerin -sahte oldukları uluslararası kurumlarca kanıtlanmış- belgeleri Türk milletine kabul ettirilmeye çalışılıyor.



Arka arkaya meydana gelen bu açıklamalar bir tesadüf değil. Bu oyun Türkiye'de gelişmekte olan Türklük bilincini yok etmek, yok edemediklerini de başka yöne yönlendirerek etkisizleştirmek amacıyla sahneye konuldu. Patronu ABD'ye verdiği "sahte ermeni soykırımını kabul etme" sözünü gerçekleştirmesi için Erdoğan'a yardım etme amacı da güdülüyor. Önce Türk milletinin beyni bu yalanlarla uyuşturulacak, her şeyi kabul edebilir hâle geldikten sonra da Erdoğan "Madem yaptık, kabul edelim ve özür dileyelim" diyecek ve böylece sözde ermeni soykırımı Türkiye tarafından kabul edilmiş olacak. Erdoğan'ın yöntemleri dindar tavırlara benzemiyor, tam tersine bir şeytanın bile düşünemeyeceği yöntemleri uyguluyor.



Kısacası, Türk milleti kürt müziğine, olmayan kürt kültürüne alıştırıldığı gibi, şimdi de aynı yöntemle sahte ermeni soykırımına alıştırılıyor.



Gündemdeki olaylar, yazılar dikkatle izlenirse; Türkiye'ye doğrudan saldırma cesareti gösteremeyen ABD'nin ve AB ülkelerinin yerli işbirlikçileri ile birlikte Türkiye'yi içten çökertme çalışmalarına hız verdiği görülür. Türkler'e karşı bir taraftan kürtleri yetiştirerek kendi askerlerini feda etme yerine kürtleri feda etme yöntemini izliyorlar, diğer taraftan da ermenileri dolduruşa getirerek maşa olarak kullanıyorlar. Ne kürtlerde ne de ermenilerde beyin denen bir nesne yok. Eğer azıcık olsaydı, tarih boyunca yalnızca maşa olarak kullanıldıklarını ve işleri bitince bir kenara atıldıklarını görüp akıllanırlardı. Fakat onca vukuat yaşamalarına rağmen hâlâ akıllanamamışlar, Türkler'le baş edemeyeceklerini anlayamamışlar. Türkler'in bu uykudan uyanmayacaklarını zannediyorlar fakat yanıldıklarını çok geçmeden anlayacaklar ve anladıklarında iş işten geçmiş olacak; kendilerini kandıran, maşa gibi kullanan ülkelerin hiç birisi yanlarında bulunmayacak.



Türklüğe karşı yapılan saldırılar çok ilginç. Aynı anda dünyanın her bölgesinde sanki düğmeye basılmış gibi yazılar yazılıyor, kararlar alınıyor. Fransa'da Türkiye'nin AB'ye girmesini engellemek için anayasal değişiklik yapılarak yeni üyeler için referandum kararı alınıyor fakat bu referandum kararı her ne hikmetse Türkiye'den başka bir aday ülkeyi etkilemiyor. Sözde ermeni soykırımını kabul ettirmek için baskılar artıyor; Fransız yetkililer arka arkaya Türkiye'ye ikna turlarına gelerek "Özür dileyin, onlar da sizi affetsinler, bu iş bitsin" diyorlar. Alnımıza kara leke sürdürmek bu kadar basit mi? İşte bunu anlamıyorlar.



Amerikan televizyon kanalları Türk düşmanı filmlerle; Wall Street, Washington Post gibi gazeteler de Türk düşmanlığıyla ilgili yazılarla dolu.



Yaklaşık üç milyon civarında Türk'ün yaşadığı Almanya'da otuz bin civarındaki ermeninin isteğine uyularak ders kitaplarına sözde ermeni soykırımı ekleniyor. Aynı zamanda meclise bir tasarı sunularak Türkiye'nin sözde ermeni soykırımını tanıması için zorlama kararı çıkarılması isteniyor.



İçerideki hainler de boş durmuyorlar; aldıkları paranın karşılığını en iyi şekilde ödeyebilmek için olanca güçleriyle Türkleri karalama çalışmalarını hem Türkiye'de, hem de Türkiye dışında sürdürüyorlar. Türk milletini asıl önemli konulardan uzaklaştırıp suni gündem yaratabilmek için televizyon kanallarında ve yazılı basın organlarında masallar anlatan bu kişiler "Ekonomi harika gidiyor" yalanlarıyla pembe tablolar çiziyor; Kıbrıs'ta kazanan sanki rumlar değil de Kıbrıs Türkü imiş ve Erdoğan K.K.T.C.'nin lehine çalışıyormuş gibi bir hava estiriyor.



Türk milletine ihanet ettiği artık kanıtlanmış olan Erdoğan ile hükümetinin tavırları ise tamamen şeriatçı, çıkarcı ve Türk ordusuna, Türk devletine düşmancadır. Artık takkiye yapma gereği bile duymayan AKP gerçek yüzünü gösteriyor.



Azınlıkların Kurtuluş Savaşı sırasında yaptıkları ihanetleri anlatan bölümlerin ilköğretim ve lise ders kitaplarından çıkartılması için karar alınması vatan hainliği değil de nedir? Dünyanın her tarafına Türk düşmanlığı yaymaya yemin etmiş ermeniler, rumlar ve kürtler tüm ülkelerdeki ders kitaplarını Türk düşmanlığı ile doldururken, Türk gençleri yakın tarihini ve kendisine yapılan ihanetleri bilmeden yetişecekler. Üstelik -sahte oldukları uluslararası kurumlarca ispatlanmış olan- ermeni belgelerinden yola çıkılarak hazırlanan soykırım yasasına Türk ders kitaplarında yer verilecek.



Ama bugünlerin yarınları da var. Kimse unutmasın ki, Türk milletinin intikamı acı olur. Gün gelir, tüm bunların hesabı sorulur.



Bütün Türklerin, özellikle de biz Türkçülerin önünde çok önemli ve kutsal görevler duruyor. İç ve dış düşmanlarla işbirliği yapmak suretiyle neredeyse tüm yayın organlarını ele geçiren AKP hükümetinin Türk gençliğinin millî bilincini yok etmeye yönelik faaliyetlerini durdurmak için yöntemler geliştirmeliyiz. Psikolojik savaşın unsurlarını Amerikalı patronlarından öğrenerek uygulayan Erdoğan ile hükümetinin zehirlediği gençlere ve tüm Türklere ulaşamasak bile, ulaşabildiklerimizi onların ağından çekip alabiliriz.



Özellikle, bir birim oluşturarak, psikolojik savaşta hangi yöntemleri, nasıl uyguladıklarını tespit edebiliriz. Bu tespitler birleştirilerek karşı sav oluşturulabilir ve millet bir şekilde uyarılmaya çalışılır. Araştırma grupları yeni çıkan yayınları dikkatli bir şekilde inceleyerek görüşlerini bildirirler. Pentagon'un siparişi üzerine yazıldığı söylenen Metal Fırtına adlı kitapta olduğu gibi, çok satanlar listesine girmeden önlem alınabilir.



