Bozkurt NET{ Bozkurt NET
  Tıklayın kayıtlı kullanıcı olun
Ana sayfa ::Hasabınız :: Forumlar :: Makaleler :: İndir :: İletişim :: KURALLAR
alt1 alt1 alt1
alt1 alt1
alt1
Atatürk
Başbug
Atsız´ın Mektupları
Bozkurt
Tarihte Türkler
Osmanlı Sultanları
3 Mayis
Türk İslam Ülküsü
Ülkücü Hareket
İslam
Türk Büyükleri
12 Eylül
Dokuz Işık
Kızıl Elma
Doğu Türkistan
Türk Dünyası
Şiirler ve Marşlar
Ülkücü Şehitler
Ülkücüye Mektuplar
Sorular ve Cevaplar
Komünizm
Videolar
Müzikler
Postakartı

alt1 alt1
alt1
 Haber :
 Haber Ekle
 Haber Arşivi
 Arama
 Konular
 Baskıya hazırla
 Üyeler :
 Hesabınız
 Günlük
 Üye Listesi
 Özel İletiler
 ICQ Servisi
 Servisler :
 Kur'an-ı Kerim Meali
 Resim Galerisi
 E-Kart
 Dosyalar
 Müzikli Postakartı
 Cep Melodileri
 İletişim :
 Forumlar
 Bozkurtlar 100
 Bize Ulaşın
 Bizi Önerin
 Dökümantasyon :
 Makaleler
 Fikir ve Tarih Dünyası
 Kısa Nükteler
 Şairler ve Şiirler
 İzlenimler
 Ansiklopedi
 Dosyalar
 Dosya Ekle
 Popüler
 İlk 10
 Bağlantılar
 

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1
AB'YE HAYIR

alt1 alt1
alt1
Makaleler
·Meluncanlar ve Biz
·Türk Tarihi ve Türk Adı
·Amerikan Genç Hristiyanlar Cemiyeti (Y.M.C.A.) ve Amerikan Kolejleri
·SEVR YASALARI MECLİS’TEN GEÇİRİLEREK TÜRKİYE YENİ BİR KURTULUŞ SAVAŞINA BAŞLAMAK MECBURİYETİNDE BIRAKILDI!
·ABD, Alenî Bir Düşman Haline Gelmiştir!
·Dedelerimiz Oğuzlar Çıkmış Yola Aral Kıyısından
·Avrupa Birliğine neden hayır.. Jeopolitik Yaklaşım
·Noel Üzerine
·Gümrük Birliği Anlaşmasının Anayasanın Başlangıç Kısmına Aykırılığı -1-
·Siyasi Konjonktürde Irak Türkmenleri
·Gümrük Birliği Anlaşmasının Anayasanın Başlangıç Kısmına Aykırılığı -2-
·Kıbrıs'ın Türkiyesiz AB üyeliği mümkün mü?
·Avrupa Birliği ve Kıbrıs Konusu
·Internet mi, İnternet mi?
·DİLDE, FİKİRDE, İŞTE BİRLİK (Gaspıralı ve Türkistan)
·İSMAİL GASPIRALI'NIN FİKİRLERİ
·Türkler ve İslamiyet
·Alparslan Türkeş'in Din Anlayışı ve İslama Bakışı
·Gök Tanrı
·Şamanizm Meselesi
·Ruhban Okulu neden açılmamalı?
·Ruhban Okulu
·Çanakkale Savaşları
·Türk Kültüründe Nevruz ve Milli Birlik-Beraberlik
· Sovyetler Birliği’nin Çöküşü ve Yeni Rusya Çeçen Mücadelesi
·Türkçenin Anadil Olarak Dünyadaki Yeri
·Masonların Kirli İşleri
·Gümrük birliği mi; sömürge antlaşması mı?
·17 Ağustos 1999 Depremi ve gizlenen gerçekler

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1

alt1

Önceki Yazıları
Yazar ile iletişime geç



NEZAKET, ZERAFET VE HOŞGÖRÜ 2

Unutkanlık

Unutkanlığımız çoğu kere dert açar başımıza. Bu yüzden adımız görgüsüze bile çıkabilir. Oysa çalışan, her gün bir çeşit problemle karşılaşan insanın dalgın, unutkan olmamasına şaşmak gerekir. Ama yapmanız gereken çok önemli şeyleri, randevularınızı, eşinizin çocuğunuzun doğum vb. günlerini unutuyorsanız, hemen tedbiri alın. Küçük bir akıl defteri tutun. Ve önlemli şeyleri bu deftere kaydedin. Her sabah bu deftere bir göz atmayı da alışkanlık haline getirin. Böylece de sitemler, serzenişler yerine, inceliğiniz zarafetiniz konusunda övgülere muhatap olursunuz.

Teşekkür Etmek Çok mu Zor!

Teşekkür etmesini bilmek hayatınızı kolaylaştıran, çok küçük yaştan itibaren edinmeniz gereken alışkanlıkların en başında gelir. Her fırsatta sizin için bir şeyler yapan, ufacık da olsa bir yardımda bulunanlara teşekkürü ihmal etmeyin. Kenara çekilip size yol veren, her gün büroda çayınızı getiren kahveciye, bir yere girerken sizin için kapıyı açık tutan bir yabancıya vb. muhakkak teşekkür edin. Bu teşekküre, bir de içten gülümseyiş eklerseniz daha da iyi olur. Emile  Zola”Bir kimseye bir lütufta bulunurken buna bir demet de tebessüm ilave etmeyi unutmayın” der.

Maalesef günümüzde teşekkür kelimesini ne biz telaffuz ediyoruz ve ne de  başkasından duyuyoruz.. Kimse kimseye  teşekkür etmiyor. İster yaptığınız iyilik küçük olsun, ister büyük olsun, muhatabınızın ağzından  bir türlü teşekkür sözcüğü çıkmıyor  Siz söylediğinizde de   karşılık verilmediği gibi bir de  şaşkınlık içinde, yüzünüze bakılıyor.Belki de arkanızdan herhalde”bu adam uzaydan gelmiş olmalı” deniliyor. Resmen yadırganıyorsunuz.Yirmi dört saat konuşan( daha doğrusu ses çıkaran)insan için çok mu zor”teşekkür ederim” demek?

Mağazada alış veriş yapıyorsun uz. Parayı ödüyor ve çıkarken haliyle teşekkür ediyorsunuz. Muhatabınız(affedersiniz) bön bön bakıyor. Bir an için endişe ediyor, içinizden;”acaba teşekkür temekle yanlış bir harekette mi bulundum” diye düşünüyorsunuz.

Eskiden her alışverişinizde,dükkan sahibi”Allah bereket versin” der, minnet hislerini bir şekilde size gösterirdi. Bugün ise, bırakın minneti şükranı, adam,elinizden parayı alır almaz arkasını dönüyor, yüzünüze bile bakmıyor. Belli ki, oradan, iş yerinden  bir an için  çıkıp gitmenizi istiyor. Daha sonra da(affedersiniz)aptal “iş yok, para kazanamıyorum” diye  sızlanıp duruyor..

