Bozkurt NET{ Bozkurt NET
  Tıklayın kayıtlı kullanıcı olun
Ana sayfa ::Hasabınız :: Forumlar :: Makaleler :: İndir :: İletişim :: KURALLAR
alt1 alt1 alt1
alt1 alt1
alt1
Atatürk
Başbug
Atsız´ın Mektupları
Bozkurt
Tarihte Türkler
Osmanlı Sultanları
3 Mayis
Türk İslam Ülküsü
Ülkücü Hareket
İslam
Türk Büyükleri
12 Eylül
Dokuz Işık
Kızıl Elma
Doğu Türkistan
Türk Dünyası
Şiirler ve Marşlar
Ülkücü Şehitler
Ülkücüye Mektuplar
Sorular ve Cevaplar
Komünizm
Videolar
Müzikler
Postakartı

alt1 alt1
alt1
 Haber :
 Haber Ekle
 Haber Arşivi
 Arama
 Konular
 Baskıya hazırla
 Üyeler :
 Hesabınız
 Günlük
 Üye Listesi
 Özel İletiler
 ICQ Servisi
 Servisler :
 Kur'an-ı Kerim Meali
 Resim Galerisi
 E-Kart
 Dosyalar
 Müzikli Postakartı
 Cep Melodileri
 İletişim :
 Forumlar
 Bozkurtlar 100
 Bize Ulaşın
 Bizi Önerin
 Dökümantasyon :
 Makaleler
 Fikir ve Tarih Dünyası
 Kısa Nükteler
 Şairler ve Şiirler
 İzlenimler
 Ansiklopedi
 Dosyalar
 Dosya Ekle
 Popüler
 İlk 10
 Bağlantılar
 

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1
AB'YE HAYIR

alt1 alt1
alt1
Makaleler
·Meluncanlar ve Biz
·Türk Tarihi ve Türk Adı
·Amerikan Genç Hristiyanlar Cemiyeti (Y.M.C.A.) ve Amerikan Kolejleri
·SEVR YASALARI MECLİS’TEN GEÇİRİLEREK TÜRKİYE YENİ BİR KURTULUŞ SAVAŞINA BAŞLAMAK MECBURİYETİNDE BIRAKILDI!
·ABD, Alenî Bir Düşman Haline Gelmiştir!
·Dedelerimiz Oğuzlar Çıkmış Yola Aral Kıyısından
·Avrupa Birliğine neden hayır.. Jeopolitik Yaklaşım
·Noel Üzerine
·Gümrük Birliği Anlaşmasının Anayasanın Başlangıç Kısmına Aykırılığı -1-
·Siyasi Konjonktürde Irak Türkmenleri
·Gümrük Birliği Anlaşmasının Anayasanın Başlangıç Kısmına Aykırılığı -2-
·Kıbrıs'ın Türkiyesiz AB üyeliği mümkün mü?
·Avrupa Birliği ve Kıbrıs Konusu
·Internet mi, İnternet mi?
·DİLDE, FİKİRDE, İŞTE BİRLİK (Gaspıralı ve Türkistan)
·İSMAİL GASPIRALI'NIN FİKİRLERİ
·Türkler ve İslamiyet
·Alparslan Türkeş'in Din Anlayışı ve İslama Bakışı
·Gök Tanrı
·Şamanizm Meselesi
·Ruhban Okulu neden açılmamalı?
·Ruhban Okulu
·Çanakkale Savaşları
·Türk Kültüründe Nevruz ve Milli Birlik-Beraberlik
· Sovyetler Birliği’nin Çöküşü ve Yeni Rusya Çeçen Mücadelesi
·Türkçenin Anadil Olarak Dünyadaki Yeri
·Masonların Kirli İşleri
·Gümrük birliği mi; sömürge antlaşması mı?
·17 Ağustos 1999 Depremi ve gizlenen gerçekler

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1

alt1
Bozkurt NET :: Başlığı Görüntüle - ONLAR KİMDİ...!!!
  Link 1Ana sayfa | Link 2
Arama       


Bozkurt NET
Bozkurtların Yuvası
 

Forumlar Gruplar Gruplar Hesap Aç Oturum Aç  

  

Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder 1. sayfa (Toplam 1 sayfa)
« Önceki başlık :: Sonraki başlık »  
Yazar İleti
Vuslatim
Forum Yöneticisi
Forum Yöneticisi



Kayıt: Nov 02, 2004
İletiler: 3121
Şehir: Turan/Almanya

İletiTarih: Per Tem 20, 2006 5:01 pm    ileti konusu: ONLAR KİMDİ...!!! Alıntıyla Cevap Gönder

www.mhpulkuculer.com Otagindan alintidir.....


ONLAR KİMDİ...!!!

Hayatlarını hiç çekinmeden, vuslat beklemeden, istikbal ve ikbal umudu taşımadan hayatlarını… Gençliklerini… ÜLKÜCÜ HAREKET için sebil ettiler... Tarihteki binlerce isimsiz kahramanları temsil ettiler... İnançlarına bağlı, Turan illerine sevdalıydılar... “Türkiye” denince kalpleri bir başka çarpardı... Yüreklerinde hep vatan ve bayrak aşkı vardı... Türk’e muhabbeti İslam’a hürmet bildiler... Gönül mimarlarının rahlesinde gerçek aşkı buldular... Ve her zaman “Ülkü denen nazlı gelin”e sadık kaldılar...

Taş medreselerin Yusuf yüzlü bi-hakkın hakları gasp edilen, mağdur ve mazlum bırakılan hayatlarının baharında “Eylül’ü” yaşayarak sonbaharda hazan gülü gibi soldurulanlar.

Bir Milletin; Yok olmaya karşı, yok edilmeye karşı… Ezilmeye karşı verilen mücadelesinin yıllarında ortalığı toz dumanların kapladığı Fırtınalı yılların çilelerin çokça var olduğu ve yaşandığı yıllarda mücadelenin tam ortasında olan ÜLKÜDAŞLARIMIZ, Er’cesine. Erkek’çesine adresi belli Milletimizin bağrına saplanmak istenen kurşunlara İMAN DOLU GÖĞÜSLERİNİ SİPER EDEREK GÜL BAHÇELERİNDE GÜLLER DERMENİN VUSLATINA ERDİLER. En genç çağlarında Umut bildikleri, Ümit Bildikleri Vatan’ları ve ÖLÜMSÜZ SEVDALARI… ÜLKÜLERİ için ÜLKÜCÜ HAREKET için Hak yoluna, Hakikat yoluna yürüdüler.

Sevmenin… Sevdalanmanın… ÜLKÜ’YE sahip olmanın arzusu ile yanan sinelerinde tevekkül sahibi idiler. Mütevekkil idiler. Sabır ehli. Hz. Yusuf gibi idiler. Sabır tespih ettiler. Kinin, Öfkenin ve nefretin alaca karanlığında sabahlamadılar. Zemheri gecelerinde yanan sevda ateşleri ile buram buram terlediler. Çöl sıcaklarının gecelerinde ayazlarda dondular, güneşinde kavruldular! Hamdılar… Yandılar… Piştiler ve ELHAMDÜLİLLAH dediler. Hz. Mevlana oldular. Sevgide, Dostlukta, Muhabbette birleştiler Yunus oldular… Sevdalarına KEREM oldular…

Zamanda.. mekanda yer tanımadılar ÜLKÜCÜ HAREKETİN GÜR SESİ oldular.. Kürşat’ları oldular… Haklı olduklarını… Hak yolunda olduklarını korkmadan Er’cesine Erkek’çesine canları pahasında da olsa her yerde… her zaman ve her şartta DARAĞAÇLARINDA BİLE; YAR BOYNUNA SARILIR GİBİ KEMEND UCUNA BOYUN UZATTILAR sevdacasına.. Korkaklara inat… Yüreksizlere inat VUSLAT’I bilmeyenlere İNANMIŞLIĞIN HAKİKATİ ile cevap verdiler. ONLAR HAYKIRARAK HAKKA YÜRÜDÜLER…

Yalnızlığın ıssızlığında, Kimsesizliğin koynunda zamana ve mekâna karşı HAK BİLDİKLERİ YOLDA YALNIZ DA OLSA YÜRÜDÜLER. “…Kahramanlık ileri atılıp bir daha geriye dönmemektir…” diyerek kimi zaman tek başlarına kalmanın yalnızlığını yaşadılar hep “…yatakta ölmek değimli tasa kanlı sınır boyları bize mezar olmalı…” diyerek Milletimizin Hürriyet ve İstiklalini elinden almak isteyen nifak tohumlarına karşı ileri atıldıklarında bile; tek’liğin, tek kalmanın onmaz çaresizliğinde bile ASİL’DİLER ve ASALETİ yaşadılar.

En ağır zulümlerin kol kol kola gezdirilerek ÜLKÜCÜ HAREKET mensuplarının ezilmek istendiği, işkencelerle bitirilmek istendiği karanlık odalarda gözleri bağlanan ancak gönülleri bağlanamayan yiğit soylular… Türk Milletinin ve Türk Devletinin ezel ebed bekasından başka düşünceleri olmayan yiğit fidanlarının, açmadan soldurulan Gül’lerin; Umutlarından, Ümitlerinden, Sevdalarından ayrı bırakıldıklarında bile VATAN SAĞOLSUN diyecek kadar mertliğin, delikanlılığın… Adam gibi adam olmanın örneklerini verdiler.