Fakat asıl yapılması gereken, psikolojik savaş konusunda bir şekilde uzmanlaşmak ve aynı şekilde karşı saldırıya geçmektir. Bunun için de çeşitli yöntemler geliştirilebilir.


--------------------------------------------------------------------------------
Kürt komprador burjuvazisi...
Kürt komprador burjuvazisi oluşturma operasyonu

Bu başlık nereden çıktı denilebilir ama tarihsel yaklaşım bir çok güncel gelişmeyi aydınlatmaktadır. Komprador burjuvazi bildiğimiz gibi limanlarda üstlenen ve emperyalist metropolle kara arasındaki bağlantıyı üstlenen işbirlikçi burjuvazinin diğer adıdır. Kuzey Irak’taki Kürt devletini oluşturma çabaları tarihten gelen bu kavramın yardımıyla açıklanabilir ve Kürt komparodor burjuvazisinin oluşumunun geç kalmış bir örneğidir.



Bugün “mafyaya karşı operasyon” olarak adlandırılan son operasyonlar Kürt burjuvazisini oluşturma çabalarının önünü açma stratejisinin ilk taktik adımlarıdır.


Kürt devletinin liman ve burjuvazi ihtiyacı

Son günlerde Irak’ta öldürülen Türk şöförlerinin güvenliği konusunda silahlı güvenlik konvoylarına karşı çıkan Kürt gruplar tarafından önerilen yol “Türk kamyonları Zahor’a kadar gelsinler ve yüklerini boşaltıp burada bir (karasal) liman oluştursunlar, Kürt kamyonları da buradan bunları alıp Irak’a kadar taşısınlar” şeklindedir. Bu öneri Kuzey Irak’ta oluşturulan Kürt devletinin yaşayabilmesi için dış desteğin ötesinde kendisinin de dayanabileceği bir Kürt ticaret burjuvazisi oluşturma çabalarının ekonomik temelidir. Yapay Kürt devletinin yaşayabilmesi için Zahor’un Hatay, Mersin, Bodrum, Kuşadası, Ayvalık ve İstanbul gibi merkezlerle ticari bağlantı içinde olması ekonomik bir zorunluluktur. Bu zorunluluk yapay Kürt devletinin temel zaafını da oluşturmaktadır. Bu saydığımız bölgelerle ekonomik olarak akan bir ağı olmayan kara devletinin yaşama olanağı yoktur. Bu tarihsel ve ekonomik olarak olanaksız olan Kürt devletinin yaşatılabilmesi için suni teneffüs sayılabilecek Bodrum, Kuşadası, Ayvalık, İstanbul, İzmir gibi merkezler ile bağlantıların geliştirilmesidir. Bu da ancak bu bölgelerde Kuzey Irak’taki yapay Kürt devletinin komprador işlevini yüklenebilecek Kürt komprador burjuvazisinin varlığını zorunlu kılar. Bu tarihsel ve ekonomik belirleme içinde son günlerdeki olgulara bakıldığında Bodrum, Kuşadası, Ayvalık, İstanbul, İzmir gibi merkezlerde Türk ve Kürt mafyasının çatışması olarak gündeme gelen kimi gelişmeler gerçekte bu merkezlerde Kürt komprador burjuvazisinin oluşturulabilmesi için sokağın ele geçirilmesi önündeki engellerin kaldırılmasının ilk adımı operasyonlardır.


Biraz gerilere giderek tarihsel bir analiz yapmamız gerekli. Çünkü görünen olgular tarihsel arka planı incelendiğinde daha iyi anlaşılabilir.


1980’lere kadar sol içinde egemen fikir Kürt ve Türk halklarının birlikte mücadelesidir. Türkiye için tek bir parti ve birleşik bir devrimci mücadele düşünülmektedir. Fakat 80’lerde emperyalist merkezlerde üretilen fikirler doğrultusunda Türkiye’nin emperyalist bir devlet olduğu ve Kürt bölgelerini sömürdüğü, Kürtlerin ayrılma hakkını savunmak gerektiği tezinden hareketle ayrılıkçılar devrimci bir hareket olarak değerlendirildi. Oysa ki Kürt ayrılıkçı hareketleri Mustafa Kemal döneminde İngilizlere, İtalyanlara, daha sonra günümüzde de Amerikalılara, Almanlara, Fransızlara dayandılar. Bir emperyaliste dayanılarak yürütülen sözde bağımsızlık savaşı aslında emperyalist devletlerin o bölgedeki işbirlikçiliğini temsil eder ve ulusal devlete karşısaldırı aracıdır. Kürt grupların Kemalist ideolojiye ve devlete karşı saldırılarının bu temelde işbirlikçi bir işlevi vardır.


Durum değişmiş değildir. Ama burada ilginç bir nokta vardır. Eskiden ayrılıkçılık şeklinde gelişen mücadele güneydoğuda ve bir adım ileri götürürsek tüm Kürt grupların büyük hayali olan Büyük Kürdistan coğrafyasında Türkiye, Irak, Suriye, İran gibi ülkelere karşı yürütülüyordu. 80’lerden sonra sol ezilen ulusu desteklemek gibi yanlış bir teorik kavrayışla bunlara destek oldu.


Kürtlerin değişen stratejisi


Ancak şimdi durum bir ölçüde değişmiştir. Kürdistan’ın en büyük şehirleri İstanbul, İzmir, Mersin diyerek hem yıllardır savundukları tezlerin yeni bir aşaması olarak yeni bir taktik ve stratejinin içine girmişlerdir. Bundan böyle ver kurtulcular da ver kurtulun sınırını iyi görmek durumundadırlar. Çünkü işin ver kurtulla sınırlı kalmadığı görülmektedir.


90’larda Türkiye ya küçülecek ya büyüyecek, yani “ya Fırat’ın Batısında kalacak ya da Irak’a doğru genişleyecek” teziyle Büyük Kürdistan projesi Türkiye’nin desteğiyle gerçekleştirilmeye çalışıldı. Bu Türk ordusu tarafından reddedildiği için 1. Körfez Savaşı sırasında gerçekleşemedi.


Bundan sonra PKK’ya karşı gelişen mücadelede geleneksel Kürt tarikatlarıyla PKK arasındaki çatışma kullanılmış ve geleneksel Kürt gruplarıyla işbirliği geliştirilmiştir.


Kuzey Irak’ta Kürt devleti kurma çabaları, bunun özellikle Türkiye’de bu geleneksel Kürt güçlerine dayanması ve ABD’nin bu güçlerle ittifak yapması PKK’nın güneydoğuda güçsüzleşmesini getirmiş, fakat Barzani’nin bu bölgedeki gücünün artışı açıkça görülmektedir.