Evet, tabii ki eğitim.Görüyorsunuz ki,.eğitilmemiş(beyni ilimle, kalbi sevgiyle beslenilmemmiş) insandan  esnaf bile olmuyor.Esnaf  olmak, ticaret yapmak, bu yoldan”helal” para kazanmak bir sanattır aziz okuyucu. İnsanlık sanatıdır.Eskiler”Gülmesini bilmeyen dükkan açmasın” derlerdi. Bu itibarla,.İş yapmak, para kazanmak için,”Köşe mi, köse mi”diye sorulduğunda, verilecek olan cevap” tabii ki köse” olmalıdır.

 Biliyor musunuz aziz dostlar, bunu da yabancılar çok iyi yapıyorlar. Çağı yakalamış ülke insanının her iki eli kanda  bile olsa, ona gösterdiğiniz en küçük bir iyilik karşısında dahi size mutlaka teşekkür ediyor. Ve bilhassa da Fransızlar....

Lyon şehrindeyim. Gözlüğümün sapı kırıldı. Gözlükçüye gittik. Genç adam, bizimle 15 dakika civarında meşgul oldu. Önce bizi kapıda saygı ve sevgiyle karşıladı ve daha sonra  oturmamızı sağladı; yapacağı işin   özelliğini hiç erinmeden, yorulmadan dakikalarca anlattı. Alacağı  sadece 12 Euro. Genç Fransız bunu, .herhalde  adı geçen küçük meblağ  için yapmış olamazdı.. İnsan olduğu için ve insanlık adına  hareket ediyordu. O genç insana, bu davranış çok da yakışıyordu. Aynı zamanda, bu arada Fransız milletinin de reklamını en üst seviyeden  yapmış oluyordu..

İzninizle bir örnek daha vermek istiyorum.Paris`te Sen nehrinin her iki  yanında boydan boya  gezi ve  bisiklet yolu vardır.Günün her saatinde burada  Parisli gençler bisiklete binerler ve yaşlılar da yürüyüş yaparlar.Fırsat buldukça, bizler de sık sık bu yürüyüşlere katıldık. Genç adam bisikletiyle   karşıdan  son sürat gelmektedir.  Önünü  açmak için bir  adım kenara çekildiğinizde size teşekkür etmeyi o şartlarda bile  ihmal etmez. Halbuki kan ter içinde kalmıştır. Böyle de olsa döner arkasına, sıcak bir yüzle hem el sallar ve hem de  teşekkürler teşekkürler..  diyerek yanınızdan hızla uzaklaşır.  Siz de  bu durumda haliyle insanlık adına mutlu olursunuz. Kim olmaz ki? Kendi milletiniz için de kahrolur durursunuz. Ve kendi kendinize,” Bu güzel kelimeyi bu insanlar ifade ediyor; bu güzel davranışı bunlar gösteriyor da ; biz niçin birbirimizden esirgiyoruz Allah`ım” diye sızlanırsınız. Sahi, değerli okuyucu,  biz böyle değildik; ne oldu bize?Acaba , neden bu kadar yozlaştık? Oysa biz Müslüman bir milletiz. Mezkur özellik ve benzerleri bizim  şiarımız olmalıydı.Biliyor musunuz, İki Cihan Nebisi, çocukla konuşurken bile, “sen” demez ”siz” diye hitap ederdi.. O şanlı Peygamber,asla emir sığası da kullanmazdı. Yani, “getir” götür” yap”et” demezdi. Hep,”getirir misiniz” götürür müsünüz” verir misiniz” alır mısınız” derdi.. İşte Onlar... işte O yerlerin göklerin;zamanın, mekanın en aziz en asil insanın ümmetinin durumu....

[--pagebreak--]Mazide Böyle miydik?

Hayır, değildik. Geçmişte herhalde çok daha insani ve çok daha medeni idik.

Hiç unutmam, komşumuzdan  bir  tas çorba geldiğinde merhum  can anacığım, minnet ve şükran duyguları içinde, bir değil bir çok defa teşekkür ederdi.Gelen tası da asla boş göndermezdi. Bu  defa da  komşumuz ve  teyzemiz sevgili  Şadiye  halalımız  da aynı  sözlerle mukabele ederdi.  Dikkatinizi çekmek isterim; bu asil ve bu çok aziz insanlar okur yazar da  değillerdi biliyor musunuz?...Onlara  bu üstün vasıfları  büyüklerinden intikal eden “sözlü kültür” kazandırmıştı.. Üniversiteler bitiririz, onlarca  yüzlerce kitap deviririz; sayılmayacak kadar makale,  bir çok eser telif ederiz: ve  büyük büyük makamların başına geçeriz... Ne yazık ki   bir teşekkür kelimesini söyleyecek dil; bir minnet hissini sunacak beyin ve yürek gücüne malik değilizdir. .Yazık bize, yazık size ve yazıklar olsun  şu güzel hayatı ve şu  mübarek  ömrü pisi pisine geçiren herkese!

Yahu, üzülmemek, ve dolayısıyla sinirlenmemek mümkün değil!

Nedir bunca kabalık, yobazlık Allah`ım! Adam, taş desen değil, duvar desen yine değil.Gazetemizde,”İnsan Ve Eğitim” başlığı altında sunduğumuz ve 15 gün boyunca devam eden  yazı dizimizde de sık sık ifade edildiği gibi, boş bir beyinle, sıfırda çalışan bir gönülle ve  abur-cuburla doldurulmuş  bir mide ile tabii ki insan olunamazdı. Olsa olsa kaba sapa düz...birer insan müsveddesi .çıkardı ortaya..İncelik,olgunluk,.Nezaket ve zarafet içi dolu insanların dışarıya yansıttıkları insani  özelliklerdir. Yürek ve beyin ışıklarıdır.

Vefa

Söz buraya gelmişken,.” vefa” kavramı üzerinde de kısaca durmak istiyorum.

Vefa, verilen sözü yerine getirmek, borcunu ödemek, dince ve akılca yapılması lazım gelen şeyi yapıp uhdesinden çıkmak demektir.

Mukabili hulf, yani, sözde durmamak, ahde riayet etmemektir.

Eski dostluğu muhafaza etmeye de vefakarlık denir. İnsan vefalı olmalı;dostlarını, eski hukukunu unutmamalıdır.”

Eskiden, bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı varmış, ne yazık ki şimdi bir gün bile devam etmiyor.  Evet. Geçmişte, bir kelime öğretenin  kırk yıl   kölesi olunurmuş. Üzgünüm, maalesef, günümüzde değil bir kelime, kırk saatte konuşsanız ve ardından da muhatabınıza kırk kitap   hediye etmiş olsanız, bir teşekkür etmeyi bile size çok görüyor. Ve yine bizim kültürümüzde, bir yıkık değirmen kırk yıl beklenilmiş.  İçinde bulunduğumuz zamanda, emektar değirmenin  odunları yakılıyor ve taşlarından da t....t yapılıyor.