Adaletsizliğin bile adalet olarak kabul edildiği kara Eylül’lerde İstikbal ve İkbal’leri ellerinden alınan, Umutları çalınan, Ümitleri çalınan, Bataklığa gömüldüğünde kurutulacağı beklenirken ruhundaki derin muhabbetin sevdasına Zindanları bereketli toprak belleyip Hz. Yusuf sabrı ile bel’leyen, Duyguları ile çapa’layan. Ülkü’leri ile Gül gibi biten Yusuf yüzlüler… Sabrın erdemine… İlmin vuslatına… Hak’kın yoluna baş koydular. Aman demediler… Of demediler. Nadim olmadılar… Nedamet duymadılar…

Onlar, başı dik, alnı ak, sevdası Hak olan güzel insanlardı...

Onlar, “Kevser akan, “Gül” kokan” kahramanlardı...

Onlar, “Türk’lük sevdasının gönüllüleri idi.

Onlar, “Kara Eylüllerin hırpaladığı Gül”lerdi...

Onlar, Türk’ün, Ülkücü Hareketin yürek sesiydi...

Onlar, Türkiye’nin ideallerini çalmak isteyenlerin düşmanı idi.

Onlar, Ülkücü Türk gençliğinin efsaneleri idi...

Onlar, Anadolu’nun alın teriydi...

Onlar, “Bu Ülke”nin “yerlileriydi...

Onlar, bize “Eylül”den değil, “Ocak”tan yadigârdı...

Onlar, “PEHLİVANOĞLU, ORKAN, ARIKAN’ dı.

Onlar, KERSE… KARAKAŞ… ESENDAĞ, DURACIK’tı…

Onlar, ÖNKUZU, ÖZMEN… KILIÇKIRAN… YAHNİCİ idi.

Onlar, Yusuflardı… Yusufiyelilerdi… Yusuf yüzlülerdi

Onlar, Hz. İbrahim’in ordusu idi…

Onlar, Can’dı… Canan’dı

Onlar, çamur içerisine batırılmak istense de SAKIT olmayan ALTINLAR’dı

Onlar, BİZDİK… BİZ OLDUK…

Onlar, “.bizim çocuklar.” denilenler

İŞTE BİZ....İŞTE BİZ .... O ÇOCUKLARDIK…!!!
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
mustafayaman
Deneyimli Üye
Deneyimli Üye



Kayıt: Jan 09, 2006
İletiler: 315
Şehir: türkiye

İletiTarih: Per Tem 20, 2006 7:25 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Börteçine Asena zincirliyken
Bana 'geri dur' diyemezsin
Geri dur deme!

Senin alnın ap ak hürsün
Şafaklar senin için müjdeci
Tutsak gardaşların her şafakta ölürler
Benimle beraber
'Geri dur' deme.




Sen güzelim damarlarında Türk kanı
Kalbinde kardeş sevgisi taşıyorsan
Allah'a inanıyor
Ve beni seviyorsan
'Geri dur' deme.


Gardaşlarım tutsak, gardaşlarım yaralı
Onlara sıkılan kurşun beni yaralar
Son Türk'de hür olana kadar
Sakın bana
'Geri dur' deme.


Eğer bir çığ gibi büyüyorsak
Eger bir ölüp, bin diriliyorsak
Bu ülkü aşkından güzelim
Şehadet aşkından
Çok görme bana
'Geri dur' deme.


Eğer demirperdeyi eritecek göz yaşı ise
Ağlasın anam, ağlasın bacım.
Sen, gök gözlüm, gök eşarplım
Seninde göz yaşın karışsın sele
Sakın bana 'Geri dur' deme.
Ben bir savaşçıyım
Ağlamak için doğmadım.
Tutsak Türk ellerinin hürriyeti amacım
Daha oralarda moskofu kovmadan
'Geri dur' deme!


Damarlarımda Bilge Kağan'ın kanı
Gönlümde Hira'dan kopan nur var.
Dokuz tuglu Sancak ile kurmadan Turanı
Sakın bana
'Geri dur' deme!


Ben karanlıkla savaştayım
Düşman kahpe.
Düşman namert.
Daha dün düştü Alpaslanım.
Daha kurumadı kanı,
'Geri dur' deme.


Dokuz tug göndere çıkana kadar,
Bozkurtlar Turana akana kadar,
Çin'in setlerini yıkana kadar,
Son Türk de hür olana kadar,
'Geri dur' deme.


Ateş hattındayız güzelim.
Varlık-yokluk arasında
Bana,
'Geri dur' deme.


Bükme boynunu öyle
'Ne olur' deme.
Kahrolan binlerce soydaşımın
Ağıtları dudaklarımda
Kan istiyorlar kanlarına
Hayber'de, Caber'de, Tiyenşan'da
Bağlama kollarımı benim
'Geri dur' deme.


Bak otuzdört şehid topraga düştüler,
Allah! sesleriyle
Ardında bozkurtlarla Allah'a yükseldiler
'Geri dur' deme.


Sana Altaylardan bir tuğ
Çin'den şal getireceğim
Kızıl kurşun vurursa beni
Kanıma batırıp mendilimi
Al, al getireceğim
'Geri dur' deme.


Bak Giray hanın torunları tutsak
Ötükenim yasta
Kerkük kan ağlıyor güzelim
Rodoplarım hasta
Kanımı adadım yollarına ilaç olsun diye
'Geri dur' deme.


İmanımı zirıcirlemek istlyorlar.
Kahrolacak onlar Demir pençelerimle!
Geri dönmek yok tarihimizde
'Geri dur' deme.


Kaşların yay, kirpiklerin ok gibi ama
Bana gerçek ok lazım.
Kılıç gibi bakışlarınla del bağrımı
Tutma koliarımı benim
'Geri dur' deme.


Benim Sevda manileri yazmak için vaktim yok
Ağıtlar dökülüyor dudaklarımdan,
Haber sor bana Önkuzudan, Kılıçkırandan,
Onların düştüğu yola kurbanım
'Geri dur' deme.


Elbette kutsalsın benim için
Gelinliğin ap ak olmalı lakin
Kardaşların kara yasta iken
O günün hatırı için
'Geri dur' deme.


Senin deniz mavisi gözlerin
Aral'ı hatırlatır bana
Sonra tutsak kardaşlarımı
Yanar yanar kahrolurum
'Geri dur' deme.


Saçlarında Selenge'nin kıvrılışı var,
Tutsak Selenge'nin
Başın Tanrı Dağları kadar dik olmalı senin.
Bükme boynunu öyle
'Geri dur' deme.


Senin namusun kadar mübarek yurdumda
Kızıl çizmeler
Sarı çıyanlar var.
Tutsak kardaşlar
Dokuz tuğla gök bayrağı bekliyorlar
'Geri dur' deme.


ALPASLAN GÜMÜŞ
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
turkuaz51
Amatör Üye
Amatör Üye



Kayıt: Aug 21, 2005
İletiler: 68
Şehir: turkiye

İletiTarih: Per Tem 20, 2006 7:28 pm    ileti konusu: Türk Milliyetçilerine İthaftır! Alıntıyla Cevap Gönder

Türk Milliyetçilerine İthaftır!


Bizler her vesile ile mukaddes değerleri savunduğumuzu, bu değerler için hayatımızı ortaya koyacağımızı söyler bununla da iftihar ederiz. Hatta çoğu zaman bu idealler uğruna çocuklarımızı, ailelerimizi ihmal ederiz.

Savunduğumuz temel değerlerin başında mensubu olmakla iftihar ettiğimiz yüce Türk milleti, kutsal Türk devleti, mukaddes inançlarımız, geleceğimizin teminatı ordumuz vardır. Şahısların kusur ve hataları kurum ve kuruluşları bağlamaz düşüncesi ile hareket ederiz ki, doğru olan da budur. Samimi duygular besleyen hiç kimsenin aksini düşünebileceğine ihtimal bile veremiyorum.

Peki ne oldu da memleketin en ücra köşesindeki Türk milliyetçilerini karamsarlık, bedbinlik, yılgınlık, tedirginlik ve hatta güvensizlik kapladı. Dün heyecanla mücadele eden, varlıklarını ortaya koyan insanlar bugün neden bu yeis atmosferine girdiler. Her biri toplumu sevk ve idare edebilecek kadar enerji, bilgi ve birikime sahip olan insanlarımız neden birdenbire kabuklarına çekildi. Bu dağınıklığın, güvensizliğin, kopukluğun sebebi ne?..

Şunu çok iyi biliyoruz ki nereye gidersek gidelim, hasretle, muhabbetle, güllerle, alkışlarla karşılanmayacağız. Yüzümüze gülseler bile, haset, kin, husumet, garez ve iftira ile muhatap olacağımızı ve punduna getirdikleri an bunları sahneye koyacaklarını biliyorduk, biliyoruz.

Türk şartlar ne kadar kötü, atmosfer ne kadar bozuk olursa olsun onu kendi milli menfaatleri lehine çevirmeyi başarmıştır. Asla kabuğuna çekilerek teslimiyetçi olmamıştır, olmayacaktır. Şu an her zamankinden çok birlik ve beraberliğe, bir birimize güvenmeye ihtiyacımız var. Memleketin güven ortamı malum çevrelerce bilerek bozulmaya çalışmakta, insanlarımızın maneviyatları yıkılmak istenmektedir. Çünkü bunlar yarasa gibidir. Ancak karanlıkta ortaya çıkar, yapacaklarını yaparlar. Hepiniz bunu çok iyi biliyorsunuz. Hadiseyi yıllar önce ne güzel tarif etmiş büyüğümüz.

Bu yurdun haznesi onun elinde;
Fakat anahtarı senin belinde,
Kalmış aç ve garip kendi ilinde;

Vur, eski kölesi utandır onu!
Bırakma uyusun, uyandır onu! (Ziya GÖKALP)

Türk'e sağlam bir maneviyat, çelik gibi irade, sarsılmaz bir iman, yıkılmayan bir mücadele azmi yaraşır. Bu vasıfları kimliğinin şuurunda olan her Türk mutlaka taşıyordur. Bize düşen soyumuza yakışan tavır ve davranışları sergilemektir. Dün Anadolu'nun Alperenleri ne ise bu günde Türk Milliyetçileri, ülkücüler odur.