Mersin, İzmir, Bodrum, İstanbul gibi yerlerde narko-dolardan beslenen grupların yanında yeni grupların da türeyerek bir Kürt burjuvazisi oluşturma çabalarının ilk adımı sokağın ele geçirilmesi taktiğidir.


Kuzey Irak’ta oluşturulan fakat limanı ve burjuvazisi olmayan devletin ancak Türkiye’nin büyük şehirlerinde oluşturulan bir liman ağı aracılığıyla kendisine dayanak olabilecek bir Kürt burjuvazisi yaratmayı planlamaktadır.


Kürt burjuvazisinin talepleri bu yüzden artık güneydoğunun Türkiye’den ayrılması değil, Türkiye’nin büyük şehirlerinde ve limanlarında ekonomik, siyasi haklar ve daha da ileri gidersek Kürt burjuvazisinin buralardaki egemenliğidir. Galbraith’in de belirttiği gibi burjuvazisinin oluşturulması ve ekonomik yapılanma tarih boyunca güç ve zor ile beraber gitmektedir. Güneydoğu’daki çatışmalarda gerek PKK’nın gerek devletin yanında olan Kürt güçlerinin bu liman bölgelerini ele geçirmesi ve turistik alanlara doğru yayılması, buralarda köşe başlarını tutması da bu şekilde gerçekleşmektedir.


Mafya eliyle Kürt burjuvazisi yaratma


Ancak bu da onlara yetmemektedir. Giderek, şehirlerde sokakların otoparklar olarak, yazlık yerlerde kıyıların ve koyların plaj olarak gaspedilmesi, otellerin, bahçe ve restaurantların, turistik dükkanların ele geçirilmesi ve Kürt burjuvazisinin dışa açılmak için olası bütün ağlarının yaratılması sürecinin aşamalarıdır.


Doğal olarak sokağın ele geçirilmesi noktasında bunlara direnen gruplarla çatışma kaçınılmazdır. Nitekim son olaylarda Bodrum’da basına “Türk mafyasıyla Kürt mafyası arasındaki çatışma” olarak yansıyan olayın ardındaki gerçek budur.


Keza Kuşadası ve Ayvalık’taki yapılanmayı gördüğümüzde Kürt işadamlarının Güneydoğu’dan çok Batının liman bölgelerinde yatırım yapması bu olguyu açıkça göstermektedir. Gelecekteki Kürt devletinin çıkış noktalarını kontrol eden ekonomik bölgelerin yaratılması ve burada da egemenliği Kürt komprador burjuvazisinin ele geçirmesi amaçlıdır.


Geçmişte narkotik Kürt mafyasına (Kürt işadamlarına) karşı operasyonlardan sorumlu tutulan, günümüzde Bodrum, Çeşme, Kuşadası gibi liman ve turistik bölgelerinin Kürt mafyasının eline geçirmeleri önünde engel olarak gördükleri gruplara karşı operasyon basında mafyaya karşı operasyon olarak sunulmaktadır.


Günümüzde Kürtlerin siyasi organizasyonlarına direnç gösteren TÜRKSOLU gibi gruplara yapılan saldırılar ya da Kürtlerin sokaktaki yapılanmasına direnç gösterebilecek gruplara yapılan saldırılara karşın açıkça Kürt mafyası olarak bilinen gruplara karşı herhangi bir operasyona gidilmemesi ve bizzat iş adamı olarak gösterilen kişilerin çete reisi olması olgusunun gözardı edilmesi ilginç gözükmektedir.


Bu yapıyı ele aldığımızda görmekteyiz ki bu gelişme esasen Kürt komprador burjuvazisinin Kuzey Irak’ta oluşturulan Kürt devletinin dışarıyla bağlantısını sağlamak ve kendisine dayanak olmak üzere Türkiye’nin büyük liman şehirlerinde mafya yöntemleri ile birlikte ve zor kullanarak yaratılması sürecidir.


--------------------------------------------------------------------------------
ESİRİM OLUR MUSUN?

Tarih, milletleri ve devletleri yazar. En çok da Türkler'den bahseder. Ünlü bir bilim adamının dediği gibi, "tarihten Türkler'i çıkarsanız ortada tarih diye birşey kalmaz."



Güç ve asalet yırtıcılara özgüdür; yenilginin varlığını reddedecek kadar cesaret ve yüksek ahlakın yalnız Türkler'e ait olduğu gibi...

Buna karşın birileri size bütün insanların eşit, farklılık gözetmenin saçma olduğunu söyleyebilir. Kötülerin hep yenildiğini, iyilerin demokrasi getirdiğini anlatıp, halkların kardeşliğinden dem vurabilir.

Ruslar eşitlik, Amerikalılar özgürlük götürmek için Afganistan'ı işgal edebilir. Bahaneler değişir, sonuçlar hep aynı kalır.

Gerçek asla aciz düşmez. Kaybeden kötüler değil, artık kötü diye anılacak olan kaybedenlerdir. Tarih yaşananlardan ibarettir ancak onu eline alıp yüksek sesle okuyan hep galipler olmuştur. Bu hikayelerde kaybedenlerin payına hiç elma düşmez; genelde elde ettikleri kuru kuruya eşitlik ve kardeşlik naralarıdır. Dinleyenler bu kardeşlik konulu hikayeyi inandırıcı bulmazlarsa elmadan pay istemeye kalkarlar ki bu, masalı anlatanlar için gerçek bir felakettir.

Hiçbir tehlikenin olmayacağına inanmak, çok tehlikelidir. Türkler öyle bir uykuda ki bu, tarih sahnesinde asırların verdiği yorgunluğun değil basbayağı kasıtlı bir uyuşturulmanın sonucu.

Yaşadığımız topraklarda şu an için en büyük tehlike kürtlerdir. Dün bunu inkar edenlerin savunduğu fikirler, kürtlerin gerçek yüzlerini göstermesiyle bugün bir bir intihar ediyor.

Bu cümleleri okuduğunuzda etkisi altında kaldığınız propaganda yüzünden yargılayıcı duygulara sahip olabilir; ezilmiş(!) ve hakları elinden alınmış bir topluluğa karşı katı bir tavır alma diye düşünebilirsiniz.

Fakirlik, eğitimsizlik gibi onlarca sebep sıralayıp, sosyal yalanlar uydurup hergün sizin veya tanıdıklarınızın payına düşeni bir şekilde aldığı yanıbaşınızdaki kürt terörünün varlığını inkar edebilirsiniz.

Bunları düşünmek sizi rahatlatır. Kürt medyasının enjekte ettiği bu uyuşturucu sizi olan bitenden uzaklaştırabilir. Ancak gerçekleri değiştiremez.

Gerçek aciz değildir.

Ülkeniz hakkında düşündüklerinizi yönlendiren nedir? Televizyon, gazete, internet, radyo arasıra da müzik ve kitap mı?

Pekiyi, size siyahı beyaz olarak gösteren gözlük ve yere eğilmiş bir baş ile hangi güneş hangi ufuktan bahsedebilirsiniz?