Hiç unutmam, çocukluğumda, evimizin kapısı kapanmazdı.. Kış  gününde, dışarının soğuğu olduğu gibi   içeriye girerdi. Rahmetli babam yeni bir kapı temin etti ve o eski kapıyı da           kırdı döktü ve yakması için  valideme verdi. Rahmetlinin, yaş odunları tutuşturmak için o parçacıklara  ihtiyacı olmasına rağmen,bir türlü eli  varmadı, gönlü izin vermedi. Zaman zaman   onlara bakar, için için ağlardı.

Sebebini merak edip  sorduğumuzda,” bu kapı uzun yıllar boyunca   bize ve bizden öncekilere hizmet eti.Ayrıca, Benim  babamı ve sizin delerinizi de gördü. Emektarımızdır.Benim yanımda hatırası  çok  büyüktür..”derdi.

O hurdayla kendi  hali arasında bir benzerlik bulmuştu. Sanki aralarında gönül bağı vardı. Biliyor musunuz,anacığım hayatta kaldığı sürece o hurdayı yakmadı. Bırakın insanları, onlar insan dışındaki  eşyaya karşı bile  böylesine   derin bir duygu taşırlardı..

İşte”vefa” budur can dostlar!Bu mukaddes duygu  ta oradan yani  eski bir kapının  hurdasından  başlar.

İnsan olmak, ne güzel şey Allah`ım! İnsanca yaşamak ve insan gibi bu dünyadan ahret yurduna kahramanca  göç etmek gerçekten de harika Rabbim!

[--pagebreak--] Unutmayın, unutulmasın; Güzel ömür ve güzel ömür...Bu  hayatta kaliteli ve seviyeli yaşayanlar(İnsanca, İslam`ca ve Türkçe) tabii ki güzel bir ölümle gideceklerdir ukbaya. Alkolle, kumarla, yalanla dolanla , fuhuşla  bir arada  hayat sürmek ise, ne insancadır, ne İslamcıdır ve ne de Türkçe`dir! Olsa olsa böyle bir hayatın tek bir adı vardır, o da ;hayvancadır! (İnsana hizmet için yaratılmış  ve fıtratlarına uygun bir hayat yaşayan mübarek dört ayaklı  canlılardan özür diliyorum. Ne yapalım, canımız yandığında ve çaresiz kaldığımızda  hemcinsimiz(!)olan  iki ayaklı  varlıkları onlara benzetiyoruz.Bu yaptığımızın doğru bir şey olmadığını ve buna  hakkımızın da bulunmadığını  ve  dolayısıyla büyük bir günah işlediğimizi de biliyoruz. Sevgili dört ayaklı hayvan dostlarımızdan özür dilemekten başka da elimizden bir şey gelmiyor.)

Evet, kısaca vefa,bize karşı yapılan  küçük  büyük maddi manevi  her  türlü iyiliği dünya ve ahrette unutmamaktır. Bunun muhatabı biz olmayabiliriz de. Olsun...Vatana, millete, tarihe kültüre.. sunulan her çeşit hizmet de bize şahsımıza yapılmış sayılmaktadır.Binaenaleyh, gerek.Milli Mücadele şehitlerimize ve gerekse 1980 öncesi hayatlarının baharında kara toprakla kucaklaşan Ülkücü  kardeşlerimize “Vefa”borcumuzun bulunduğunu   bir an olsun aklımızdan çıkarmayalım.

Vefa....

Ne aziz bir duygu, ne  çok insanca bir özellik değil mi dostlar?..

Vefasızlığı ise, hiçbir canlıya  yakıştırmam, yakıştıramam ben.

“Vefasız insan, itten bile aşağıdır” diyen  bize göre ismi geçen “sadık” yaratıktan mutlaka özür dilemelidir. Çünkü,şu gök kubbe altında vefasız  insanı benzetebileceğiniz hiçbir  varlık yoktur.

Kutuz köpek mi daha tehlikeli, zehirli yılan mı diye bana sorsalar; vereceğim cevap şöyle olurdu:

Vefasız insan...

Sence deprem mi daha zararlı, öldürücü salgın hastalıklar mı, deseler:.

Vefasız insan daha tehlikeli, derdim.

Beni gerçekten düşündüren ve sizlerin de ilginç bulacağınıza inandığım bir hatıramı burada sizlerle paylaşarak bu faslı noktalamak istiyorum..

Bir zamanlar İstanbul Cağaloğlu`nda ,Yahudi bir  komşumuz vardır.  Kağıt ticareti ile iştigal ediyordu..Hiç unutmam, gün görmüş, aklı başında  olan bu yaşlı vatandaşımız yayınevimize gelmiş,  bir  tanıdığımız ile ilgili  şunları söylemişti.” Öyle tahmin ediyorum, Ahmet   Beyle siz iyi görüşüyorsunuz. Biz  de, bir süre o arkadaşımızla   alış veriş yaptık.. Her şey çok iyi gidiyordu. Herhalde işleri bozuldu ,en son  aldığı kağıdın parasını bana bir türlü ödeyemedi  Bir azmanlar arkadaşın evinde,  eşinin elinden bir bardak çay içmiştim. Bunu  düşünerek,   icraya   veremedim.Sizin anlayacağınız, Böyle bir harekette bulunmama  ve çocuklarını  incitip üzmeme “o bir bardak çayın hatırı “  izin vermedi. Ne yapacağımı bilemiyorum.  Acaba,sizden rica etsem,  Ahmet Beyi gördüğünüzde,  bir ara bana uğramasını söyler misiniz?” demişti.

Gördünüz  değil mi,”vefa” anlayışını  aziz okuyucu? Mukaddes davama  omuz verenler,sevda ekenler, gönül serenler ne dediniz? Böyle bir durumda sizin tavrınız nasıl olurdu? “İslam`a hizmet adına” mangalda kül bırakmayanlar... Ve kendileri gibi düşünmeyenleri İslam sarayının kapısına dahi yaklaştırmayan zavallılar,biraz önce verdiğim çrneği, kulaklarınıza küpe olarak taksanız. Bazılarınız, dava arkadaşlarınızda gördüğünüz küçük bir hata, basit bir kusur karşısında  “belden aşağı” vurmayı kahramanlık sanmaktasınız. Hatta bir çoğunuz, bunu, İslam adına, davaya hizmet niyetiyle(?!..) yapmaktasınız. Olur mu?..Vefa mı bu ? Merak ediyorum,acaba “Vefa” kavramından  ne anlıyorsunuz?  Öyle tahmin ediyorum, herhalde bu kavram, sizin  kitabınızda İstanbul`da bir semt ismi olarak geçiyor .Şayet böyle olmasaydı,”vefasız insanın itten daha aşağı bir varlık olduğunu”  bilmiş olsaydınız, kutsal kavramlar adına, elinizde  kazma, dilinizde dedikodu iftira   etrafta  savrulup durmazdınız.Bu derece, bozmak için beyin, yıkmak için gönül, dağıtmak için aile aramazdınız..