Kölelik saltanatına son vermek, Türk'ün dalgalanan bayrağını daha yükseklere çekebilmek için hepimize görev düşmektedir. Geleceğin yükü sırtımızda gittikçe ağırlaşmaktadır. Bu hesabı vermek çocuklarımıza nasip olmasın. Onlara daha güzel, daha parlak yarınlar bırakabilmek boynumuzun borcudur.

Devletimizin üniter yapısı tartışmaya açılmış, bazı mihraklar köyleri değneksiz görmeye başlamıştır. En temel insan hak ve hürriyetleri bölücülerin istismar aracı olmuştur. Ne yazık ki asli unsurumuz gık bile diyemez hale gelmiştir.

Burada çok ince bir senaryonun ortaya konduğunu, çoğumuzun bu senaryoyu aklına bile getirmediğini itiraf etmek zorundayız. Çünkü çok karmaşık problemlerle boğuluyoruz. Bu şekilde zihni melekelerimizi kullanmamız engelleniyor. İnsan maneviyatını kaybettiği an her şeyini kaybetmeye başlamıştır. Haklı bir davanın gururunu yaşayan Türk milliyetçileri, mücadele azmini kaybetmenin ne demek olduğunu en iyi bilen insanlardır.

Bütün dünyanın gözü üstümüzde. Herkes, bütün devletler Türk devletinin atacağı adımları meraklı, ürkek, tedirgin bakışlarla takip ediyor. Devletimizin çizmiş olduğu stratejilere karşı ne gibi tedbirler alacaklarını düşünüyorlar. Onun atmaya çalıştığı adımları engellemenin hesabını yapıyorlar. Bu hesabın ilk adımı da bu devletin tebaasının ve asli unsurunun devlete olan güven duygularının yıpranmasından geçtiğini çok iyi biliyorlar. Birinci adımı başarmak üzereler. Bunu başardıkları an diğer planlarını icra etmeye başlayacaklar. Peki bizler!..

Bizler iki kişi bir araya gelince mevcut sistemin çürümeye başladığından, dün bir arada olduğumuz, kader birliği yaptığımız arkadaşlarımızı acımasızca tenkit etmekten, şahısların aleyhinde konuşmaktan başka bir şey yapamıyoruz. Önümüze konulan suni olaylarla oyalanmaktan zihnimizi bile harekete geçiremiyoruz. Dün mücadele ettiğimiz ve hala haksız olduklarını bildiğimiz insanların gün be gün eriyerek, bile bile ölüme gitmeleri de etkilemiyor bizleri. Örnek alacağımız iyiler yok ise bunlar örnek olmalıydı...

Milliyetçi Hareket Partisini üç ortaklı koalisyona dahil ederek hükümet olduğumuz vehmine kapılıyor, sihirli değnekleriyle bir anda memleketi kurtarmalarını bekleyecek kadar da gaflete dalıyoruz. Türk milliyetçileri yarınlara hazır olmak zorundadır. Atatürk'ün dediği gibi "Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değil. Hazırlanmak lazım. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprülerini sağlam tutarak." Hiç kimseden yardım ve destek beklemeden kimliğimizi, varlığımızı ortaya koyarak yarınlara bakmak, geleceğimizi teminat altına almak mecburiyetindeyiz.

Bizler öncelikle maneviyatımızı kaybetmeden, kişi, kuruluş ve kurumları bir yana bırakarak kendimizi hesaba çekmek, haklı olduğumuz bütün milli davalarımızda çemberleri genişleterek halkaları güçlü ve sağlam bir yapıya kavuşturmak zorundayız. Bunu yapacak güç, bilgi, birikim, tecrübe ve kararlılığa sahibiz. Yeter ki "Ey Türk titre ve kendine dön" prensibine uyalım.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et MSNM
turkuaz51
Amatör Üye
Amatör Üye



Kayıt: Aug 21, 2005
İletiler: 68
Şehir: turkiye

İletiTarih: Per Tem 20, 2006 7:30 pm    ileti konusu: NE MUTLU BİR ÖMRÜ BİR KUTLU SEVDAYA ADAYANLARA VE YOLUNDAN D Alıntıyla Cevap Gönder

Ülkü Gülümdünüz Siz Benim


Baharında hazanı yaşayan, tomurcukları açarken kopartılan ülkü gülleri sizi hiç ama hiç unutmadım, unutmayacağım, unutturmayacağım!...

Yıllar vardı o kara yıllar... o yıllar aldı götürdü bizleri onlardan... sevdalıydılar onlar gökteki al bayrağa... sevdalıydılar türke... sevdalıydılar delice türkün cevheri aslisine... ne bu dünyada bir gün yüzü gördüler ne diledikleri gibi yaşayabildiler gönüllerinde turan sevdası dolanıp durdular kısacık ömürlerinde hayatının baharını soldurmaya değecek kadar...

Emsalleri sokaklarda ellerinde kırmızı gül dağıtırken önüne gelen sözüm ona aşıklarına sevdalılarına... onlarda severdi onlarda insandı onların da yüreği vardı yalnız ne onlar kimileri gibi kırmızı gülün sarı gülün ve beyaz gülün anlamını öğrenecek kadar ne romantik aşık ne de zamanları vardı... ocakları tütecek bayrakları dalgalanacaktı... bayrak kan ister solmamak için kan isterdi onlarda canlarıyla damarlarındaki kanlarıyla suladılar al bayrağı... göğü yırtarak düşman çatlatarak dalgalansın diye... kimi üniversiteliydi. kampüslerde derslere giremez olmuştu hakkı savunduğu için hakkın mücadelesini verdiği için, kimi vatansıza vatan dedirtmek için çıkmıştı sokaklara... mertlerin talihi namert olurdu... onların talihi yalnız hiç mert olmayı bilemedi... iftiralardan eyyamcıların oyunlarından mücadeleyle geçti ömürleri.... hayatının baharındaydı onlar... daha bıyıkları terlememişti bir çoğunun... onlar bu hareketin solmayacak gülleri kutup yıldızlarımızdır... sizi unutmaya kalkan namertler utansın... kanın üzerinde oturulmayacağını kanın üzerinden pazarlık yapılmayacağını bilsinler...

Yetmişli yıllar... o kuşak var ya gülmeyi mutlu olmayı öğrenemeyen kuşak... şimdi erkek-ürkek tartışmaları yapanların yatakların altından çıkamadıkları pencereden dışarı bakamadıkları anarşistler var dedikleri dönemde kendilerini siper eden öz vatanlarının sokaklarında yürürken kızıl namlularla kara toprağa düşen can veren yiğitler gamze namzetiyle hareket eden yiğitler size ne kadar destan yazılsa azdır.. hareketin delikanlısı tabir edilen ülkü ocakları genel başkan yardımcımız olan bir Yusuf soylu olan anlattığımız destanın baş kahramanlarından günümüzün yaşayan kahramanlarından Alişan Satılmış'ın deyimiyle ateşle oynayan çocuklar; kimse sizin kadar cesur olamazdı...

Ülkede anarşi bitsin diyerek harekete geçenler gerçek yüzlerini belli ettiklerinde daha kana doymadıkları belliydi... karıştır barıştır dediler hücrelerde önce ezdiler ama nafile ülkücünün derisini yüzsen yüzüne güler, elektrikler c-5'ler derken denge unsuru gördükleri hayatının baharında ülkü güllerini soldurmak için soyundular bu defa... tarih onları dokuz yiğit dokuz can diye yazdı. önce Mustafa Pehlivanoğlu yürüdü yağlı ilmiğe... o yağlı ilmiğe yürürken o dimdik onu götürenler tir tir titrediler... Ali Bülent Orkan dı o çilelerle sınadılar daha sonra bunun akli dengesi bozuldu dediler ilaç doktor derken kendine gelince tamam dediler kana doymayan gözler astılar darağaçlarında Fikri Arıkan, Cevdet Karakaş, Cengiz Baktemur, Ahmet Kerse ve kana doymayan eller artık çift asalım dediler Manisa ülkü ocaklı iki genç Yusuf soyluya taktılar yaftayı Halil Esendağ ve Selçuk Duracık'tı onlar. ayrılmaz iki arkadaş yağlı ilmiğe bile beraber yürüdüler... son olarak İsmet Şahin'e kıydılar.. devletin askerine kurşun sıktı (!) diye aslı astarı olmayan iftiralar yüzüne...

Son sözümdür sizlere ülkücünün kıymetini bilmeyen beyler tarih baharında solan ülkü güllerini gül bahçemizin erlerini elbet alkışlar... ya sizler... ülkücünün kanına giren beyler... hesabınız bu dünyada sorulmazsa elbet öbür dünyada sorulur...

NE MUTLU BİR ÖMRÜ BİR KUTLU SEVDAYA ADAYANLARA VE YOLUNDAN DÖNMEYENLERE!...