Gerçekleri kim anlatacak? Kim gösterebilecek ezilmiş sandığınız kürtlerin hergün yanıbaşınızda yaptığı ahlaksızlık ve saldırganlığı? Kerkük'te arkasına Abd'yi alınca Türkmenler'i katleden bu aşağılık topluluğun eline fırsat geçtiğinde uyguladığı baskıdan kim söz edecek?

Okuldan, işten, alış-verişten dönüp televizyonu açtığınızda tüm kanalları kaplayan Kürt dizileri ile mi bilinçleneceksiniz; yoksa Pkk'ya yardım edip sonrada kasetleri Türkler tarafından kapışılan, konserlerinde izdiham yaşanan kürt ibo, mahsun, alişan, keko, özcan, emrah ve hergün yenisi çıkan şarkıcı bozuntuları ile mi?


Şu anda birçoğunuzun bünyesinde farklı dozlarda olmak üzere dolaşan bu uyuşturucunun -açık adı ile kürt kültür emperyalizminin geçmişine bakalım.

Türk milleti 200 yıldır kürtleri hain ve arsız olarak bilir ona göre muamelesini yapardı. Özden gelen bu tepki Anadolu'da deyiş ve atasözlerine sıklıkla yansımıştır.

Tarihe 93 Harbi diye geçen 1877 yılında Ruslar'la yaptığımız savaşta Kars düşman tarafından kuşatılmışken, kürtlerin Diyarbakır ve Siirt'te mağaralarından inip Türk köylerini yakıp yıkması ve devlet memurlarını katledip evlerini, ailelerini yağmalaması kürtlere olan tepkiyi iyice su yüzüne çıkarmış; yine ardından gelen 1. Dünya Harbi ve Kurtuluş Savaşı sırasında yaptıkları bu nefreti katlayarak günümüze getirmişti.

Öncelikle Türkler'in kürtlere karşı haklı ve katı duruşu yumuşatılmalıydı. Türkler'in en zayıf noktası duygu sömürüsü karşısında yelkenleri hemen suya indirmesidir.

Önce Küçük Emrah, Davaro, Kibar Feyzo, Çiçek Abbas olup sinema ve televizyonlara girdiler. Burada temel amaç aşağılık ve ahlaksız olarak bilinen kürtlerin aslında acı çekmiş, mağdur olmuş, zararsız, iyi kalpli ve zaman zaman da komik olduklarını Türkler'in kafasına sokmaktı. Her propaganda yayını sonrası okullarda çocuklar, işyerlerinde büyükler, evlerde hanımlar, kürtleri komik ve fakir gösteren bu filmlerde geçen "ayi babandır itoğli" gibi replikleri tekrarlayıp gülüştüler. Türkler'in eğlenceli bulduğu, tebessüm ettiği bu yapımların oluşturduğu genel kanı birilerini de bıyık altından güldürüyordu şüphesiz.

Yıllarca sürdü benzeri yayınlar. Siyasilerin kürtler üzerinden oy hesapları artık yazılı medyanın da onları sevdirmeye çalışmasına sebep oluyor, Türk milleti giderek tepkisizleşiyordu. Siyaset sahnesinde bölünüp keskinleşen Türkler, hangi tarafta olursa olsun Türk'e zarar vermeyi amaç edinen kürtlerin ekmeğine yağ sürüyordu.

80 öncesinde Türkiye'ye kin kusmak için farklı grupları truva atı olarak kullandılar. En sert silahlı eylemlerin yapılmasını isteyen hep onlardı. Ardından savunduklarını daha açık ve şiddetli biçimde gerçekleştirecek olan Pkk'nın ortaya çıkışı ve nüfus artışıyla birlikte ezilmiş ve komik tiplemesinden sıkıldılar. Türkiye'deki politikaları kendi açılarından sorgulayan Eşkiya benzeri yapımlar ortada dolaşmaya başladı.

Boynunu bükünce mahsunu oynayan, sırıtınca bizleri güldüren kürt tiplemesinin yerini ülkenin temel kavramlarını eleştiren haklı dava adamı(!) kürt karakteri aldı.

Kürtler'le ilgili yılların verdiği acı tecrübeler, dersler, Türkler'de bıraktıkları kötü intiba kısa sürede hafızalardan silinmişti.

Sol merkezli görüş onlara herkesten fazla sahip çıkıp tabanını genişletmeye çalışırken, yıllar sonra kullanılıp bir kenara atılacağının farkında değildi.

Karşı(!) tarafta durum daha da vahimdi. Açıkça bir kürt milliyetçisi olan Said-i Nursi'nin kitapları elden ele dolaşıyor, kürtler ırkçılıklarının dozunu giderek arttırırken inançlı Türkler din kardeşliği masalı ile uykuya çoktan dalmış oluyordu.

Ancak bunların içinde belki de en acı olanı, kürtler tarafından aldatılmayı halen gururuna yedirip itiraf edemeyen sözde milliyetçilerin (!) durumudur. Pkk ve Apo'yu Ermeni, dağdaki kürtleri kandırılmış, sokaktakileri de kardeş ilan eden bu anlayışın Türkler'e ve Türkiye'ye verdiği zarar gelecekte tarih kitaplarına konu olacaktır.

Sonuç olarak Türkler'in kürtler hakkında ahlak ve davranış bakımından bütün olumsuz fikirleri propaganda ile yıkılmıştı.

Son darbe kürtlerin fiziksel görünüşleri ve korkak oluşları hakkındaki görüşleri tersine çevirmekti. Kürt hayranlığı aşılamak için uygun zemin oluşmuştu.

Televizyonlar birden kürt dizilerinden geçilmez oldu. Önce Asmalı Konak gibi hafif yollu yoklama çekildi. Oltaya takılan Türk milleti, daha sonraları kürt ailelerinin yaşamlarını konu alıp, onları metheden yapımlarla karşılaştı.

Hangi kanalı açsanız bir kürt dizisi çıkıyor, aile yaşamlarına ve suratlarına tiksintiyle bakılan kürtler; kalabalık ve güçlü, yakışıklı ve güzel, mert ve dürüst olarak karşınıza çıkıyordu.

Gece gündüz ekranda olan kürtlerin özlerinden yüzlerine yansımış olan çirkinlikleri perdeleniyor, alternatifleri azaltılarak jön olarak karşımızda duruyorlardı. Önce araplarınkine benzer yanık seslerini duymak, sonra da utanç duvarı gibi duran suratlarını izlemek mecburiyetinde kalıyorduk.

Yahudilerce özel anlamı olduğu için lağım faresini bile "Miki Fare" diye tüm dünyaya sevdiren propaganda adlı silah, bu kez Türk'leri vuruyordu.

Gerçeği daha fazla inkar etmek anlamsız.