Eyvah!..Çok  yazık!..Çok!...

Yeri gelmişken,biz buradan, bu yüce duyguyu”vefa” duygusunu tatmamış ve ondan yeteri kadar nasibini almamış   kimselere, Biraz önce örnek gösterdiğimiz Yahudi vatandaşımızın “vefa” anlayışını bir beyin bir gönül  ve bir yürek ilacı olarak  her daim yanlarında bulundurmalarını ve  akşam sabah  devamlı kullanmalarını  hararetle tavsiye etmek  istiyoruz.

[--pagebreak--]İnsan Olmanın ve İnsanca Yaşamanın Ön Şartıdır Nezaket

Belma Aksun Hanımefendi, Görgü Yaşama Sanatı isimli değerli  kitabında  konumuzla alakalı çok güzel şeyler söylemektedir.

“Toplum hayatında çoğu kere iyi niyetli oluşunuz, duygularınız nasıl davranmanız gerektiğini tayine yetmez. İşte  o zaman imdadınıza”görgü”  yetişir. Bunun için de tek yol, görgü kurallarını öğrenmektir.

Evet,  görgü, öğrenilir. Zira insan görgülü, terbiyeli doğmaz. Bu özelliklere sonradan sahip olunur. Tıpkı okuma, yazma ve konuşma gibi...

Nezaket, kibarlık hiçbir sınıfın, zümrenin tekelinde değildir. Bu konuda paranın ve sosyal mevkiin ne kadar az katkısı olduğuna hemen hemen her gün şahit  olursunuz.

Bazıları şöyle diyor:

Zaman da değişti, yaşama şekli ve anlayışı da... Öyleyse görgülü, nazik olmak gereksiz artık? Kesinlikle  hayır!! Karşılıklı saygı ve anlayış temeline dayanan görgü kuralları, ufak tefek değişiklikler ile bugün de, yarın da önemini, gerekliliğini koruyacaktır.

Konfiçyüs, “Nezaketten kaynaklanmayan, yani içten, yürekten gelmeyen erdem, erdem değildir” der. Kibarlık, zarafet ancak içinize sindirilmişse, ölçülerinize göre dikilmiş bir elbise gibi üzerinize oturmuşsa güzeldir ve de gerçektir. Yoksa sırtınızda iğreti duran bir kiralık elbise izlenimi bırakıyorsa, bir özentiden öteye gidemez ve de inandırıcı olamaz.

Kibarlığın Tarifi

Kibarlığın, zarafetin bin bir çeşit tarifi yapıla gelmiştir günümüze kadar. Kimi, “kibar kişi, yalnızken bile çayına şekeri maşayla atandır” demiş. Kimi, “kibar, zarif adam bir kadının çıplak olarak bulunduğu banyoya girince: “Pardon beyefendi” diyerek kapıyı çekip çıkandır” demiştir.

Kimisi de, “gerçek bir centilmen, dağ başında, ıssız bir ormandaki kulübede tek başınayken bile akşam yemeğini tıraş olmadan, smokin giymeden yemeyendir” diye ahkam kesmiştir.

Görgüyü, aşırı şekilcilik ve de ukalalıkla karıştırmamalıdır. Kişiyi başarıya, üne, şerefe götüren bir mucize yol da değildir. Ne var ki, sosyal ilişkilerde önemli bir rol oynadığı, toplumla uyum içinde yaşamayı kolaylaştırdığı da inkar edilemez.

[--pagebreak--]Ve Görgü Dediğiniz Öğrenilir...

Kibarlığın, inceliğin elbette yürekten geleni değerlidir. Ne var ki, sosyal ilişkilerde çoğu kere iyi niyetiniz, sezgileriniz, ne türlü davranmanız gerektiği tayine yetmez. İşte o zaman görgü yetişecektir imdadınıza. Bunun için de tek yol, görgü kurallarını öğrenmektir. Ana dilinden, yürümeye, yemek yemeye varıncaya kadar her şeyin öğrenildiği şu dünyada görgü de öğrenilir elbet. Hem de her yaşta, her zaman.

Unutmayınız ki, toplumda nazik kişi kaba birinden, terbiyeli, bir küstahtan daha kolay kabul edilir. Ve de tutum ve davranışlarında tutarlı biri bir dengesizden, savruktan daha çok güven verir. “Edep, edepsizliğe tahammüldür” der Mevlana. Bir bakıma görgü, terbiye de öyledir işte. Her zaman, her şarta, hatta bir terbiyesiz karşısında bile kişinin terbiyesini, kibarlığını koruyabilmesidir. Aksi halde, o terbiyesiz, görgüsüz kişinin seviyesine inerseniz zira.. Aman dikkat!

 Neden Görgü?

Nerede, nasıl davranacağınızı bilmek önemli değildir gerçekten. Zira el sıkma gibi en basit, en iyi bildiğinizi sandığınız bir şey yüzünden bile bir gün mahcup duruma düşebilirsiniz. Sabırsızlık edip de sizden yaşça, sosyal mevkice üstün birinden, ya da bir kadından önce uzatırsanız elinizi ve de karşınızdaki az biraz katı, acımasız biriyse, elinizi öylece havada bırakıp yaptığınız görgü yanlışını vurabilir yüzünüze...

Neden görgü? Toplumla ve fertlerle ilişlilerinizin uyum içinde ve rahat olması için görgü... Kendinize güveninizi kazanmanız, toplum içindeki davranışlarınızda size puan kaybettiren gaflardan ırak olmanız için görgü... Kimi zaman sizi çekingen, hatta pısırık yapan “yanılma” korkusu yüzünden insan içine çıkmaktan, hayatın pek çok güzelliklerini yaşamaktan alıkoyan o eksiklik duygusundan kurtulmanız için görgü.

“Teşekkür etme, sosyal hayattaki alışkanlıkların kuşkusuz en güzellerinden biridir. Geçmeniz için kenara çekilip size yol veren, ya da önünüzden içeri giren bir yabancının sizin için kapıyı açıp tutması vb. gibi zarif bir davranışa teşekkür etmekten sakın üşenmeyin.”

“Temiz bir mendil her zaman bulunsun yanınızda. Ama özellikle nezle, grip olduğunuzda hiç eksik etmeyin onu yanınızdan.

Öksürürken, aksırırken sol elinizin tersi ilen ağzınızı kapatın. Eğer mendil çıkarabilecek kadar vakit bulabilirseniz, mendilinizle yapın elbette bunu. Bu işte sol elin görevlendirilmesinin sebebi, şaşıp, yanılıp birinin elini sıkma zorunda kalırsanız nezlenizi vb. ona geçirmeyesiniz diyedir. Nezle, gripken kimsenin eline sıkmamak en iyisidir elbette. Mazeretini söyleyip özür dileyiverin.