Sizin soyunuzdan sizin mayanızdan...
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et MSNM
kadir45
Site Yöneticisi
Site Yöneticisi



Kayıt: Jun 03, 2004
İletiler: 3100

İletiTarih: Per Tem 20, 2006 7:40 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Bizler şehadetlerine şahitiz.Niyetlerine şahitiz.Dünyada da ukbada da kendilerinden razıyız.Tanıklığımız kabul edilsin cennet ile müjdelensinler.Bu ülke komünizmin zalim pençesine düşmediyse bunu ,bu yiğitlere borçluyuz.Bunlar bizim kayıplarımızdır.Dile kolay tam beşbin şehit.Bunların içerisinde ne beyinler vardı!Bir nesil kırıldı,acımadan biçildi.Ama onların ruhudur bu davayı tetikleyen.GEÇMİŞTE BİR AVUÇ OLAN SAYIMIZ BUGÜN MİLYONLARA VARDIYSA,BU AŞK BİTMEEDEN YENİLENİP DURUYOR,BU SEVDA HERGÜN DAHA DA KATLANARAK ARTIYORSA,BUNU TETİKLEYEN BU ARKADAŞLARIMIZIN RUHLARIDIR!onlar bu dava uğruna bir insanın en kutsal hakkı olan yaşama hakkından vazgeçtiler.Huzurunuzda hepsinden helallık diliyor,bizi bağışlamalarını,bizim için duacı olmalarını diliyorum.Onlar da bilsinler ki şartlar tamam olduğunda,bizler de kendileri gibi olmaktan çekinmeyeceğiz.Sabrımızı zorlayanlar bunu unutmasınlar!
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder
mustafayaman
Deneyimli Üye
Deneyimli Üye



Kayıt: Jan 09, 2006
İletiler: 315
Şehir: türkiye

İletiTarih: Per Tem 20, 2006 8:05 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

GELİNLİK...
1983 yılının mayıs ayıydı. Konya Askeri Cezaevinden alınarak başka bir mahkemem için İzmir Buca Cezaevine getirildim.Yol boyunca tam bir ölüm mahkumu muamelesi görmüş, dünyaya bir veda psikolojisi ile bakmıştım... İçimde bir his "bu güneşi, bu ağaçları, bu dünyayı bir daha göremeyeceksin" diyordu...


Bu duygularla bir şafak vakti, Buca Cezaevine teslim edildim. Beni en çok sevindiren, aylar sonra Buca Cezaevinde bulunan arkadaşlara kavuşmam olmuştu. İhtilalden üç yıl sonra da, onlarla ilk defa görüşecek, ilk kez de kucaklaşma imkanı bulacaktım. Ama beni asıl sevindirecek olan, bir kaç hafta önce idam cezasına çarptırılan Halil Esendağ'la Selçuk Duracık'ı görmem olacaktı. Bundan dolayı müthiş heyecanlanıyordum.

İdam alan ve aylarda beri ölüm hücresinde infazı bekleyen arkadaşların halet-i ruhuyilerini, ölüm cezasını nasıl karşıladıklarını merak ediyordum. Mahkeme saati yaklaştıkça yavaş yavaş koğuşlardan çıkarılan tutuklular da kapıda görünmeye başladılar. Gelenler içinden tanıdıklar çıkınca kucaklaşıyor, derin bir hasretle birbirimize sarılıyor duygulu anlar yaşıyorduk.

Merak içindeydim, üç yıl görmediğim Halil acaba ne durumdaydı? Neredeyse kesinleşen cezasını nasıl karşılamıştı? Kafam bu sorularla meşgulken, Halil Esendağ mütebessim bir yüzle çıka geldi. Yüzü çektiği çilelerle temizlenmiş, parlatılmış gibiydi. Asırlardır birbirimizi görmemiş insanlar gibi hasretle kucaklaştık. Sanki kalplerimizden birbirimize tatlı, ılık birşeyler akıyordu. Kısa bir hal-hatır fırsatı bile bulamadan gardiyanlar çağırdı, ikişer ikişer kelepçelenerek ring araçlarına bindirildik. İsteğim üzerine benim elim Halil'in eli ile kelepçelenmiş; böylece mahkemeye gelinceye kadar yolda bir kaç kelime konuşma imkanımız olmuştu ...

O konuşurken bütün dikkatim satır aralarına gizlenmiş gerçek düşüncelerindeydi. Acaba korkuyor muydu? Acaba herhangi bir irade zaafı geçirmiş miydi? Vakit ilerledikçe Halil'in tek kelime ile; onu yendiğini ve ona çoktan hazır olduğunu görecektim. Ölümden bahsederken gülüyor, " Allah (c.c)'tan ne gelirse baş üstüne" diyordu.

Mahkemeye gelirken zaman zaman öteki arkadaşların sorularına cevap veriyor, böylece önceki mahkemeye giderken de olup bitenden haberdar oluyordu...

Bir arkadaş "gönderdiğimiz GELİNLİKLERİ aldınız mı?" diye sorunca "aldık" demiş, "nasıl oldu" deyince de "biraz uzun oldu" deyivermişti.

Sonraları mahkemem İzmir'de kalmama karar verince, bende soruyu soran arkadaşlarla aynı koğuşa konulmuş, o zaman bu gelinlik meselesini sormuştum.

"Nedir bu gelinlik? Ben bir şey anlayamadım." deyince anlattılar.

Geçen mahkeme Halil bizden iki kefen istedi. Devletin idam esnasında giydirdiği kefenin torba gibi bir şey olduğu, o kefenleri giymeleri halinde ellerinin, kollarının içerde kalacağını, rahat can çekişemiyeceklerini söyledi.

Bizde koğuşa dönünce, elimizdeki avucumuzdaki parayı bir araya getirdik, iki kefen alacak parayı bulamadık. Koğuşta 23 kişiyiz, üzerimizden iki kefen parası çıkmadı. Sonunda bir arkadaşımızın ailesinin getirdiği iki beyaz nevresimi cezaevi terzisine diktirerek onlara gönderdik. Gelinlik dediğimiz onlara gönderdiğimiz kefenlerdi...

Çok sonradan anlamıştım "gelinliklerimiz uzun geldi" derlerken kefenleri giydiklerini.. Kim bilir kaç gece Azrail(a.s)'i beklerken öylece sabahlamışlardı...!

Şu satırları yazdığım sırada düşünmeden edemiyorum, 23 ülkücü iki kefen alacak parayı bulamıyordu. Ama halbuki tam o sırada Türkiye'de, Avrupa'da paralar toplanıyor ama nedense bir türlü cezaevine ulaşamıyordu...

Bu hareketin kefen soyuculuktan zengin olan nice haini şimdi itibarlı adam rolünde geziyor; ama kim kimden hesap soracak?

Mahkeme salonunda duruşma saatini beklerken artık ölümü yendiğine emin olduğum Halil'e sormuştum." Nasıl bir gecede asılmak istersin?" Halil biraz düşünmüş daha sonra cevap vermişti...

" Yağmurun hafif çiselediği bir gecede..."

Duruşmadan sonra mahkeme benim İzmir'de kalmama karar vermiş, arkadaşlarla birlikte Buca Cezaevine dönmüştüm. Kapı altında Halil aramızdan alınmış, başka bir aleme götürülür gibi götürülmüştü. Bunun onu son görüşüm olduğunu biliyordum.

Cezaevinde gazeteler her sabah bir sergi üzerinde koğuş kapılarına getirilir, tutuklular mazgal deliğinden uygun gördüklerini alırlardı. Gazetelerimiz bir kaç defa gelmemiş, sonra da bunun manasını anlamıştık. İdam cezalarının infaz edildiği günlerde veya mahkumlarla ilgili yeni düzenlemelerin gündeme geldiği günlerde gazeteler gelmez, böylece tutukluların olay çıkarması engellenmiş olurdu.

4 Haziran'ı , 5 Haziran'a bağlayan baharın bütün tazeliği ile kendini gösterdiği böyle günlerden biriydi. O yıllar bize bahar gelmez, şairin :"Bahar gelmiş, çiçek açmış neyleyim" mısraları dilimizden eksik olmazdı. Sabah günlük haberleri herkesten önce okumak için gazetelerin gelmesini bekliyorduk. Bir saat, iki saat derken vakit öğleyi bulmuştu ama gazeteler gelmemişti. Hepimizin içine kurt düşmüştü. Acaba kim? Bugün kimi asacaklar? Çok beklemeden sorumuzun cevabını almıştık. Bir fırsatını bulan cezaevi terzisi kapıya gelerek mazgalı açmış ve o korkunç haberi vermişti

"Bahçede sehpa kuruluyor, bu gece Halil'le Selçuk'u asacaklar !..."

Koca bir koğuş bir anda depreme uğramış gibi sarsılmıştı. Önce ürkütücü bir sessizlik ve şok hali yaşamış, sonra çaresizlik içinde ne yapacağımızı şaşırmış vaziyette sağa sola koşturmuştuk. Bu koşuşturma ölüm korkusunun veya panik halinin bir neticesi değil, çaresizliğin, onlara ulaşamamanın bu zor saatlerde onları teselli edememenin bir neticesiydi. Acaba kararı radyodan duyunca ne demişlerdi? Genç yüreklerine korkunun hançeri batmışmıydı? Bütün bir koğuş tek bir kalp olmuş onları düşünüyor onlarla ölümü paylaşıyorduk.

Haberi aldıktan bir kaç dakika sonra, mahkumları toplayarak kısa bir konuşma yaptım. Kur-an bilenlere cüzleri dağıtarak gün boyu sabaha kadar Kur-an okumalarını söyledim. Yapacağımız tek şey vardı; dua ve Kur-an'la onlara ulaşmak...

Gece saat 24:00'e kadar iki hatim indirdik. Akşam olunca saat 21:00'den itibaren her yarım saatte bir koğuş penceresine çıkarak, sela okumaya, Peygamber Efendimiz(s.a.v)'e salat-ü selam getirmeye başladım. Koğuş penceresinden yükselen sesin, onların ölümle dolmuş hücrelerine kadar girdiğine inanıyor, salat-ü selamları o duygularla okuyordum...

Cezaevinde idamların infazı 01:00'de olurdu. Son defa sela okumak üzere pencereye çıktım. Halil'in mahkeme salonunda iken söylediği sözler aklıma geldi...

"Yağmurun hafif çiselediği bir gecede asılmak isterdim."