Bu son perdedir. Bir yandan Abd talimatlı, sizlere kürt hayranlığı aşılayan yapımlar diğer yandan Avrupa tavsiyeli gelin-kaynana programları ile giderek daha fazla esir şehrin insanlarına benziyorsunuz.

Kürtlerin hızla neden ürediklerini anlatıp, önlem almaktan bahsedenlere onlardan önce siz karşı çıkacaksınız. Çünkü bulanık gözleriniz mahallenizde bir eve doluşup, ahlaksızca ve bilinçli bir şekilde üremeye devam eden kürtleri değil ancak dizidekileri seçebilecek.

Artık sokakta sizin ve yakınlarınızın canını yakan tinerciler denince bunun tek sebebi olan kürtleri düşünmeyeceksiniz bile. Eğitimsizlik, fakirlik, sosyal adalet gibi kavramların arasında boğulacak; kafanızı toplayıp gerçek soruyu asla soramayacaksınız.

Pkk denince aklınıza, varlığınıza nefretle ateş açan kürtler gelmeyecek. O dış güçlerin oyunuydu diyecek, bitti sanacak; öldürülen binlerce teröristin kaç milyon akrabası ve sempatizanı olduğunu hesaplayamayacaksınız.

İlköğretim çağındaki kız çocuklarına dahi askıntı olup, fırsat bulunca tüm kötülüğü yapanların onlar olduğunu bilmek istemeyecek; kürtler göç etmeden önce şehrinizin ne kadar huzurlu olduğunu anlatmaya çalışanları duyamayacaksınız.

Söz azınlık haklarından açıldığında, Kerkük'te Türkçe ders verdiği için eğitim yuvalarına bile saldıran kürtlerin hakkını onlardan çok savunduğunuzun farkında olmayacaksınız.

Sosyal eşitsizlik denince aklınıza sadece ekranda gözünüze sokulan güney doğu illeri gelecek. Türkiye'nin en fakir beş ilinin hangileri olduğunu sormayacak, ülkenin en yoksul ikinci ili Gümüşhane'nin neden suçlu üretmediğini anlayamayacaksınız. Karadeniz Bölgesinde elektriği ve suyu dahi olmayan köyleri hiç bilmeyeceksiniz.

Tüm yaşantınız şartlı reflekse dönüşecek. Kürt denince ezilmiş insanları, terör denince ikiz kuleleri, bölünme denince komplo teorilerini düşünebileceksiniz ancak. Ve giderek unutacak, unuttukça tükeneceksiniz.

Bu topraklar çok kavimi yuttu. Bugün buradaysak varlığımıza göz diken 2.5 milyon rum ve ermeniyi sürdüğümüz içindir. Tarih ders almayanlara tekrardan ibaret.

O zaman da bu kuklaların ipleri Avrupa, Rusya ve Abd'nin elindeydi; bugün de çok farklı değil. Bir varsa izlemede kalan Rusların yerini Yahudiler aldı.

Ancak kürtlerin yaptıklarını es geçip kabahati başkalarına bulmak gerçekçi değil. Kendini satmaya niyetli olanı pazarlayacak birileri elbet çıkacaktır.

Bizim hatamız bu mahluklara hep müşteri olmamızdır. Toplum olarak düzenimizi, birey olarak yaşantımızı, aile olarak huzurumuzu ve millet olarak sağlımızı bozan kürtlerin yarattığı tehlikeyi hala inkar etmek eğer gaflet değilse, nedir?

Kara yılan giderek daha fazla vücudumuzu sarıyor. Eğer bu dışarıya karşı yapılan bir gösteri ise, zehiri alınmamış halde boynumuza dolamak gerçekten cesaret işi. Şartlar gerektirdiği için sinsice yaklaşan bu sürüngenleri onların iş yerlerinden alış-veriş ederek, saplantılı siyasi görüşlerle oy verip seçilmelerini sağlayarak, gözlerindeki korkuyla karışmış nefreti yok sayıp arkadaşlık ederek bizler besliyoruz.

Çatısız, duvarsız esirim olur musun evinden çıkma vaktidir. Gerçekte neler olup bittiğini hala görmüyor muyuz? Kafkaslar, Doğu Avrupa ve Ortadoğu'da toz duman olan onlarca ülkenin insanları da böyle uyutulup, esir edildi.

Ekrandaki hava durumu haberleri önümüzdeki günlerin güneşli geçeceğini söylese de; bulutlar kararıp denizler kabarırken siz üstünüzü sıkı giyinin. Yaklaşan bir fırtına var.


Yaşananlar bu fırtınanın habercisidir.

Ardından Türk burçlarından doğacak güneş, Anadolu'yu bugünkünden çok daha fazla aydınlatacaktır.


--------------------------------------------------------------------------------
BİR GÜNÜN HİKÂYESİ
Okuyacağınız yazı, 2005 yılının Türkiyesi'nde sıradan bir Türk insanının yaşadığı bir günün hikâyesidir.

Bir kamu kuruşunda çalışan Mehmet sabah 07.00 sularında yatağından kalktı. Elini yüzünü yıkadı, üstünü giyindi, kahvaltısını etmek üzere salona geçti. Eşi televizyonu açmıştı, gözü ister istemez sabah haberlerine takıldı. Güne yeni başlayan Mehmet'in duyduğu ilk haberler sırasıyla şöyleydi:


Tamamı >> ana sayfa yasal uyarýlar iletiþim
















Online Üyeler :



Kullanýcý:

Þifre:

Þifremi Unuttum
Üye olmak istiyorum










Telefon:
0212 244 97 90 -91

Faks:
0212 244 97 92

E-Mail:
ofis@ferhattunç.net
















E-mail adresinizi girerek listeye kayýt olabilirsiniz


Ekle Çýkar
















BİR GÜNÜN HİKÂYESİ
Okuyacağınız yazı, 2005 yılının Türkiyesi'nde sıradan bir Türk insanının yaşadığı bir günün hikâyesidir.

Bir kamu kuruşunda çalışan Mehmet sabah 07.00 sularında yatağından kalktı. Elini yüzünü yıkadı, üstünü giyindi, kahvaltısını etmek üzere salona geçti. Eşi televizyonu açmıştı, gözü ister istemez sabah haberlerine takıldı. Güne yeni başlayan Mehmet'in duyduğu ilk haberler sırasıyla şöyleydi:



- "Bingöl kırsalında güvenlik güçleri ile PKK militanları arasında çıkan çatışma sonucu bir astsubay şehit oldu, iki er yaralandı."



- "Organize sanayi bölgesinin temel atma törenine katılan Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, konuşmasının bir bölümünü kürtçe yaptı. Kürt halkı için daha fazla demokratik hak ve özgürlük talebinde bulunan Baydemir, devleti bu konuda hassas olmaya davet etti."



- "Güneydoğu bölgesinde inceleme gezilerini sürdüren Avrupa Birliği Parlamenterler Komisyonu üyesi Hans, yaptığı konuşma sırasında bölgeden 'kürdistan' diye bahsetti. Danışmanları Hans'ın yanlışlıkla dilinin sürçtüğünü, herhangi bir kastı olmadığını söylediler."