Öksürmek, aksırmak gibi kaşınmak da bir bedeni ihtiyaçtır ama Allah aşkına, öyle ulu orta kaşınmayın. Pek bir çirkin, iğrenç oluyor zira insan.”

Masum Olmasına Masumlar Ama...

“Enseyi kaşımak, alnı ovuşturmak gibi masum ama hiç de iç açıcı olmayan hareketler vardır. Ya da “evet” yerine “hıı”, “efendim” yerine “ha” gibi ünlemler, “efendime söyledim”, “ondan sonracığıma”, “anladın mı?”, “tamam mı?” gibi laflar vardır. Adım başında tekrarlamayı alışkanlık haline getirdiğimiz. Başta pek önem verilmez ama giderek rahatsız edici olurlar. Varsa böyle alışkanlıklarınız, tez elden vazgeçmeye bakın. Zarafetinize gölge düşürürler zira.

“Bazen yorgun, uykusuz olabilirsiniz elbette. Ama yine de kalabalık yerlerde, misafir bulunduğunuz evde ve evinizde misafiriniz varken zinhar esnemeyin. Zira sadece incelikten yoksun bir davranış olmakla kalmaz, kişiye tembel, miskin bir görünüş verdiğinden estetik yönden de çirkinleştirir sizi. Aman dikkat!.. Kendinizi tutamazsanız da, ağzınızı açmadan esneyin bari. Yo, yo, (olur mu hiç?) demeyin de, bundan böyle engellemediğiniz esnememeleriniz kapalı dudaklarınızın gerisinde hapsetmeye bakın.”

[--pagebreak--] El Sıkma Deyip Geçmeyin!

“El sıkma konusunda genel kural şöyledir: Kadın erkeğe, yaşlı gence, sosyal durumu daha yüksek olan daha altta olana önce uzatır elini. Eğer bu kurala uymadığınız için sabırsızlığınız ve bilgisizliğiniz yüzünüze vurulursa, yani eliniz havada kalırsa sakın kızmayın. Aceleciliğiniz az biraz acımasızca cezalandırılmasıdır bu.

El sıktığınız zaman karşınızdakinin yüzüne bakmanız gerektiğini hiç aklınızdan çıkarmayın. Bu bakışa bir de içten gülümseyiş eklerseniz şu sıradan jestle, karşınızdakine gerçekten önem verdiğinizi gösterecek bir incelik katmış olursunuz. Bir de aksini düşünün, yani birinin elini sıkarken bir başka yanan baktığınızı ya da bir başkası ile konuştuğunuzu... Onu hiç mi hiç umursamadığınız bundan daha bağıra çağıra ifade edemezsiniz doğrusu. Ya onun yüzündeki düş kırıklığı, sıkıntı?.. Yo, yo, dalgınlıkla bile olsa sıkın bunca kabalaşmayın, hoyratlaşmayın olur mu?

Beyler, size uzatılan  eli  gönül duygularınızı katarak sıkınız.En güzel el sıkışma şekli;”el ele, göz göze ve gönül gönüle olanıdır. . Ve siz hanımlar, eldiven gibi dümdüz uzatmayın elinizi öyle. Görgülü kişinin el sıkışı; fazla değil ama yeterince enerjik ve de kısa ama aceleci değildir, unutmayın.

Sağ eliniz meşgul diye sol elinizi uzatmak, tembelliktense, nezaketsizliktir. Hiç değişse özür dilemeyi ihmal etmeyin.

Genç kızlar, bir hanım ya da yaşlı bir beyin elini sıkmak için sağ eldiveninizi çıkarmanız gerektiğini unutmayın. Hatta sokakta bile... Zorsa bunu çabucak yapmak, eldivenli olarak da uzatabilirsiniz elinizi. Ama hemen sonra çıkarın da, eldivensiz olarak vedalaşmaya hazır olun.

Bizde kadın olsun, erkek olsun, büyüklerin elini öpmek adettir. Bir saygı, sevgi ifadesidir. Batıda ise kadınların eli öpülür. Yalnız el öpüldükten sonra başa konmaz biliyorsunuz bu modern el öpmede. Bizde de özellikle belli bir çevrede (kimi bürokratlarda ve de burjuvalarda) benimsenmiş bu çeşit el öpmede, ancak evli ve dul kadınların eli öpülür. Bir genç kızın ve bekar kadınların eli öpülmez. Ancak bu sonuncular, belli bir sosyal mevki sahibi ve de çok çiçeği burnunda genç değillerse, onların da eli öpülür.”

El Sıkışmanın Faziletleriyle İlgili  Hadisler

Herhangi iki Müslüman karşılaşır da el sıkışırlarsa, henüz birbirlerinden ayrılmadan mutlaka bağışlanırlar.”(Ebu Davud-Tirmizi:Bera,(r.a.)den.

Yüce peygamberin mektebinde yetişen Ashab-ı Kiram sadece Resulüllah(a.s.) Efendimizin mübarek ağzından çıkan sözleri ezberlemekle kalmazlar, gereğince amel de ederlerdi. Nitekim yapılan sahih tespitlere göre, Ashab-ı Kiram`dan iki kişi karşılaşınca el sıkışırlar; seferden döndükleri zaman karşılaştıkları müminlerle kucaklaşırlardı Tebarani onların bu güzel halini sahih rivayetlere dayandırarak kendi kitabında nakletmiştir.

Ashab-ı Kiram`a bu hususta şu bilgi verilmiştir:

Şüphesiz ki mü`min, mü`min ile karşılaşınca,. Selam verir, onun elini tutup müsafahada bulunursa, ağaç yaprakları (sonbaharda) nasıl dökülürse, onların da günahı öylece dökülür.”(Tebarani/el-Evsat`ta:Hüzeyfe b.Yeman(r.aç)`den)

“Şüphesiz ki iki Müslüman karşılaştıkları zaman el sıkışır, birbirinin hal ve hatırını sorarsa, Allah aralarına yüz rahmet indirir. Doksan dokuzu, yüzü daha beşüş (güler yüzlü) daha mütebessim ve kardeşini daha iyi, daha güzel sorana aittir.”((Tebarani,:Ebu Hüreyre (r.a.)`den)

 El Sıkışmak, Kin Ve Nefreti Giderir.

Her şeyden önce, el sıkışmak bir ibadettir.  el sıkışmak bir ibadettir.Bu hareket, eğer adet yerini bulsun düşüncesiyle yapılmazsa, onlarca  faydası vardır.