Elimi koğuş parmaklıklarından dışarı uzattım, avucumu göğe doğru açtığımda aman Allah'ım bir yağmur Halil'in duasına icabet edercesine çiseliyordu. Kendi kendime "Ah Halil'im! O gün Rabbimizden güneşleri yağdırmasını isteseydin, Rabbim o güneşleri bile yağdırırdı" diye mırıldandım.

Bir koğuş göklerle birlikte Halil ve Selçuk'a ağlıyordu.

Yorgun bir geceden sonra gardiyanların, "müdür çağırıyor" çağrısıyla uyandım. Cezaevi müdürü üç kişiyi odasına çağırmıştı. Halil'in asılmadan önce her birine ayrı ayrı yazarak bıraktığı hediye ve emanetleri bize takdim ediyordu. Eşyalarını alarak koğuşa geldik. Halil'in son anda yazdığı yazıları bizi rahatlatmış, ölüme metanetli gittikleri konusundaki kanaatlerimizi pekiştirmişlerdi.

Nitekim koğuşa geldikten sonra bazı gardiyanlar idamı anlatarak: "Bu gece Buca'ya rahmet yağdı" demişlerdi. Önce Selçuk, sonra Halil idam edilmişlerdi. İkisi de sehpaya metanetle gelmiş, Kelime-i Şehadet getirdikten sonra altlarındaki sehpa çekilmişti. İpte bir müddet sallandıktan sonra sanki ilahi bir el uzanarak ikisini de kıbleye çevirmişti. Bir gardiyan: "Halil'i indirdiğimizde başındaki takke yana düşmüş, hafif yatmıştı. Biz böyle bir şey görmedik." diyordu.

Sonra infazda bulunan Buca Muradiye İmamı şöyle diyordu. "Bana hiç evliya gördün mü diyenlere; evet... Halil ile Selçuk'u gördüm diyeceğim..."

Halil'in bize emanet ettiği eşyalar koğuş başkanı olduğum için bana takdim edildi. Hepsini tek tek inceledim. Özel eşyalarını ayırdım. Notlarını okudum, notlar daha çok kılınan kaza namazları ile tutulan oruçların listesiydi. Ölümle ilgili ayet ve hadisler bir sürü ilmihal bilgisi ile ilgili notlar.

Eşyalar arasında gazete kağıdına sarılmış küçük bir paket dikkatimi çekti. Çorap ve iç çamaşırı olacağını sanmıştım. Açtım ve baktım ki " Etrafı oyalı yeşil bir baş örtüsü " o an nasıl duygulandığımı, nasıl bir gözyaşı anaforuna tutulduğumu anlatamam. Bütün koğuş ağlıyordu.

Rahmetli Halil tutuklanmadan kısa bir zaman önce evlenmiş, murad alamadan hapishane köşelerine düşmüştü. İhtimal ki; iki buçuk yıl kaldığı ölüm hücresinde eşinin baş örtüsü onun dert ortağı olmuştu.

Dağıtabilir eşyaları dağıttıktan sonra, kalanları postayla babasına gönderdik. Halil'in babası çok dindar, çok mütevekkil bir adamdı. Annesi de öyle. Çok sonraları tahliyeden sonra evlerini ziyaret ettiğimde bu aileden böyle bir yiğidin nasıl çıktığını anlamıştım. Eşyaları gönderdikten takriben iki hafta sonra Halil'in babasından hepimizi ürperten bir mektup geldi. Şöyle diyordu:

Halil'in annesi; oğlum şehit oldu mu? Olmadı mı? diye çok üzülüyordu. Bir gece rüyasında kendini cennette görüyor. Bütün sahabiler toplanmış Hz.Peygamber(s.a.v.)'i bekliyorlar. Halil'in annesi hanım sahabilerden birine yaklaşıp soruyor: Bugün burada ne varki böyle toplanmış bekliyorsunuz!

Hanım sahabi cevap veriyor: Bilmiyor musun, bugün burada şehit Halil Esendağ'ın düğünü var. Nikahını Hz.Peygamber(s.a.v.) kıyacak onun için bekliyoruz.

Bu rüyayı kime anlattıysak gözyaşlarını tutamamış mescide kapanıp ağlamıştı.


ŞEHADET 5 HAZİRAN 1983
Kaynak : "Eylül'de gel" dediler. Kitabı.
Hikaye : Yusuf Soylu , Nizamettin Coşkun
Özeltip Bandırma Cezaevi 8.9.1999 / Bandırma
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
Sebas
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye



Kayıt: Apr 18, 2003
İletiler: 510
Şehir: Bordeaux / KahramanMaras

İletiTarih: Per Tem 20, 2006 8:06 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

" Onlar " BIZIM cocuklarimizdi, bizim kardeslerimizdi, Kandaslarimizdi,

Ruhlari Sad Mekanlari Cennet olsun !!
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder MSNM
thegreen_wolf
Deneyimli Üye
Deneyimli Üye



Kayıt: Feb 12, 2006
İletiler: 466
Şehir: trabzon

İletiTarih: Per Tem 20, 2006 8:28 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder





Ülkücü Şehit

İSMET ŞAHİN

(PAŞAKAPI CEZAEVİ)

Trabzon'da doğup, büyümüş.. Derken birtakım çekişmeler ve düşmanlıklar baş göstermiş...

Çareyi İstanbul'a gelmekte bulmuşlar.

İstanbul gibi bir yerde hayvancılık başlıca geçimleri. Yedi çocuk babasıdır.

Kardeşini de yanına almış, hayatla helal bir lokma yutmak için çırpınmaktadır.

Kaçıp kurtulduğunu sandığı bela burnunun dibinde bitmiştir...

Adım adım takip etmektedir.

Onun için oyun ve desisenin bin bir türlüsünü icraata sokan şer güçleri onları gafil avlamıştır.

Polis ve sıkıyönetime bir ihbar gitmiştir.

Şu semtte, şu caddede, şu no'lu evde Dev-Sol militanları barınmaktadır.

Bu ev hücre evi olarak kullanılmaktadır.Yetkililerin bilgilerine sunulur!

Dedik ya düşmanın desiseleri ve riya çapındaki oyunları durmak bilmez.

Adı geçen ev ismet Şahin'e aittir. Ev polis ve asker kordonu altına alınmıştır.

Derken hiç hesapta olmayan bir çatışma! Kim sıktı, ne diye sıktı? Bilinmez.

Sonradan ismet, hadisede tek kurşun bile sıkmadığını her yerde gözü yaşlı anlatacaktır.

Bir asker ölmüştür.

Fail de ismet Şahin'dir.

Selimiye Cezaevî'nde hücrenin birinde vicdan sancıları içinde kıvranmaktadır.

işlemediği bir suçtan Ötürü cezaevindedir.

Üstelik rüyasında görse çekemeyeceği bir insan öldürmüştür.

Hep kendi kendine konuşur durur. Durmadan Allah'a niyaz...

"Yarab sen de bilirsin ki, ben bu hadisenin içinde değilim. Ben Türk askerini vurmam. Hem ne diye vurayım? O benim kardeşimdi, o benim insanımdır. Nasıl olur da ben böyle bir vakanın içine düştüm? Nasıl olur.

Günlerce tefekkür ve iç hesaplaşma...

İnim inim inliyor hücrede. Onu azıcık rahatlatan Kur'an tilavetidir...

Başka bir davadan daha yargılanmaktadır, iki davadan da hakkında idam talebi bulunmaktadır.

Söylediği şu söz onun azap derecesini gösterir:

"Asılacaksam diğer hadiseden dolayı asılayım. Yoksa alakam olmayan bir Türk askerini vurmaktan ötürü idam olunmak istemem..."

Ne yazık ki, vicdanına kimseler kulak vermemiştir.

Selimiye Cezaevi'nden Maltepe Cezaevi'ne nakledilir.

Marksist düşüncenin naylon askerlerinden illallah etmiştir.

Nefreti büyüktür.

Gönüldaşlarının kapısında şöyle yalvarır:

- Ne olur beni onların içine itmeyin. Ben ölürüm. Ben inanmayan insanlarla yapamam. Ben suçsuzum, Vallahi askeri ben öldürmedim. Kucak açın bana!

Alıyorlar koğuşa.

Arkadaşlarının tereddütü şundandır:

Asker katili olarak lanse edilmiş birine kapı açmak yanlış olur.

Ona ilgi göstermek doğru değildir.

Hep namaz, hep niyaz...

Maltepe Cezaevi'nde geçen bir hadiseyi nakletmek istiyorum.

Yedi çocuk babasıdır. Görüş günüdür. En küçük çocuğu kapıda duran rütbeliye uzun süre bakar. Daha çocuktur o.

Sonra karar verir. Elindeki elli lirayı rütbeliye uzatarak:

Küçük çocuğun bu hareketine tanık olan herkes sadece güler. Hem de kahkahalarla.

Çocuktaki büyük bir sevgi ve baba hasretini akıllarına bile getirmeden gülerler. Karınlarını oynata oynata...

Cumhuriyette, Mustafa Ekmekçi onun Selimiye'deki halini birkaç satırla anlatır. Selimiye Cezaevi'ne girip çıkan bir yazar çizerin gözlemlerine tercümanlık eder.

Mustafa Ekmekçi.

"İsmet daim Kur'anla hasbihalde..."

İdam alır, idam cezası onaylanır, dosyaya son mühür de vurulur.

Bir gece Paşakapısı Cezaevi'ne götürülür ve cezası infaz edilir.

Şahitlerin ifadesine göre teslimiyet ve tam bir iman gücü ile son yolculuğa çıkmıştır.

Son anlarında dahi, bir askeri vurmuş olma iddiası ile idam edilmesini büyük bir acı içinde yaşamıştır.

Devamlı tekrarladığı bir söz vardır:

"Allah şahidimdir ki, ben asker öldürmedim."