- "Dün Süleymaniye kentinde CNN muhabirine konuşan Irak Kürdistan Demokratik Partisi Lideri Mesut Barzani, 'Kerkük bir kürt şehridir. Türkiye buraya karışamaz.' dedi. Bağımsız kürt devletinin kurulacağını da ifade eden Barzani'nin konuşması sonrasında Van il merkezinde 'biji kürdistan' sloganları atarak gösteri yürüyüşü yapan bir grup vatandaş, güvenlik güçlerinin müdahalesi sonucu dağıldı."



- "Uyuşturucu çetesine operasyon!... Bir ihbarı değerlendiren polis, İstanbul'un Dolapdere semtindeki bir eve düzenlediği operasyon sunucu dört kilogram eroin ele geçirdi. Eroinin uluslararası uyuşturucu kaçakçısı Mardinli Bekir'e ait olduğu anlaşıldı."



- "İstanbul'un Nişantaşı semtinde alışveriş yapan 23 yaşındaki üniversite öğrencisi Zeynep kapkaççıların saldırısına uğradı. Çantasını vermemek için direnen Zeynep çeşitli yerlerinden yaralandı. Olaydan sonra geniş çaplı bir soruşturma başlatan Emniyet birimleri, olayın failini tespit etti. Failin verdiği ifadeden yola çıkan polis, Diyarbakır'dan gelmiş çocuk yaştaki kişilerden oluşan kapkaç çetesini yakaladı. Çete lideri Süslü Rıfat'ın evinde yapılan aramada çok sayıda silah, delici-kesici alet ve bol miktarda para bulundu. Süslü Rıfat'ın lüks içinde yaşadığı kaydedildi."



- "Tinerci dehşeti!... Gece geç saatlerde Taksim'de yürüyen Mustafa adlı vatandaş, kendisinden para isteyen tinerciler tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Konuyla ilgili yorum yapan Psikolog Şaziye, çoğu evinden kaçarak İstanbul'a gelen güneydoğu kökenli çocuklardan oluşan tinercileri topluma kazandırmak için uğraşılması gerektiğini söyledi."



- "17 yaşındaki lise öğrencisi Ayşe, kendisini uzun süredir rahatsız eden Sidiklikaya aşireti mensubu Haydar tarafından kaçırıldı. Genç kızdan üç gündür haber alınamıyor. Ailesi perişan durumda."



- "Hülya Avşar Şov'un bu haftaki konuğu Keko Kırooğlu, çektiği kürtçe klibin reyting rekorlarını altüst edeceğini söyledi. Konuğuyla sıcak bir sohbete giren Hülya, "Benim babam da kürttür. Avşar aşiretindeniz' dedi.



(Bir yandan kahvaltısını ederken, diğer yandan dalgın gözlerle televizyona bakan Mehmet, bu sözleri duyunca birden şaşırdı. Vakti zamanında bir sohbet sırasında arkadaşı Hakan, Avşarların Oğuz'un 24 boyundan biri olduğunu söylemişti. Vay namussuz Hakan vay. Kafasından uydurmuş demek ki. Koskoca Hülya Avşar'dan daha iyi bilecek değil ya.)



- "Sahne çalışmalarına ara veren sanatçı Gülben Ergen, eşi Mustafa Erdoğan ile çıktıkları tatil dönüşü yaptığı açıklamada 'eşinin gerçekleştireceği müzikal şovda kendisinin de rol almayı düşündüğünü, bu yüzden kürtçe şarkı ezberlediğini' söyledi."



- "İstanbul gece hayatının genç playboylarından Baran, sevgilisi manken Arzu Şıngırdak'a doğumgününde 300.000 euro değerinde bir Porsche Cayenne cip hediye etti.



(Mehmet birden şaşırır. Baran'ın babası iki tane bankayı birden hortumlayan Liceli ünlü işadamı Halis değil miydi? PKK finansörleri listesinde de adı geçiyordu ama demek ki kimse kılına dokunamıyor.)



Kahvaltısını bitiren Mehmet evden çıkmak üzere hazırlanmaya başlar. Ayakkabılarını, paltosunu giyer ve İbrahim Tatlıses'in bir düğünde kürtçe şarkı söylemesiyle ilgili haberi büyük bir huşû içerisinde seyretmekte olan eşine hoşçakal dedikten sonra çıkar.



Yazarın Notu: Şöyle bir düşünün. Hepimiz hergün bu tür haberlerle yatıp kalkıyoruz, öyle değil mi? Peki bu haberlerdeki ortak nokta dikkatinizi çekiyor mu? Türkiye'de yaşanan tüm sorunların ana kaynağı işte bu ortak noktadır, yani "Kürtler".



36 ay vadeli banka kredisiyle aldığı yerli bir arabası vardır Mehmet'in. Akşam evin önünde park edecek yer bulamadığı için mecburen üst sokağa bırakmak zorunda kalmıştır. Arabanın yanına geldiğinde bir de ne görsün? Kaputun üzerinde kocaman bir çizik. Belli ki tornavidayla kazınmış. "Ulan keşke dün akşam bana 'vara vara' yapan değnekçi velede üç-beş kuruş verseydim. Gıcıklık olsun diye arabayı çizmiş itoğlu" diye söylenerek yola koyulur.



Mehmet trafik canavarı değildir, kurallara saygılı bir vatandaş olduğu için ana caddedeki kırmızı ışıkta durur. Keşke durmaz olsaydı. Nerden çıktığını anlamadığı 8-10 yaşlarında kara-kuru pis bir kız çocuğu "abeeey nooolur bi harçlıhh vir" diye cama birden yapışıverir. "Yahu eskiden böyle çocuk dilenciler yoktu, son yıllarda türediler" diye düşünen Mehmet, arabası kaşla göz arasında bir kere daha çizilmesin diye mecburen camı açıp çocuğa bozuk para verir.



Yazarın Notu: Hepimiz hergün böyle değnekçilerle, dilencilerle karşılaşıyoruz. Bunlar şehirlerimizi kirletiyor, sinirimizi bozuyor. Tümü kürttür.



Saat tam 8.30'da işyerine vardı Memur Mehmet. Masasının başına geçip oturdu. Eskiden olsaydı en az yarım saat arkadaşlarıyla muhabbet etmeden masaya oturmazdı ama o günler artık geçmiş; dairedeki personel kadrosu büyük bir oranda değişmiş, eski arkadaşları işten çıkarılmış, yeni birtakım elemanlar gelmiştir. Hiçbiriyle samimiyeti yoktu Mehmet'in; aralarında "hemşericilik" adı altında bir etnik dayanışma olduğunu farkettiği bu kişiler, eski memurlarla pek fazla diyalog kurmuyorlardı. Geçen hafta düzenledikleri çiğköfte partisine bile çağırmamışlardı ya...