İletişim kurmak için  tek vasıta sözcükler değildir.  Başka araçlara da ihtiyaç vardır. Gerçekte St.Exupery`nin dediği gibi,”Sözcükler yanlış anlaşılmaların kaynağı kaynağı olabilirler.” Sokakta bir kişiyi gördüğüm zaman her zaman şuna benzer bir söz söylerim:”Günaydın. Nasılsınız?” Çoğu kez karşımdaki hışımla cevap verir:”iyi!” Ben de şöyle düşünmekten kendimi alalamam:”O halde neden yüzün iyi olduğunu söylemiyor?”.

Birbirimizle gülümsemeyle, el sıkışmayla, kucaklaşmayla, gülmeyle, göz temasıyla, dokunmayla, sarılmayla, bağrımıza basmayla ve benzeri çok sayıdaki jestle de konuşuruz. Bunlar da bir dili oluşturur. Bazıları şöyle derler:”Sözcüklerden daha yüksek sesle konuş”. Kadın  ya da erkek olsun, bir kişi elinizi sıkınca onun hakkında çok şey söyleyebilirsiniz. Bir kucaklaşma pek çok mesaj gönderebilir. Bir bakış bile, binlerce sözcüğü telkin edebilir. Buna karşın pek azımız bu sözsüz mesajların gücüne saygı gösteririz. Bu hareketlerin bize başkaları için neler söylediğini düşünmeyiz bile.(Leo Buscaglia, Birbirimizi Sevebilmek, 68.)

“İslam`ın toplum yapısına getirdiği öyle güzel ve yapıcı prensipler vardır ki, uygulandığı takdirde huzurlu güvenli bir toplum oluşur. Aradaki kin ve düşmanlıklar kalkıp yerini kardeşliğe, dostluk ve yakınlığa bırakır. Örneğin, el sıkışmak, kin ve düşmanlığı;hediyeleşmek yalnızlık ve garipliği;karşılıklı sevgi ve saygı kurma, haset ve nefret duygularını giderir. Selamlaşmayı da bunlara eklersek, sözü edilen prensiplerin nasıl geniş bir rahmet olduğunu anlamakta gecikmeyiz.

Resulüllah Efendimiz bu konuda şu güzel tavsiyede bulunmuştur:

“El sıkışın ki sizden kin ve nefret gitsin, hediyeleşip sevişin ki, düşmanlık ve ayrılıp bölünme gitsin.”(İmam Malik,:Ata`el-Horasani`den)

[--pagebreak--]Nezaket, İncelik Ve Yumuşaklığın Faydaları

Biraz önce yukarda ismini takdim ettiğimiz  o muhteşem eserinde Celal Yıldırım Hocamız nezaketin insana kazandırdığı üstün özellikleri şöyle  sıralıyor

-Kişiyi kabalıktan uzak tutup gerçek anlamda medeni bir düzeye eriştirir.

-Ruhunu inceltip geliştirir, Allah`tan tertemiz geldiği bibi, tertemiz O`na dönmesine yardımcı olur.

-İmanın kalpte iyice kök salıp dal budak vermesini hızlandırır.

-İnsanı iç huzuruna kavuşturup vicdanen rahat ettirir.

-Günahların temizlenip bağışlanmasına sebep olur. Tövbe ve istiğfarla birleşince, ilahi rahmet ve gufranın daha çabuk inmesine yardımcı olur.

-Huzurlu bir aile yuvasının devamını sağlar. Yetişmekte olan nesli şekillendirip sağlam karakterli bir soyun oluşmasında rol oynar.

Toplum yapısında çatlakların meydana gelmesini önler. İnsanların daha iyi kaynaşıp anlaşmasını sağlar.

-Kaba ve katı insanların yumuşamasına yardımcı olur.

-Allah`ın sevgi ve inayetine mahzar olma düzeyine getirir.

-Ahret gününde Resulüllah(A.S.) Efendimiz`in sancağı altında toplanma bahtiyarlığına eriştirir. O`nun o tatlı ve içenlerin bir daha susayamayacağı Yavuz`dan su içmeyi kolaylaştırır.  

Bu konu ile ilgili otuza yakın hadis-i şerif vardır. Hepsini buraya nakletmeye gerek görmüyoruz. Ancak konuyu yeterince açıklayıp okuyucularımızı aydınlatacak kadarını nakletmekle yetiniyoruz.

Şanlı Resul buyurdu:

“Şüphesiz ki Allah Refik`tir.(Şefkat, yumuşaklık ve merhamet sıfatlarıyla muttasıftır), o bakımdan her şeyde ve işte şefkat ve yumuşaklık;merhamet ve incelik ister.(Buhari-Müslim:Hz.Aişe(R.A.)dan)

Yumuşak Huyluluk, İncelik Ve Şefkat Hayrın Kaynağıdır

Kimde bu güzel sıfatlar bulunursa, o cidden hayırdan, iyilikten ve güzellikten yeterince nasibini almıştır. Kimde bulunmazsa, o da bir çok hayır iyilik ve güzelliklerden mahrum kalmıştır. Çünkü bütün iyilikler, güzellikler şefkatli, merhametli, yufka, yumuşak, ince zarif bir kalpten kaynaklanır. Katı ve hırçın bir gönülde bunların eseri yoktur.

Sevgili Peygamberimiz bu güzel haslete işaret buyurarak şöyle açıklama yapmıştır:

“Kime şefkat, yumuşaklık ve incelikten payı verilmişse, gerçekten ona hayırdan nasibi verilmiştir. Kim de şefkat, yumuşaklık ve incelikten nasibini almamışsa, cidden o hayırdan nasibini almaktan mahrum olmuştur.”(Tirmizi)

Hoşgörülük

“Tolerans”diye de ifade edilen hoşgörülüğü, dini esaslardan fedakarlık, namus ve haysiyet gibi “olmazsa olmaz” olgulardan fedakarlık etme şeklinde anlamak doğru değildir. Zira buna kimsenin salahiyeti yoktur. Din, Allah`ın dinidir, Namus, şeref gibi kavramların da dokunulmazlığı vardır.Bunlar  mutlaka korunması gereken şeylerdir.Bir de yapılan  kötülük veya ayıp şayet toplumu ilgilendiriyorsa, on u hoş görmeye, affetmeye kimsenin hakkı yoktur.

“Müsamaha (tolerans) sözüyle, birinin şahsi hatalarını yüzüne vurup utandırmadan, başkalarının yanında onu mahcup etmeden, sabır ve anlayışla kusurunu telafi etmesine imkan manası anlaşılmalıdır.”

Nitekim Hz.Aişe validemiz, Efendimizin müsamahasını anlatırken şahsi hiçbir meselesinden, uğradığı zararlardan dolayı kimseleri incitmediğini, kimselerden intikam almaya kalkmadığını ifade eder.di”(....)