Allah rahmet eylesin (Amin).

Şehidler ölmez. Onlar her an bizimledirler. Her biri ardından destanlara sığmaz akıl çemberini kıran alametler bırakan bu insanlar şehidler zincirinin sadece dokuz halkasını teşkil eder.

12 Eylül'den önce ve sonra, sadece Allah rızasını kazanmak için çabalayan ülkü sahibi insanların katledilmeleri, onlara şehidlik payesini kazandırmıştır.

Ne mutlu onlara ki, gülerek, sevinerek ölüme gitmişlerdir.

Onlar gibi olabilmek, zor çok zor!

Şehid olmak her kişiye nasip değil...

Allah'ın rahmeti onların üzerine olsun (Amin).

VATAN İÇİN ÖLMEYİ GÖZE ALAN ÜLKÜCÜ EN TEHLİKELİ SİLAHTIR

Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et MSNM ICQ
thegreen_wolf
Deneyimli Üye
Deneyimli Üye



Kayıt: Feb 12, 2006
İletiler: 466
Şehir: trabzon

İletiTarih: Per Tem 20, 2006 8:32 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder



CEVDET KARAKAŞ
4 HAZİRAN 1981

Elazığ'lı olup 21 yaşındaydı. Ailesi ile birlikte Almanya'da bulunuyorken, Türkiye'ye vatanına dönmüştü. Elazığ'da cereyan eden bu olaya adı karıştığı için tutuklandı ve 12 Eylül Mahkemeleri'nde yargılanarak idam cezasına çarptırıldı. 4 Haziran 1981 günü sabahın erken saatlerinde Elazığ kapalı Cezaevi'nde asılarak şehit edildi.




Ailesi Almanya'da rızk peşinde. Oğullan idam talebiyle mahkeme önünde...

Avukatı yok. Barolardan bir tek avukat bu davayı üstlenmek istememiş.

Bu davaya girmeme hususunda Elazığ Barosu ittifak etmiştir.

Gayeleri yalnız ve yalnız Allah rızasını kazanmak olan bu insanların karşılaştıkları meşakkatlerde, tek dayandıkları yüce Allah olmuştur.

Bu daire dışında söylenen lafızların hakikat değeri koskoca bir hiçtir.

Gayesinin gereği kimselerden medet ummuyor.

Dili döndüğünce, gücü yettiğince kendini mahkeme önünde savunuyor.

Ne var ki, bir kişiyi öldürmekten sanık Cevdet için karar idamdır.

Onca insan kıyımında makine rolü oynayan marksist yaftalı hainlerin ufacık ufacık cezalarıyla köşe döndükleri hayretle anılacak bir vakadır.

Mazlumların ahlarının yerde kaldığı görülmüş müdür?

Bir zamanlar tilki ve köpek ulumaları ile evlerinden çıkmayan zevatlar devir değişir değişmez aslan postuna bürünerek, gerçek kahramanları kötülüme ve karalama yoluna gitmeleri, düşünen insanlar için ders çıkarılacak bir olaydır.

Cevdet çıkacağına inanıyor. Elazığ Kapalı Cezaevi'nin yapısı isteyen bir insan için, birtakım riskleri göz önüne alarak kaçmaya müsaittir.

Cevdet bu yolu düşünmemiştir. Bağımsız milletin bekası için var olan mahkemeler bulunduğuna göre, isnad edilen eylemin kefareti ağır olmayacaktır

Böyle düşünüyor.

Onunla yakın teması olan yetkililerin ifadesi ile: O isteseydi kaçabilirdi. Kafasında böyle bir düşüncesi yoktu. Çünkü inanıyordu. Çünkü ağır bir yükün altına gireceğini ümit etmiyordu..
itimadı ve güveni havada kaldı

Karar: idam!

Bu safhadan sonra babası Almanya'dan dönüyor. Oğlunun uğradığı haksızlığı ortadan kaldırmak için didiniyor, çırpınıyor...

Bütün gayretler nafile!
Karar değişmiyor.

Cevdet Allah'a yaslanmış, kimseden menfaat ummuyor. Yola çıkanların aklında ve gönlünde sadece, Allah'ın hoşnutluğunu kazanma düşüncesi vardı...

Daha sonraki gelişmeler onu yalnızlığa itmişse de, o hiçbir zaman moral bozumuna uğramamış, hep dik ve vakarlı olmasını bilmiştir.

Boynuna takılacak ipe tıpkı diğer gönüldaşları gibi yürümüştür.

Zaman zaman kendi kendine tekrarladığı bir söz:

"Ya Rabbi gayem senin rızanı kazanmaktır. Dünyalık hırs ve mevki benden uzaktır. Ben insanlara dayanmadım. Ben insanlardan yardım dilenmedim. Ben beni iyi görsünler, iyi desinler, övgüye tabi tutsunlar diye bu davanın içine girmedim. Bana uygun gördüğün yükten hoşnutum.

Günahlarımı affeyle, iki dünyamı da mamur ve müreffeh eyle!"

İman dolu yüreği, onu şehidler kervanına katmıştır.

Allah rahmet eylesin. (Amin)
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et MSNM ICQ
thegreen_wolf
Deneyimli Üye
Deneyimli Üye



Kayıt: Feb 12, 2006
İletiler: 466
Şehir: trabzon

İletiTarih: Per Tem 20, 2006 8:36 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder



Çevreni kuşatsın da birleşen ellerimiz,
Ihtiyar dünya! senin sarsalım temelini;
Bu eskimiş boşluktan koparalım da seni
Vargücümüzle yeni imkanlara itelim.
Çürümüş kabuğundan kurtulmanın vaktidir;
Donan, tazelen, bize bahar çiçeklerini getir.
Kıpırdansın bir parça o küflenmiş hafızan;
O uzak yaratılış- oluş günlerini an;
Bir koastun, meçhuldü hem maksadın hem derdin,
Karanlığa gömülü ceset gibi beklerdin;
Bilmezdin ne gün gelip neler olacağını.
Kainatın mimarı, kaldırdı parmağını;
Dünyalar öğrendiler mihver üzre dönmeyi,
Boralar uğulduyor, dalgalar düğünmeyi,
Yer otlarla kaplandı, gök yıldızlarla doldu;
Kainat bildiğimiz ezeli alan oldu...

Tekrar girdin kaosa, şaşırdın boşlukta sen.
Yeniden bir "K A N" emri verilecek, yeniden.
Gelecek hürriyetten, imandan, haktan haber:
Ergeç eriyecektir çeşit çeşit perdeler;
Buzdan istihkamları eritecek bir güneş.
Gençliğin kıvılcımı, şimdiden yangına eş:

Insanlığın samimi, milletimin hıncı mı,
Aşk gelip üfleyecek bu güzel kıvılcımı;
Dönen dünyaya yine mihver olup milliyet,
Doğacak parıl parıl ufkumuzda hürriyet...

SEVGİLERLE
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et MSNM ICQ
thegreen_wolf
Deneyimli Üye
Deneyimli Üye



Kayıt: Feb 12, 2006
İletiler: 466
Şehir: trabzon

İletiTarih: Per Tem 20, 2006 8:48 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder


Ülkücü Şehitler.......


Abdurrahman Kılıç 15.3.1980

Gaziantep’li olup 22 yaşındaydı. 1979 yılında memleketinde işlenen bir cinayetin zanlısı olarak tutuklanmış, Adana Kapalı Cezaevi’ne gönderilmişti. Olay günü, komünistlerin, Ülkücü mahkumların kaldığı koğuşlara yaptıkları büyük bir baskın sırasında, Hasan Hüseyin Akbaş ile birlikte şişlenerek şehit edildi. Cenazesi, memleketinde toprağa verildi.




Ahmet Kerse 30.1.1983

Gaziantep’in Oğuzeli ilçesine bağlı Gürsu köyündendi. Gaziantep Eğitim Enstitüsü’nde okuyordu. 1980 yılı Şubat ayında, polisler tarafından Kilis’te yakalanarak gözaltına alınıp bir ay süreyle işkence yapıldı. Çıkarıldığı 12 Eylül mahkemelerinde, bütün şahitlerin, aleyhine ifade vermedikleri için tutuklandıkları bir yargılamadan sonra, 8 Temmuz 1981 tarihinde idam cezasına mahkum edildi. 25 yaşındayken, tutuklu bulunduğu Gaziantep Cezaevi’nin infaz bahçesinde sabaha karşı asılarak şehit edildi.




Ali Bakır 1981

Hatay’ın İskenderun kazasındandı. 25 yaşında olup evli ve bir çocuk babasıydı. İskenderun’un Dumlupınar mahallesinde oturuyordu. 12 Eylül sonrasında, polisler tarafından gözetim altına alındığında çeşitli işkenceler gördü. Tutuklanarak gönderildiği İskenderun Kapalı Cezaevi’nde de sürekli Cezaevi idaresinin baskısına uğruyordu. Yaşadığı bu eziyetler sebebiyle ağır hastalandı. Tedavi olmasına müsaade edilmediği gibi cezaevinden polisler tarafından sorgulanmak için tekrak gözetim altına alındı ve bu işkenceler sırasında komaya girdi. Hastahaneye kaldırıldıysa da kurtarılamayarak şehit oldu. Cenazesi, İskenderun Karaağaç Mezarlığı’nda toprağa verildi.




Ali Bülent Orkan 13.8.1982

Samsun’luydu. 25 yaşında olup ailece Ankara’nın Etlik Aşağıeğlence semtinde oturuyordu. İncirli Lisesi gece bölümü öğrencisiydi. 1980 öncesinde meydana gelen bazı olaylar sebebiyle yargılandığı 12 Eylül mahkemelerinde idam cezasına çarptırıldı. Kapatıldığı Mamak Askeri Cezaevi’nin ölüm hücresinden sabaha karşı alınarak götürüldüğü Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’nin infaz bahçesinde asılarak şehit edildi. Cenazesi, Ankara Karşıyaka Asri Mezarlığı’na defnedildi.