Yeni amirine de bir türlü ısınamamıştı ama sesini çıkarmaya cesaret edemiyordu. Rivayete göre, amirin torpili büyük yerdendi. Şeyh Said'in torunu olduğu söylenen AKP genel başkan yardımcısı ile samimi olduğu ve bir düğünde beraber halay çekip zılgıt bile attıkları dedikodusu ortalıkta dolaşıyordu. Böyle bir adama bulaşmaya gelmezdi, nemelazım. Fakat yeni gelen personel bütün gün bomboş otururken, kendisine üç kişinin anca altından kalkabileceği işlerin yüklenmesine de içerlemiyor değildi Mehmet. Birden gözü kapının sağ tarafındaki duvara takıldı. "Eskiden orada bir Atatürk tablosu yok muydu, nereye gitti acaba?" diye düşünerek önündeki dosyaları tasnif etmeye koyuldu.



Yazarın Notu: Kadrolaşma doğrultusunda kamu kurumlarındaki Türklerin büyük bir kısmı işten çıkartılarak yerlerine kürtler doldurulmuştur.



Öğlen paydosu vakti gelince, Mehmet yemek için dışarı çıktı. Aslında öğlen yemeğini genellikle evden getirirdi ama dün akşam "Gurbet Kadını" dizisini seyretmeye dalan eşi yemeğini hazırlamayı ihmal etmişti. Anlayamıyordu bir türlü Mehmet, bu kadının eskiden böyle huyları yoktu. Televizyonla pek ilgilenmez, ev işlerini muntazaman yapardı. Ama son birkaç yıldır Berivan, Keje falan derken tam bir televizyonkolik olmuştu. Düşünceleri de hayli değişmişti; öyle ki, arada sırada amirinden ve yeni personelden yakındığında "Yok canım, kürtler iyi insanlardır, bence sen abartıyorsun" diye karşılık veriyordu.



"Hey gidi günler hey, eskiden şurada Yörük Sofrası lokantası vardı, ne güzel yemekler yapardı; yerine açılan Urfa kebapçısı ülserimi iyice azdırdı" diye düşündü Mehmet. Caddede ne kadar lokanta varsa el değiştirmiş, yerine lahmacun-kebap salonları açılmış, dükkanlardan taşan kürtçe müzikler sokağı sarmış, insan manzaraları da farklılaşmıştı. Birden aklına, geçen gün hasbel kaza internette rastladığı turkcu.net adlı bir sitede okuduğu yazı geldi. Kürt kültür emperyalizmi miydi neydi, öyle birşeyler anlatılıyordu yazıda. Ama tamamını okumasına fırsat kalmadan yanına gelen arkadaşı Zaza Davut, o yazıyı yazan kişilerin, Türkiye'yi bölmeye çalışan dış güçlerin hizmetindeki masonik yahudiler olduklarını söylemişti. Eh, ne de olsa Zaza Davut yıllarca ülkü ocaklarında bulunmuş değerli bir Türk milliyetçisiydi, o öyle diyorsa öyledir diye düşünmüştü Mehmet.



Ama gene de aklına takılmıştı. Birşeyler oluyordu bu ülkede. Gençlik yıllarının Türkiyesi ile 2000'li yılların Türkiyesi arasında sanki bir fark vardı. Sanki birşeyler değişmişti. Lisede okuduğu günler aklına geliverdi birden. Akşamüstleri evinin yukarısındaki caddede tertemiz yüzlü hanımlar ile beğler yürüyüş yaparlardı. Hani mahallede yaşça kendisinden biraz daha büyük bir genç vardı. Çocuklar onu pek severlerdi. Neydi adı? Ha tamam, Göktürk ağabey... Gazoz kapağı çelik jantları, 205'lik ince yanak yokohoma lastikleri olan pek havalı bir Doğan'ı vardı hani... Barış Manço'nun kasetini sonunda kadar açıp nasıl da tur atardı caddede; bir aşağı, bir yukarı. Arabasının dikiz aynasında gümüşten yapılmış uluyan bir bozkurt sallanırdı. Zaza Davut'un yakasındaki rozete benziyordu hani. Yok ama tam olarak ona benzemiyordu. Göktürk ağabeyin arabasındaki bozkurt, hilâlin içerisine hapsedilmiş değildi. Özgürdü o, tıpkı gerçek bir bozkurt gibi... Bugün ise o caddede suratından melânet akan kara-kuru bir kalabalık dolaşıyor. Barış Manço susmuş, arabaların içinden Keko Kırooğlu'nun sesi geliyor. Eskiden o caddede gece geç saatlerde rahatlıkla yürünebilirdi. Sıkıysa şimdi hava karadıktan sonra gez bakalım. Tinercisi, kapkaççısı insanın boğazına çöker.



Yoksa, "Dağdan gelen ilkel yaratıklar şehirlerimizi istila ettiler" diyenler doğru mu söylüyordu?.. Peki doğru söylüyorlarsa, Zaza Davut neden onları kötülüyordu? Sakın bu Zaza sinsi bir iç düşman olmasın? Yok ama yahu, ocak başkanlığı bile yapmış büyük bir Türk milliyetçisidir, hiç öyle olur mu? Türkçe'yi askerde öğrenmiş olsa bile, pek yaman bir Türkçüdür.



Memur Mehmet bu düşünceler içerisinde kebabını yedi, işyerine döndü, mesai bitimine kadar çalıştı; sonra da işten çıkıp evine geldi. Herkes gibi o da akşamlarını televizyon seyrederek geçiriyordu. Açtı televizyonu, son yılların moda deyimiyle zapping yapmaya başladı. Hangi kanalı açsa, kürtçe isimli karakterlerin başrolde olduğu bir dizi çıkıyordu karşısına. "Hey gidi günler hey" diye düşündü Mehmet, "eskiden ne güzel diziler çekerlerdi; şunların hepsini toplasan bir Çalıkuşu'nun yerini tutabilir mi?"



Ve biraz daha ekrana baktıktan sonra yatıp uyudu Mehmet.


Türkiye'de milyonlarca Mehmet var... Ve Türk Milleti, tarih boyunca görmediği büyüklükte bir tehlike ile karşı karşıya kalmış durumdadır...



Bu tehlikeyi yaratanlar üzerimize önce topla-tüfekle gelmeye kalkıştılar. Yirmi yıl boyunca mücadele ettik. Altı bin şehit verdik, toplam ölü sayısı otuz bine ulaştı. Tamamen yok edemediysek de, büyük ölçüde zayıflattık.



Baktılar ki olmuyor, taktik değiştirdiler. Sıcak çatışma yoluyla asla ulaşamayacakları hedeflerine, toplum üzerinde psikolojik yönlendirme yaparak erişmenin daha kolay olduğunu bildikleri için beyaz, gri ve kara propaganda unsurlarını sonuna kadar kullanmaya başladılar.