[--pagebreak--]Yeni Müslüman olmuş ve İslam`ın yüce ahlak esaslarını bütün varlığı ile benimseyip olgunlaşma fırsatını henüz bulamammış bedevilerin(Bedevi:Çölde çadırda yaşayan, medeni olmayan, iptidai bir tarzda hayat süren) kaba ve haşin davranışları olurdu. İçinde yaşadıkları iklim ve medeni imkanlardan uzak hayat şartları, onları biraz da böyle olmaya adeta zorlardı.

Bir defasında Efendimiz Mescid`i Nebevi`de ashabı ile oturmuş konuşuyorlardı. Bedevinin biri içeri girdi. İki rekat namaz kıldıktan sonra ellerini kaldırıp:”Allah`ım! Bana ve Muhammed`e rahmet et! Kimseye de bizimle beraber rahmet etme!” diye dua etti. Bunu duyan Nebiyy-i Muheterem(S.A.):”Pek geniş olan ilahi rahmete sınır çektin yahu!” buyurarak bedevinin hatasını tashihe çalıştı. Bu bedevi biraz sonra kalkıp Mescid-in bir tarafına giderek abdest bozmaya başlayınca, şaşkınlıklar içinde kalan sahabeler bağırıştılar. Hz. Peygamber işe müdahale ederek”Onu kendi haline bırakın ve yaptığım idrar üzerine bir kova su döküp temizleyin. Sizler ancak kolaylaştırıcı olarak gönderildiniz, zorluk çıkarmak için gönderilmediniz.” Sonra bedeviyi yanına çağırarak ona dede ki:”Bu mescitler ne bevil, ne de başka bir pislik içindir. Bunlar Allah`ı anmak, namaz kılmak ve Kur`an okumak için yapılmıştır.”(Buhari: Ebu Hüreyre(r.a.)den)

“İnsana öyle geliyor ki, saha bilerden çok Hz. Peygamber`in hiddetlenmesi, kendi mübarek Mescid`inin maruz kaldığı böyle bir hakaret karşısında asıl  O`nun öfkelenmesi gerekirdi. Fakat Resul-i Ekrem düşünüyor ki, bedevi bu işi kasten yapmamıştır. Cehaleti sebebiyle böyle davranmıştır. Şu halde ona kızıp bağırmak, azarlamak doğru bir hareket olamazdı.

 Hoşgörünün Müstesna Bir Örneği

Bir başka seferinde Resulüllah(s.a.)Mescid`i Nevevi`den çıkarken bedevinin biri geldi. Cihan Peygamberinin eteğini şiddetle çektikten sonra:

-“Develerimi buğday ile yükle! Çünkü sendeki mal ne senin, ne de babanın malıdır!”dedi. Bu ani ve şiddetli çekiş sebebiyle, Efendimizin üzerindeki sert yakalı ridası boynunu kızartmıştı. Bedevinin bu yaptığı muhakkak ki çok kaba ve görgüsüzce bir davranıştı. Efendimiz buna üzülmüştü. Bedeviye dönerek:

--“Evvela beni incittiğinden dolayı özür beyan et; sonra ben de senin istediğine bakarım.” Dedi. Bedevi:

-“Özür beyan etmeyeceğim!”diye karşılık verdi ve bu sözleri birkaç defa daha tekrarladı.

Halbuki  Resul-i Ekram, bedeviye bir ahlak dersi vermek istemişti. Fakat beriki hiç oralı olmuyordu.

Hz. Peygamber, bedevinin sözüne ehemmiyet vermedi. Ashabından birine dönerek:

-“Bu adam için şu develerin birine arpa, diğerine hurma yükle!” diye emredip yoluna devam etti.(Ebu Davud, edeb,1)

“Hoşgörülü olmak büyük gönüllerin işidir can okuyucu. Kendinden emin, yaptığın doğruluğundan şüphe etmeyen ve ilahi hikmet gereği, insanoğlunun çeşitli hazımsızlık ve zaaflarla malul olduğunu bilen asil insanlar hoşgörü sahibi olabilir. Şanlı Resul, olgunluğun yüce doruğunda bulunduğu için şahsına karşı yapılan kabalıkları tebessümle karşılamış ve Yunus`un dediği gibi, yaratılanı Yaratan`dan ötürü hoş görmüştür. Müslümanların da karınca misali onun yolunda olması, ona benzemeye çalışması, canlarını sıkan bazı davranışları hoş görmeye gayret etmesi, ona bağlılıklarının hem gereği, hem de nişanesidir.”(M.Yaşar Kandemir,İslam Ahlakı,289)

İbn Mes`ut(r.a.) de diyor ki:Resulüllah (a.s.) Efendimiz buyurdu: Peygamberlerden bir peygambere kavmi dayak atmak suretiyle vücudunu yara bere içinde bırakmışlardı. O, yüzündeki kanı eliyle silmeye çalışırken şöyle diyordu:” Allah`ım! Kavmimi bağışla, çünkü onlar gerçeği bilmiyorlar.”(Buhari Mülim:İbn Mes`ud(r.aç)den

Yine Resulüllah Efendimiz, insanın ahi retteki derecelerini yükselten amellerden söz ederken, hoşgörüye, ılımlı olmaya, yumuşak ve incelik örneği vermeye geniş yer ayırmıştır. Sahih rivayete göre, Efendimiz bu konuda şöyle buyurmuştur:

“ Size Allah`ın hangi ameller  sebebiyle (Cennet`teki) konakları yükselteceğinden ve dereceleri artıracağından haber vereyim mi? Ashab-ı Kiram da: “Evet, Ya Resulüllah!” deyince şöyle buyurmuştur: “Sana karşı cahilane davranana hoşgörülü olup yumuşak davranırsın; sana zulmedeni bağışlarsın; sana vermeyip mahrum bırakana verirsin; senden ilgisini kesen hısımlarınla ilgi kurup devam ettirirsin...” (Taberani-Bezzar:Ubade b. Samit(r.a.)den.)

[--pagebreak--]

 Yumuşak Huyluluk

“Uysal, problem çıkarmayan, hoş geçinen insanlar için kullandığımız bir kelime vardır. “Halim ve selim” Bu iki kelimenin ilki” hılım” kökünden gelir. “Hilim” yani yumuşak huyluluk sıfatına sahip olan kimseye” halim” denir.

Hilim denilen bu güzel huy, haklı haksız her şeye boyun eğme değil, öfkelenebilecekken öfkelenmememe, intikam alabilecek güçteyken almama, affedebilme; hoşlanılmayacak şeylere sabretmek demektir. Nitekim Allah Resulü de, en güçlü, en hilimli kimseyi anlatırken bu özelliğe dikkat çekmiştir: Sizin en güçlünüz, öfke halinde öfkesine hakim olabilen, en hilimliniz de gücü yettiği halde, affedeninizdir..” Bir gün Ashabına,”Size göre pehlivan kimdir?” diye sormuş, onlar da”Güçlülerin dahi yenemediği kimse” cevabını vermişler. Peygamberimiz ise,”Hayır” buyurmuş. “Gerçek pehlivan o değildir. Gerçek pehlivan öfkelendiğinde öfkesine hakim olabilen, kendisini tutabilendir.”(Müslim,4:2014;Müsned,1:382)

Resul-ü Ekram(a.s.) çok az kızar, çabuk hoşnut olurdu. Asla kaba ve kırıcı davranmaz, ama böyle davranışlarla da karşılaştığında da mukabelede bulunmaz, sabırla karşılar, katlanırdı. Böylece kaba, sapa ve cahilce yapılan hareketlere karşı hilimle davranmakla ümmetine de güzel bir örnek olurdu.”