Baki Yeşiloğlu 1942 - 29.7.1978

Kırıkkale’liydi. 36 yaşında olup evli ve 4 çocuk babasıydı. Ailece, Bursa’da ikamet ediyorlardı. Tofaş Fabrikası’nda işçi olarak çalışıyor ve Misk sendika temsilciliği yapıyordu. Fabrikada verdiği sendika mücadeleleri yüzünden tutuklandı. Bursa Kapalı Cezaevi’ne konuldu. Siyasi çalışmalarını burada da devam ettirdiği için Balıkesir Kapalı Cezaevi’ne sürgün edildi. Olay günü, cezaevi idaresi tarafından, telefonla arandığı söylenerek koğuşundan çıkarılıp idare binasına götürüldü. Fakat, kendisini kimsenin aramadığını öğrenip koğuşuna geri dönmek isterken, önceden kapıları açık bırakılan sol siyasi kısımdan çıkan bir grup komünistin saldırısı neticesi aldığı şiş ve bıçak yaraları neticesi şehit oldu. Cenazesi, Kırıkkale’de toprağa verildi.




Bekir Bağ 2.11.1980

Ankara’nın Çubuk kazasından olup 18 yaşındaydı. Ailece, Ankara’da Abidinpaşa’nın Bağlarbaşı sokağında oturuyorlardı. 12 Eylül’den sonra, çeşitli iddialarla C-5’e alınıp polis ve askerler tarafından işkence yapıldı. Daha sonra, tutuklanıp Mamak Askeri Cezaevi’ne gönderildi. Fakat, burada da bütün tutuklulardan ayrı bir yere konulmuştu ve akıl almaz işkencelere devam ediliyordu. Olay günü, “hücresinde kendini asmış vaziyette bulundu“ denilerek hastahaneye kaldırıldıysa da kurtarılamayarak şehit oldu. Şehadet sebebi, günlerdir aralıksız yapılan fiziki işkencelerin vücudunda meydana getirdiği harabiyetti. Hemen her tarafı yara ve çürüklerle dolu simsiyah olmuş cenazesi otopsi yaptırılmadan Ankara’da toprağa verildi.




Cengiz Baktemur 2.5.1982

Malatya’nın Doğanşehir ilçesine bağlı Polat köyünden olup 20 yaşındaydı. Ailece, Doğanşehir’de Yeni Belediye Garajı’nın yakınında oturuyorlardı. Liseyi yeni bitirmişti. Doğanşehir’de meydana gelen bir olaya adı karıştığı için tutuklanıp cezaevine kapatıldı ve 12 Eylül Mahkemeleri’nde yargılanarak idam cezasına mahkum edildi. 2 Mayıs günü, sabahın erken saatlerinde Elazığ Kapalı Cezaevi’nde asılarak şehit edildi. Mahkemede idam cezasına çarptırıldığını öğrenen annesi, ruhi bunalım geçirdi. Şehadetini duyunca da felç oldu. Cenazesi, Doğanşehir Mezarlığı’na defnedildi.





Cumali Şimşek 1.8.1981

Adana’lı olup 18 yaşındaydı. Kayseri’de Yavuzlar mahallesinde oturuyor ve Karsu Tekstil Fabrikası’nda işçi olarak çalışıyordu. 12 Eylül’den sonra polisler tarafından gözaltına alınmış ve götürüldüğü Emniyet Müdürlüğü’nde yapılan işkencelere rağmen hiç bir suç kabul ettirilememişti. Bu sebeple, sorgulanmasına devam edilebilmesi için Zincidere Askeri Cezaevi’ne gönderildi. Burada da, günlerce yapılan işkenceler neticesinde ağır hastalandı. İşkence yapıldığını gizlemek için, cezaevi idaresi hastahaneye göndermeyince girdiği komadan çıkamayarak şehit oldu. Cenazesi, memleketinde toprağa verildi.




Fikri Arıkan 27.3.1982

Çorum’un Alaca kazasından olup 32 yaşındaydı. Ankara Türközü Bademlidere semtinde oturuyordu. Ankara’da cereyan eden bir takım olaylara karıştığı iddiasıyla tutuklanarak Mamak Askeri Cezaevi’ne kapatılmıştı. Yargılandığı 12 Eylül mahkemelerinde “idam”ına karar verildi. 27 Mart günü, sabahın ilk saatlerinde Mamak Cezaevi’nde kaldığı ölüm hücresinden çıkarılarak götürüldüğü Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’nde asılarak şehit edildi. Cenazesi, Ankara Karşıyaka Mezarlığı’na defnedildi.



Halil Esendağ 5.6.1983

Manisa’nın Saruhanlı kazasına bağlı Gözlet köyündendi. 21 yaşında olup evliydi. Bir takım olaylara karıştığı iddiasıyla polisler tarafından yakalandı. Tutuklandıktan kısa bir süre sonra, 12. Eylül mahkemeleri tarafından idama mahkum edildi. 3 Haziran tarihinde, hakkındaki idam cezasının sabaha karşı infaz edildiğine dair radyo ve TV.’den yayın yapılmasına rağmen, polisler tarafından cezaevinden alınıp Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü. Burada, “itiraf” etmesi için iki gün boyunca akıl almaz işkenceler yapıldı ve 5 Haziran günü Buca Cezaevi’ne geri getirilip, sabahın ilk saatlerinde asılarak şehit edildi.




Hasan Alemlioğlu 1983

Nevşehir’li olup ailece, Ankara-Abidinpaşa Aşık Veysel mahallesinde oturuyorlardı. 23 yaşındaydı ve taksi şoförlüğü yapıyordu. Askerden geldikten hemen sonra bir takım asılsız suçlamalar sebebiyle tutuklanarak Mamak Cezaevi’ne kapatılmıştı. Cezeevindeyken yetersiz beslenme, fiziki ve psikolojik işkenceler yüzünden siroz hastalığına yakalandı. Cezaevi idaresi tarafından, gereken muayene ve tedavilerin yapılmasına izin verilmediği için acılar içinde kıvranarak şehit düştü. Son gününde, komaya girmesine rağmen, saatlerce o halde bekletilmiş ve ancak şehit olduktan sonra hastahaneye götürülmüştü.


Hüseyin Bayram 6.8.1979

Antalya’lı olup 17 yaşındaydı. Ülkücülük suçundan girdiği Antalya Kapalı Cezaevi’nde yatarken, olay günü, komünist mahkumların başlattıkları isyan sırasında, cezaevinin banyo kısmında mahsur kaldı. Burada, komünist saldırganlar tarafından, önce şiş ve bıçak darbeleri ile ağır yaralandı. Sonra da, başına tüplerle vurularak ezilmek suretiyle şehit edildi. Olaydan sonra cenazesi, polisler tarafından kaçırılıp gizlice bir çukura gömülmek istenirken, Ülküdaşları yetişerek müdahele etmiş ve önce cenaze namazını kılıp sonra da usulüne uygun bir mezar kazarak Antalya’nın Kütükçü Mezarlığı’na defnetmişlerdir.




İhsan Karadağ 19.6.1979

Adana’lı olup 19 yaşındaydı. Trabzon’da Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde okuyordu. Okulda meydana gelen olaylar sebebiyle 18 Ocak 1979 tarihinde tutuklanarak Trabzon Kapalı Cezaevi’ne konulmuştu. Olay günü, cezaevinde isyan başlatarak bütün bölümleri işgal eden komünist tutuklular, Ülkücülerin bulunduğu koğuşa da saldırıp koğuş kapısındaki mazgal deliğinden içeri silahla ateş açtıkları sırada kafasına isabet eden tek kurşunla vurularak şehit oldu. Cenazesi, Adana’da toprağa verildi.




Mehmet Başak 1981

Hatay’ın Kırıkhan ilçesinden olup 36 yaşındaydı. İskenderun’un Dumlupınar mahallesinde oturuyor, Demir-Çelik Fabrikası’nda işçi olarak çalışıyordu. Evli ve bir çocuk babasıydı. 12 Eylül darbesinden sonra Ülkücü olduğu için gözaltına alınarak çeşitli işkencelere tabi tutuldu. Akabinde tutuklanarak cezaevine konuldu. MHP. Davası İskenderun Bölgesi sanığı olarak yargılanırken siroz hastalığına yakalandı. Yatmakta olduğu Gaziantep E. Tipi Cezaevi’nde yeterli tedavi imkanı sağlanmadığı için şehit düştü.




Muammer Yalçın

Antalya’lıydı. Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi iken Ülkücülük suçundan dolayı tutuklanarak Antalya E.Tipi Kapalı Cezaevi’ne kapatılmıştı. Cezaevi şartlarının olumsuzluğu ve çektiği eziyetler sebebiyle kan kanserine yakalandı. Ancak, cezaevi müdürünün, cezaevi doktoruna baskı yaparak uzun zaman hastahaneye sevkini engellemesi yüzünden hastalığı ilerledi. Hastalığı had safhadayken, Ankara’da bir hastahaneye kaldırıldıysa da çok geç kalındığı için kurtarılamayarak şehit düştü. Cenazesi, Antalya’da toprağa verildi.




Mustafa Pehlivanoğlu 3.3.1958 - 7.10.1980

Ankara’nın Balgat semtinde oturuyor olup 22 yaşındaydı. Ülkücülük suçundan cezaevine girmiş ve idam cezasına mahkum edilmişti. Mamak Askeri Cezaevi’de yatarken bir fırsatını bularak kaçmayı başardıysa da kısa bir müddet sonra tekrar yakalandı. 12 Eylül cuntası tarafından, idam edilmesi için verilen emir, Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’nde yerine getirildi ve sabahın erken saatlerinde asılmak suretiyle şehit edildi. Cenazesi, Ankara Karşıyaka Mezarlığı’na defnedildi.