Sığ fikirli kesimler onların "bölücü" olduklarını zannetse de; hayır, onlar bölünmeyi asla istemiyorlar. Gerçek amaçlarını, birkaç yıl önce Diyarbakır'da infaz edilen Musa Anter adlı ideologları şu sözleriyle açıkça ifade etmişti:



"Kürt salak mı ki bölünmek istesin? Türk batıdaki en iyi yerleri alacak, kürde ise güneydoğudaki bereketsiz topraklar kalacak. Yok öyle yağma. İstanbul da bizim, Ankara da, İzmir de. Günü geldiğinde hepsini alacağız."



İşte bu amaç doğrultusunda kaleyi içten fethetme uğraşına giriştiler. Bir ahtapot misali Türk toplumunu sekiz koldan sardılar; bir yandan kendi ilkel kültürlerini televizyon dizileri ve ünlü şarkıcılar-oyuncular aracılığıyla Türklere şırıngalayıp kürt hayranı Türk nesilleri yaratırken, diğer yandan da satılmış yazar-çizer-siyasetçi takımına propaganda yaptırarak kendilerini Türklere masum, zararsız, sempatik ve kardeş olarak gösterdiler ki, Türkler uyanmasın, amaçlarını farketmesin, savunmaya geçmesin, Türkiye'yi fiilen ele geçirecekleri güne kadar ölü gibi uyusun.



Kürt hayranı Türk nesilleri yetişecek olursa, kürtler günün birinde Türkiye'yi fiilen kürdistan'a dönüştürmek için düğmeye bastıklarında bu Türk nesilleri en ufak bir tepki bile vermez. Kürtler işte bunu amaçlıyor.



Madalyonun bir diğer yüzü de var. Kürtler sadece dağda değil, şehirlerimizde de bir tür terör yaratıyorlar. Her türlü suçu bunlar işliyor. Mafyavari oluşumlar, organize suç çeteleri, tinerciler, kapkaççılık, uyuşturucu ticareti, vs. hepsi bunların marifeti. Güzelim şehirlerimizi yaşanmaz hâle getiriyorlar ve bize zarar veriyorlar.



Çok hızlı ürediklerini ve bilinçli bir şekilde yurt geneline yayıldıklarını da düşünecek olursak, 20 yıl sonra durum ne olur acaba?



Kürtleri bütün dünya destekliyor. Amerika destekliyor, Avrupa destekliyor, Türkiye'deki tüm siyasî oluşumlar destekliyor. Öyle pis bir tezgah kurulmuş ki. Türk toplumunu kürt tehlikesine karşı uyarmaya çalışan ve sayıları bir avuçtan fazla olmayan bizim gibi Türkçüler, "dış güçlerin ajanı, bölücü, provakatör, yahudi, mason" iftiralarıyla yıpratılmaya, sindirilmeye, susturulmaya çalışılıyor. Ve bu işi kürtler değil; kürtlerin işbirlikçileri, maşaları, hizmetkârları yapıyor. Bunlar bazen ülkücü kılığında karşımıza çıkıyorlar, bazen sosyalist, bazen hümanist, bazen de ümmetçi.



Fakat, kürt çıkarlarına hizmet eden satılmışlar tarafından Türk toplumuna empoze edilmeye çalışılan "Aman kürtler kırılmasın, gücenmesin; aman Türkiye bölünmesin" gibi saçma düşüncelerle beynimizi kelepçeleyecek değiliz. Türkiye'yi bölmeye kimsenin gücü yetmez. Bizi böyle safsatalarla esir almaya çalışanlara vereceğimiz tek bir cevap olur: Eskiden var olan fakat son çağlarda aramıza sızan etnik özürlülerin provakasyonları yüzünden gerileyen TÜRK IRKI DAYANIŞMASI'nı tekrar canlandırmak suretiyle, Türkleri diğer etniklerden dostluk, kardeşlik dilenmek zorunda kalmaktan kurtararak, onları Türklerin dostluğunu kazanabilmek için canla başla uğraşmak ihtiyacında bırakmaktır.



Biz, Orta Asya bozkırlarından Anadolu'ya kardeşlik türküleriyle değil, ucundan kan damlayan bozkurt başlı kılıçlarla geldik. Ve bu topraklar üzerinde varlığımızı sürdürebilmeyi başarabildiysek, aciz ve korkak politikalar sayesinde değil, düşmanı gördüğümüz anda kafasını ezme politikası sayesinde başarabildik. Bundan sonra da bu şekilde devam edeceğiz.



Tanrı Türk'ünü Koruyacaktır!
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder MSNM
esin38
Yeni Üye
Yeni Üye



Kayıt: Sep 14, 2005
İletiler: 20
Şehir: kayseri

İletiTarih: Cmt Ekm 08, 2005 3:31 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Terör iki genç fidana daha kıydı
Mardin'in Nusaybin İlçesi'nde güvenlik güçleriyle terör örgütü PKK üyeleri arasında yaşanan çatışmada yaralanan 2 uzman çavuş şehit oldu.
08 Ekim 2005 15:40

Mardin'in Nusaybin İlçesi'nde güvenlik güçleriyle teröristler arasında çıkan çatışmada yaralanan 2 uzman çavuş, kaldırıldıkları hastanede şehit oldu.
Alınan bilgiye göre, Nusaybin kırsalında operasyon düzenleyen İlçe Jandarma Komutanlığı'na bağlı ekiplerin, Açıkköy yakınlarında terör örgütü PKK mensuplarıyla girdikleri çatışmada, yaralanarak Diyarbakır Asker Hastanesi'ne kaldırılan Jandarma Komando uzman çavuşlar Hayrettin Doğan ve Murat Öztürk kurtarılamadı.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
avnidemir
Yeni Üye
Yeni Üye



Kayıt: Oct 07, 2005
İletiler: 1

İletiTarih: Cmt Ekm 08, 2005 6:49 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

o pkk lılar neler yapmıyorki bazı içimizdeki serefsizler bunlara yardım ediyor bu ulkede yandasları rahaca yasıyabiliyor kacak urunler satılıyor bunların baıları tutun sıgara vs. bulanrı alnlar bilmiyorki bizim askerlerimize ürünü satın aln kisilerin abileri kardeşleri bu askerler bu alınan ürünlerle o pkk lılara mermi herturlu yardım olarak gidiyor anlayacagınız bazı insanlarımız bilincsiz yada banane ya diyor
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder 1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

  


 
Forum Seçin:  
Bu forumda yeni konular açamazsınız
Bu forumdaki iletilere cevap veremezsiniz
Bu forumdaki iletilerinizi değiştiremezsiniz
Bu forumdaki iletilerinizisilemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © 2001, 2005 phpBB

alt1
1998-2007 Bozkurt NET
alt1
1998-2010 BOZKURT NET
--------------------------------------
Web sitemiz PHP-Nuke (© 2003) kodlarına sahiptir. PHP-Nuke GNU/GPL lisansı altında dağıtılan ücretsiz yazılımdır.
alt1