Resulüllah`ın bütün mü`minlere değişmeyen mesajlarından biri de şöyle idi:”Kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Müjdeleyin, nefret ve bıkkınlık vermeyin!.”(Buhari-Mülim:İbn Abbas(R.A.)den)

Şu hadise de Resulüllah`ın eşsiz hilmine bir numunedir: Zeyd bin Süne isimli bir Yahudi bilgini vardı.

Hz.Ömer bu kendini bilmezliğe dayanamamış, oldukça öfkelenmiş ve ağır şekilde karşılık vermişti. Yüce Resul ise gülümsüyordu.”Ey Ömer!” dedi. “Ben de, o da  bu türlü davranıştan daha iyisine muhtacız. Bana borcumu güzellikle ödememi, ona da alacağını medenice istemesini tavsiye etmeliydin. Daha borcunun ödenmesine üç gün vardı.”

Daha sonra Şanlı Peygamber, Hz. Ömer`e alacağının verilmesini, yirmi sa`hurma da fazla vermesini emretti. Hz. Ömer emre uydu. Bu durum Zeyd bin Süne`nin Müslüman olmasına yetmişti. Ama Zeyd bin Süne niçin böyle davranmıştı? Elbet bir sebebi vardı. Bunu Hz. Ömer`e şöyle anlattı:

“Ey Ömer! Hz. Muhammed`de iki şey dışında bütün peygamberlik alametlerini görmüştüm. Biricisi hilmi, karşılaşacağı kabalık ve cahillikleri aşıyor mu, aşmıyor muydu? İkincisi de”En kaba ve cahilce hareketler hilmini artırıyor muydu, artırmıyor muydu? Bunları görmekti. Bu konuda herhangi bir denemede bulunmamıştım. Ona söylediklerimi işte bu maksatla söyledim. Gördüm ki bu iki sıfat da onda bulunuyormuş.”(Mecmaü`z-Zevaid,8:240)

Bu husustaki  rivayetlerin tamamı, beşeri münasebetlerimizde nasıl davranmamızı, toplum içindeki yerimizi almamızı, nefsimize hakim olarak hayat yolunda ilerlememizi, kabalık, sertlik, hırçınlık ve kırıcılık gibi dost ve arkadaşları dağıtacak,,, insanı yalnızla itecek söz ve davranışlardan kaçınmamızı telkin etmekte ve buna karşılık büyük sevapların, uhrevi makamların, yüksek derecelerin verileceğini va`detmektedir.

Böylece İslamiyet, ferdi, kendi başına bırakmayıp onu edeb, terbiye nezaket ve ılımlılık potasına sokup şekillendirmekte, her yönüyle onu medeni olgun bir insan yapmaktadır. Resulüllah Efendinizin hayatının her noktası ve safhasıyla bu güzel hasletler, mükemmel sıfatlar doğrultusunda geçmiştir. En kırıcı ve üzücü davranışları bile hoşgörü ile karşılamasını bilmiş, yüksek ahlakıyla en kaba insanları, en iptidai kavimleri yola getirip ıslah etmiştir. Onun terbiye metodu çok başarılıdır. Uyguladığı yerlerde ve dönemlerde fevkalade olumlu sonuçlar elde edilmiştir. Çünkü insanı en iyi disipline edip yönlendiren, kalbin ve vicdanın enjekte edilen Allah`a, Ahiret`e, hesaba, ceza ve mükafata inanma duygusudur.”

Güzel bir masal vardır, bu masalı sizlere takdim ederek bu yazı dizimizi bitirmek istiyoruz:

Küçük bir kız çocuğu çimenlerin üzerinden yürürken bir kelebeğin, dikene takılıp kalmış olduğunu görür. Büyük bir özenle kelebeği dikenden kurtarır. Kelebek uçmaya başlar; Sonra güzel ve iyi kalpli bir peri olarak geri döner. Küçük kıza, “Bu iyiliğine karşılık ben de sana en çok arzu ettiğin şeyi vermek istiyorum,” der. Küçük kız bir an düşünür ve cevaplar, “Mutlu olmayı istiyorum.” Peri ona doğru eğilir ve kulağına bir şeyler fısıldar. Sonra birden bire gözden kaybolur.

Kız büyür. Çevresindeki hiç kimse andan daha mutlu değildir. Bu mutluluğunun sırrını ona her sorduklarında yalnızca gülümser ve “İyi bir perinin sözünü dinledim,” der.

Yaşlanınca, komşuları bu inanılmaz sırrın onunla birlikte öleceğinden korkarlar. “Lütfen, şu sırrını bize de söyle,” diye yalvarırlar. Sevimli ve yaşlı kadın, “Peri, çevremdeki her insanın her ne kadar güvencedeymiş gibi görünürse görünsün yine de bana muhtaç olduğunu söylemişti,” der.

Hepimiz birbirimize muhtacız.

Kaynaklar:

1- Celal Yıldırım,İlahi Hikmetler Büyük Sevaplar,Uysal Kitabevi1985 Konya
2- Belma Aksun,Görgü Yaşama sanatı, Tur Yayınları,1980 İstanbul.
3- M.Yaşar kandemir, İslam Ahlakı, Nesil Yayınları,1982 İstanbul
4- Şaban Döğen,Resul-ü Ekremin Eşsiz Ahlakı,Gençlik Yayınları,1993 İstanbul
5- Yalçın Kurtbay, Nezaket Ve Görgü Kuralları, Kültür Bakanlığı,1991 Ankara
6- Tercüman(eski) Gazetesi, Görgü Ansiklopedisi,İstanbul
7- Hilmi Ziya Ülken, Aşk Ahlakı, Ülken Yayınları,1981 İstanbul
8- Leo Buscaglia, Kişilik,İnkılap Kitabevi,1987 İstanbul
9- Leo Buscaglia, Birbirimizi Sevebilmek, İnkilap Kit.1989 İst.









Copyright © Bozkurt NET Tüm hakları saklıdır.

Yayınlanma:: 2004-02-15 (4726 okuma)

[ Geri Dön ]
Content ©
alt1
1998-2007 Bozkurt NET
alt1
1998-2010 BOZKURT NET
--------------------------------------
Web sitemiz PHP-Nuke (© 2003) kodlarına sahiptir. PHP-Nuke GNU/GPL lisansı altında dağıtılan ücretsiz yazılımdır.
alt1