Osman Paksoy

Trabzon’un Sürmene ilçesinden olup 19 yaşındaydı. İstanbul’da Bakırköy’ün Güngören semtinde oturuyordu. Ülkücülük suçundan girdiği Sağmalcılar Cezaevi’nde, çıkan olaylar sırasında komünist militanlar tarafından şişlenerek ağır yaralandı ve öldü sanılarak atıldığı çöplükte tesadüfen bulunarak hastahaneye kaldırıldı. Uzun bir müddet tedavi görmesine rağmen kurtarılamayarak şehit düştü.




Samet Aslan 30.12.1987

Ağrı’nın Gilasor köyünden olup 30 yaşındaydı. Ağrı Öğretmen Okulu’nu bitirdikten sonra Van Eğitim Enstitüsü’ne kaydolmuştu. Bazı olaylara adı karıştırıldığı için polisler tarafından aranır duruma düşünce, yurtdışına çıkmış ve uzun yıllar kaçak yaşamıştı. Hollanda’da kalırken, ruhsatsız silah taşımak suçundan polisler tarafından yakalanınca da kendi isteği ile Türkiye’ye dönmüş ve tutuklanarak Ağrı E Tipi Kapalı Cezaevi’ne kapatılmıştı. Burada, devamlı olarak polisler ve MİT. tarafından sorgulanarak ruhi dengesi bozuldu ve baskılarla intihar etmeye zorlandı. Bir gün hücresinde asılmış vaziyette bulundu. Cenazesi, Ağrı’da toprağa verildi.




Sefa Aydın Baltacıoğlu 17.5.1979

Antalya’lı olup 18 yaşındaydı. Ülkücülük suçundan tutuklanarak Antalya Kapalı Cezaevi’ne kapatılmıştı. Cezaevinde çıkan olaylar sırasında yaralanan bir arkadaşına yardım etmek isterken komünist militanların saldırısına uğrayarak aldigi sis ve bicak yaralari neticesinde ağır yaralandı. Hastahaneye kaldırılırken yolda şehit düştü. Cenazesi, Antalya’nın Kumluca ilçesinde toprağa verildi.




Selçuk Duracık 5.6.1983

Yugoslavya göçmeni bir ailenin çocuğu olup 22 yaşındaydı. Ailece, Manisa’nın Turgutlu ilçesinde oturuyor, seyyar satıcılık yapıyordu. Daha önce de bir kaç defa Ülkücülük suçundan cezaevine girmişti. polisler tarafından arandığını öğrenince kendiliğinden giderek emniyete teslim olmuş fakat, yargılandığı “12 Eylül Adaleti” dağıtan İzmir 2. Nolu Askeri Mahkemesi tarafından idam cezasına çarptırılmıştı. 3 Haziran günü, idam edildiğine dair haberler radyodan yayınlanırken İzmir Emniyet Müdürlüğü’nde işkence ile yeni ifadeleri alınmaya çalışıliyordu. Iki gün sonra Buca Kapalı Cezaevi’nde sabaha karşı asılarak şehit edildi.




Veli Can Oduncu 17.7.1988

Türkistan göçmeni bir ailenin çocuğu olup 28 yaşındaydı. CHP. Hükumeti zamanında, Pol-Der.’li polisler tarafından gözaltına alınıp işkence yapılarak imzalattırılan ifadeleri sebebiyle tutuklanmıştı. 10 yıla yakın bir süre cezaevinden cezaevine sürgün edilerek yaşadı. Gaziantep Özel Tip Kapalı Cezaevi’nde yatmaktayken bulunduğu kısımda çıkan bir olay sırasında iki hainin şiş ve bıçak darbelerine maruz kalarak şehit düştü. Cenazesi, İstanbul, Bakırköy-Güneşli Mezarlığı’na defnedildi.




Yaşar Durukan 23.12.1979

Aydın’ın Koçarlı ilçesine bağlı Yeniköyden olup 23 yaşındaydı. Trabzon Karadeniz Teknik Üniversitesi Makina Mühendisliği bölümü son sınıf öğrencisiydi. Ülkücülük suçundan dolayı Trabzon’da tutuklanarak beş yıl hapis cezasına çarptırıldı. Cezasının kalan kısmını tamamlaması için sevk edildiği Koçarlı Cezaevi’nde olay günü, dört komünist militanın şiş ve bıçaklı saldırısına uğrayarak şehit düştü. Cenazesi, köyünün mezarlığına defnedildi.



Yunus Uzun 18.1.1988

Adana’lı olup 28 yaşındaydı. CHP. Hükumeti zamanında, 1979 yılında, Pol-Der.’li polisler tarafından gözaltına alınıp akıl almaz işkencelerle bir çok faili meçhul olayın suçlusu yapılmış ve cezaevine kapatılmıştı. 10 yıla yakın bir müddet, mahkemelerde yargılanarak ve cezaevinden cezaevine sürgün edilerek yaşadı. Son olarak sürgün edildiği Aydın Özel Tip Kapalı Cezaevi’nde elektrik çarpması neticesi şehit düştü. Cenazesi, Adana’nın Karaisalı ilçesine bağlı Kaşoba köyündeki mezarlığa defnedildi.





.................................................................................
................................................................................
................................................................................
.........................................................
Türkler bir ırk ve bir millet olarak haysiyetle yeryüzünün en şerefli
insanlarıdır. Karakterleri pek asil ve yücedir...
Asaletleri alınlarında ve amellerinde yazılıdır... Bütün hareketleri asilanedir ve vecd ile yaşayan
duygulu bir millettir. Onların yurdu efendiler diyarıdır, kahramanlar,
şehidler ülkesidir. Bence insaniyete şeref veren böyle bir milletin
düşmanı olmak insanlığın düşmanı olmaktan farksızdır.
Böyle bir lekeden Allah beni korusun.(amin)

RUHLARI8 SAD MEKANLARI CENNET OLSUN

SELAM SİZE EY ŞANLI ŞAHADET ŞERBETİ İÇMİŞ ŞEHİDLER....


Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et MSNM ICQ
DeliMavi69
Yeni Üye
Yeni Üye



Kayıt: Sep 10, 2005
İletiler: 18

İletiTarih: Per Tem 20, 2006 10:01 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

SEHIT ÜLKÜDASLARIM SIZE MEKTUBUMDUR,
Siz güzel insanlar sehadet mertebesine ulasirken inanclarinizdan taviz vermeden boynunuzu yagli urgana uzatirken dimdik ayakta kaldiniz.
ÜLKÜ denen nazli gelini sevmekten baska kimseyi sevmediniz.Yasantiniz ALLAHIN nizamini yer yüzüne yaymakti. Bu ugurda yasdiniz bu ugurda sehit oldunuz.
Sizleri anlatmak icin sayfalar, günler yetmez. Onun icin sizleri anlatmayacagim .Cünkü sizleri bilenbiliyor.
Siz bilmem biliyormusunuz sizlerden sonra ÜLKÜCÜ HAREKET ne alemde? Ben yinede sizlerle dertlesmek icin yazayim.
Kara 12 Eylülden sonra ülküdaslariniz guruplara ayrildilar.Sanki daha önce omuz omuza beraber mücadele etmemisler gibi BABA ocagi olan MHP den ayrilip gittiler.
O zamandan bu zamana kadar birileri geliyor birileri gidiyor. Mesela YASAR O.diye birini törenlerle baba ocagina aliyoruz.Bu davanin cilesine talip olmus ülküdaslarimiza sebebi nedendir kapiyi gösteriyoruz.
Aslinda yazacak okadar cok sey varki hangi birini yazsam Güzel ÜLKÜDASLARIM bize hakkinizi helal etmediginizi biliyorum.Bana göre bundada haklisiniz.
HAKKINIZI HELAL ETMEYIN TAKI ÜLKÜCÜLER BABA OCAGINDA BIRLESIP SIZIN ZAMANIZDA OLDUGU GIBI BIRBIRLERINI SEVGI VE SAYGIYLA KUCAKLAYANA KADAR.


Degerli ÜLKÜDASLARIM sahi siz niye SEHIT OLDUNUZ ?



ALLAHIN SELAMI BASTA ÜLKÜCÜ SEHITLERIMIZ OLMAK ÜZERE GAZILERIMIZE VEDE YUSUFIYEDEKI YUSUF YÜZLÜLERIN ÜZERINE OLSUN.

ALLAH Türkü korusun ve yüceltsin. AMIN.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
Vuslatim
Forum Yöneticisi
Forum Yöneticisi



Kayıt: Nov 02, 2004
İletiler: 3121
Şehir: Turan/Almanya

İletiTarih: Cum Mar 09, 2007 3:19 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

ÜLKÜCÜ SEHITLER


URL; http://www.youtube.com/watch?v=ntR2lqVrfD8


<embed src="http://www.youtube.com/v/ntR2lqVrfD8" type="application/x-shockwave-flash" wmode="transparent" width="425" height="350"></embed>
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder 1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

  


 
Forum Seçin:  
Bu forumda yeni konular açamazsınız
Bu forumdaki iletilere cevap veremezsiniz
Bu forumdaki iletilerinizi değiştiremezsiniz
Bu forumdaki iletilerinizisilemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © 2001, 2005 phpBB

alt1
1998-2007 Bozkurt NET
alt1
1998-2010 BOZKURT NET
--------------------------------------
Web sitemiz PHP-Nuke (© 2003) kodlarına sahiptir. PHP-Nuke GNU/GPL lisansı altında dağıtılan ücretsiz yazılımdır.
alt1